Güç savaşları ve ölen insanlar…
Uluslararası ilişkiler güç savaşıdır. Bunu da en iyi Filistinliler bilir.
Bugün İsrail ile Filistin arasında yeniden alevlenen çatışma da bunun somut örneği; Büyüğünden küçüğüne tüm bölge ülkeleri de, küresel jandarmalığa soyunmuş olanlar da, hatta bizzat Filistin’in yöneticileri de bu güç savaşının içinde. Olan, ölen çocuklara, gençlere, yaşlılara oluyor.
Çatışmanın kritik –olumsuz anlamda elbette- aktörü İsrail mesela; Netanyahu hükümeti kuramayacağını gördüğü anda, polise, orduya başvurdu. Mescid-i Aksa’ya polis müdahalesi, ardından çıkan çatışmalar, Gazze ile İsrail arasındaki “roket savaşları”. Sonuç; Netenyahu, muhalefetle işbirliği yapmaya hevesli aşırı sağcı partiye fikir değiştirtmeyi başardı. Başbakanlık koltuğunu korumayı ve hakkındaki yolsuzluk iddialarının getireceği sonuçlardan- şimdilik -kurtulmayı başardı. Bu arada yüzlerce kişi öldü, ama ne gam!
Filistin tarafı derseniz, darmadağınık bir siyasi yapı; 15 yıldır seçim yapılamadığı için Batı Şeria’da Mahmud Abbas koltuğa yapışmış, kalkmıyor. Liderliğini yaptığı El Fetih’den birkaç güçlü başkan adayı var ama asıl rakip Gazze’yi kontrol eden Hamas. Mahmud Abbas Doğu Kudüs’te seçim yapılamamasını bahane ederek parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini erteledi ama işin aslının Hamas’ın karşısına birkaç adayla çıkacak bölünmüş El Fetih’in başarısızlığını engellemek olduğunun herkes farkında. İsrail’in ve ABD’nin de işine geliyor elbette Hamas’ın seçim ertelemesi ile Batı Şeria’da da hüküm sürmekten –şimdilik- uzaklaştırılması.
Gazze’nin tek hakimi konumundaki Hamas ise, çatışmalardan istifade etkinliğini tüm Filistin’e yayma derdinde. Tüm dünyada İhvan hareketlerinin marjinal hale geldiği bu günlerde Hamas da bu çatışmaların “ölüm-kalım” savaşında olduğunun farkında. ABD’nin yaşanan olaylar hakkında yaptığı açıklamalardan belli; Amerikan Dışişleri Bakanlığı “İsrail-Filistin çatışması” demiyor yaşananlar için, “Hamas-İsrail savaşı” diyor, cümlenin sonuna Hamas’ın bir “terör örgütü” olduğu ifadesini de ekleyerek.
Bu açıdan, Mısır’ın yürüttüğü ateşkes görüşmeleri Hamas için bir “meşruiyet” kapısı aynı zamanda. Bu arada ölen ölür, “şehit” der yolunuza devam edersiniz nasıl olsa.
İsrail’le “İbrahim antlaşmaları” çerçevesinde ilişkileri normalleştiren, karşılıklı büyükelçilik açan Arap ülkeleri de zorda; İsrail’in devlet gücüyle ezdiği –topraksızlaştırma hatta vatansızlaştırma- Filistin halkını görmezden gelmek kolaydı. Ama işin içine kan, ölen bebekler girince işin rengi değişti. Arap sokaklarındaki vicdanlı insanlar gözlerini güç savaşı hesapları yapan Arap ülkeleri liderlerine dikince, onlar da çaresiz kaldı. Gelsin o zaman bir kuru Arap Birliği kınaması, bir-iki sert ama etkisiz İslam İşbirliği Teşkilatı karar metni. Bir yandan da İsrail’e mesaj üzerine mesaj elbette; “Silah kullanmayı geri çek ki, biz de seninle ilişkimizi mutlu mesut yürütebilelim…”
Türkiye “ümmet liderliği” peşinde ama...
Türkiye’de AK Parti hükümeti de çatışmalardan “ümmet liderliği” çıkarma peşine düşmüş durumda. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun aynı hafta içinde bir değil, iki kez “ümmet bizden liderlik bekliyor” cümlesini kullanması boşuna değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan da telefon başında İslam Teşkilatı’nda hangi ülke varsa, hepsiyle konuşma peşinde.
Peki bu çabalar “ümmet liderliği” getirir mi? İşte o büyük bir soru işareti. AK Parti’nin 20 yıllık iktidarının son 10 yılında Türkiye’ye yaşattığı “yalnızlık” da zaten o “ümmet liderliği” hayallerinin sonucu değil miydi? Aynı yanlışta ısrarı anlamak mümkün değil.
Nitekim, Türkiye kamuoyu bilinç olarak AKP iktidarının çok daha önünde olduğundan, hamasi nutuklar da, “İsrail’e müdahale ederiz” mesajları da iç politikada hiç karşılık bulmadı.
Dışarda da AK Parti’nin bu “ümmet liderliği” çabasını kimse ciddiye alıyor görünmüyor;
İsrail’in saldırganlığının iyiden iyiye artması üzerine ABD Kongresi’ndeki bazı vekillerin bile “bu kadar da olmaz” demesi Başkan Biden yönetimini zar zor harekete geçirmeyi başardı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken bir yandan üst düzey bir bürokratını İsrail’e gönderdi, diğer yandan bizzat telefonun başına oturup Müslüman ülkeleri aramaya başladı. Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Mısır ile tek tek görüştü. Ama ilginçtir; listede “ümmetin liderlik beklediği” Türkiye yok.
“Arabulucuk” desek, o da zor;
İsrail’le “dargınlık” yaşayan, bu ülkede Büyükelçi bile bulunduramayan AK Parti hükümetinin Netanyahu hükümetine sesini duyurması mümkün değil. Keza Filistin’de de işler karışık; AKP hükümetinin Filistinliler arasında siyasi ayrımcılığa gidip, yıllarca Hamas’ı kayırması El Fetih cenahında da kırgınlık yaratmış durumda. Bakmayın Cumhurbaşkanı Mahmud Ammas’ın Ankara’ya- giderek seyrekleşen- gidip gelişlerine; Mecburi çalışma ziyaretlerinin ötesine geçemiyor onlar. İş ateşkes için arabuluculuğa geldiğinde kimse dönüp Ankara’ya bakmıyor artık. Gazze ile sınırı olan Mısır neyse de, küçücük Katar bile Türkiye’den daha etkili artık bu konularda.
Baktı ki tek başına olmuyor, Ankara şimdilerde İsrail-Filistin meselesine “uluslararası açıdan” yaklaşmaya çalışıyor. Hedef; içinde Türk askerinin de olduğu bir uluslararası gücü bölgeye yerleştirmek. Ama İsrail’in-hem Ankara’ya karşı, hem de genel olarak uluslararası güce karşı- duruşu nedeniyle bu da nafile çaba izlemini veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telefonlarına verilen cevaplar bu konuda da hiç umut ışığı yaratmıyor. Sonuçta güç savaşları sürüyor, insanlar da ölmeye devam ediyor.
Filistin’in trajedisi bitmek bir tarafa, daha da ağırlaşıyor…