Gruyere nasıl Kars gravyeri oldu?
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremi sonrası kurumlarımızın işlevlerini unutmuş olduklarının ayan beyan ortaya çıkması yalnızca “Allah kimseyi devlete muhtaç etmesin” dedirtmekle kalmadı, olası Marmara depremi konusundaki korkularımızı da depreştirdi. Depremin üzerinden iki ay geçti ama ortadaki keşmekeş Ankara’nın deprem bölgesinin ihtiyaçlarını hala daha tam olarak idrak edemediğini gösteriyor. Her yerin ihtiyacının farklı olduğu halen daha tam olarak anlaşılamadı doğrusu. Anlaşılan o ki seçime kadar temel atma törenleri ile vaziyeti idare ediyormuş gibi yapacağız.
Halbuki şimdi depremin öğrettiklerini nasıl faydaya çevirebileceğimizi düşünmenin tam zamanı doğrusu. Türkiye, aslına bakarsanız bu açıdan da tam zamanında bir seçime gidiyor. Önemli kararlar almak durumundayız ve böyle kararları almadan bir güven tazelemek son derece önemli.
Nedir? Dünya zaten yeniden yapılanırken bu depremle birlikte aynada kendimizi gördük ve doğrusu ya gördüğümüzü hiç ama hiç beğenmedik. Bu halde yeniden yapılanan dünyada kendimize önemli bir yer tutamayız.
Şimdi küresel yeniden yapılanmanın nasıl bir parçası olacağımıza karar verirken kendimize de çekidüzen verebiliriz. Seçimler bu açıdan da fırsat. Nasıl bir fırsat bu? Türkiye ekonomisi için yeşil mutabakatla uyumlu bir yeniden yapılanma fırsatı. Devleti tüm kurum ve kurallarıyla yeniden ihya etme fırsatı. Türkiye’yi yeniden biçimlenen küresel değer zincirleri haritasının merkezine yerleştirme fırsatı. Yeter ki değişenin farkına varalım.
Peki, bunu nasıl yapacağız? Önce elimizdeki beşeri kapasiteyi, geldiğimiz noktayı doğru değerlendireceğiz. Kalanı kolay. Enflasyon da düşer, kur da istikrar kazanır. Hep birlikte zenginleşme bugün hayalken yarın gerçek oluverir. Türk sanayiini deprem riski nedeniyle Marmara’dan taşımak, İstanbul’u seyrekleştirmek, ikinci yüzyıl için ayrıntılı bir sanayi politikası çerçevesi tasarlamak demek aslında.
Aslında İsviçre’nin gruyere peyniri nasıl Kars gravyeri olduysa, Orta Anadolu da pekâlâ ikinci Marmara Bölgesi olabilir. Önce İsviçre’nin gruyere peyniri nasıl Kars gravyeri oldu ona bakalım, sonra da konuyu Orta Anadolu’ya bağlayayım, müsaadenizle.
4 bin kilometre öteden Kars’a bir teknoloji transferi
Gruyere peyniri ismini İsviçre’nin Friburg kantonunda orta çağdan kalma kadim Gruyeres kentinden alıyor. Bölgede peynir üretimi 1659 yılında başlamış. Peki, nasıl olmuş da tam iki yüzyıl sonra gruyer peyniri Kars gravyerine dönüşmüş. Gruyeres ile Kars’ın arası neredeyse 4000 kilometre. Araba ile E70 üzerinde 41 saat sürüyor yol. Ama İsviçre’de 17. yüzyılda başlayan bir üretim süreci, 19. yüzyılda Türkiye’ye gelmiş. Nasıl?
1878’den sonra Kars, Rus işgali altındayken Rusların o dönemde Kafkasya’ya yerleştirdiği Alman-İsviçreli göçmenlerden bazıları Kars’a da gelmiş ve Kars’ın gruyere peyniri üretmek için gereken tüm maddi şartlara sahip olduğunu görmüşler. Sonra üretim başlamış. Un var, şeker var ve ustalar da 4 bin kilometre öteden göçmen olarak gelince gruyere peyniri Kars gravyeri olmuş. Nasıl? Maddi şartlar gerekli beceri seti ve üretim süreci gereken yordamla birleşince 4 bin kilometre öteden Kars’a bir teknoloji transferi olmuş.
Aynı Fransa’dan kaçan Protestan Calvinistlerin Güney Afrika’ya Fransız şarap yapım teknolojisini taşımaları gibi aslında. Beceri sahibi göçmenler teknoloji transferi için son derece önem taşıyor. Yoksa Calvinistler gelmeden önce de Güney Afrika, Cape Town şarap endüstrisi için çok uygun bir yermiş ama burayı gören beceri sahibi Fransızlar endüstrinin temelini atmış. Gruyere peynirinin başlangıcı ile uyumlu ilk şarap, Cape Town’da ilk kez 1659’da şişelenmiş.
Karsta ne zamandı ilk Kars gravyeri üretimi? 19. yüzyılın ikinci yarısında. Kars, Rus işgali altındayken. İşgal, 1878’den 1918’e kadar yaklaşık kırk yıl sürmüş. Bir sonucu da Kars gravyeri bakın. İsviçreli göçmenler sayesinde. Artık onlara yabancı yatırımcı diyoruz, dikkatinizi çekeyim. Şimdi işte buradan Türk sanayiinin Marmara’dan Orta Anadolu’ya taşınması meselesine geçebiliriz sanırım. Nedir? Hadise beceri seti ve yordamla yakından alakalıdır.
Orta Anadolu ikinci Marmara Bölgesi olmak için gereken beşeri altyapıya sahip
Yandaki grafik Türkiye’nin hangi illerinde makine/elektronik sanayii ile ilgili beşeri sermaye birikimi olduğunu gösteriyor. Kırmızı olan yerler Marmara Bölgesi’nin illeri, mavi ile işaretli olanlar ise Orta Anadolu illeri.
Sağ üst kadranda Türkiye’nin makine/elektronik sanayii ile ilgili asıl beşeri sermaye birikimine sahip illeri görüyoruz. Yatay eksen her ilde bu alanda çalışanların toplama oranını gösteriyor. Dikey eksen ise o ildeki kapasitenin Türkiye toplamına oranını. O nedenle sağ üst kadran birikimin olduğu yerleri gösteriyor. Balonun büyüklüğü ise çalışan sayısını gösteriyor.
Sonuç sanırım ortada; Marmara’dan sonra makine/elektronik sektöründe en çok beşeri sermaye birikimine sahip iller Orta Anadolu Bölgesi’nde yer alıyor. Ankara, Konya, Kayseri ve Eskişehir başı çekiyor. Bolu, Sivas, Aksaray da hemen orada dikkatinizi çekerim. Ankara’nın etrafında güçlü bir sanayi bölgesi için gereken beşeri sermaye birikimi var.
Amaç, Marmara’dan kapasite kaydırmaksa en iyi absorbe edecek bölgenin neresi oluğu sanırım ortada. Peki, makine/elektronik sektörü ve bu alanda beşeri sermaye birikimi neden önemli? Bu alanda bir kapasite varsa ilin bir üst seviyeye sıçraması son derece kolay. Bu kapasite bir yerde varsa o ilin imkanlar alanı genişliyor.
Aslında ikinci grafik bu konuda malumat sağlıyor. Yatay eksen sağa doğru gittikçe daha nitelikli imkân setine, beşeri sermaye kapasitesine sahip illeri gösteriyor. Dikey eksen ise hangi illerin daha fazla sıçrama kabiliyetine sahip olduğuna işaret ediyor. Sağ üst kadranda doğru politikalar olursa hızla kendini yenileyebilecek, bir üst aşamaya sıçrayabilecek, hızla zenginleşebilecek iller görünüyor.
Sağ üst kadrandaki iller arasında Ankara, Konya, Eskişehir, Aksaray hemen göze çarpıyor, dikkatinizi çekerim. Hangi iller? Makine/elektronik sanayi altyapısına sahip olan iller benim gördüğüm. İstanbul’a bu açıdan benzeyen iller.
Peki, şimdi neden kritik bir noktadayız?
Şimdi geleyim konuyu odaklamaya. Neden Marmara’dan taşınıyoruz?
Birincisi, Marmara’da deprem olursa Türkiye ekonomisi hakikaten çöker mi? En son Prof. Dr. Naci Görür hocamız böyle diyordu.
Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 61’ini Marmara Denizi etrafındaki iller gerçekleştiriyor. Tam da bu nedenle müsilaj problemimiz oldu, çevre kirliliğinden. Bu iş arıtma tesisi ile çözülecek gibi değil, yoğunluk çok fazla. Sonuçta Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 42’si bu bölgeden kaynaklanıyor. Toplam istihdamın yüzde 28’i de bu bölgede. Bu ne demek? Marmara depremi Türkiye ekonomisini son derece olumsuz etkileyebilme potansiyeline sahip. Doğru.
Geleyim ikinci soruya: Peki, Marmara’nın ve bu arada İstanbul’un seyrekleştirilmesi mümkün mü? Evet. 1980’den sonra Türkiye’de sanayi büyük metropollerin dışına taştı ve bir dizi ikinci kent ortaya çıktı Anadolu’da. Orta Anadolu Bölgesi de artık ikinci Marmara Bölgesi olma potansiyeline sahip görünüyor. Yapılabilir.
Şimdi başka ülkelerle Türkiye’yi hep beraber bir kıyaslayayım, uluslararası rekabet gücü ve sıçrama potansiyeli açısından. Aynı illere baktığımız gibi ülkelere de bakabilmek mümkün. Türkiye 2000’li yılların tamamını bir türlü sıçrayamadan, ürün desenini geliştiremeden sağ üst kadranda geçirdi. Ne durumda?
Sıçrama kabiliyeti olan ve o potansiyelini harekete geçirmek için doğru politikalara ihtiyaç duyan bir ülke olarak sanırım artık yeterince bekledik. Şimdi “yeşil yeni mutabakat” çerçevesinde küresel değer zincirlerinin yeniden biçimlenecek olması bir büyük imkân, deprem sonrası yeniden yapılanma programı büyük bir fırsat aslında. Tam zamanında.
Türkiye’nin büyüme ve ihracat hedefi olması için öncelikle her bir ilin büyüme ve ihracat hedefi üzerinde düşünmek gerekiyor. Mekâna dayalı bir planlama anlayışı olmadan sanayiyi Marmara’dan Orta Anadolu’ya taşımak mümkün değil. Ankara’dan Mersin’e inen otoyolun etrafında yeni bir sanayi bölgesi için gereken beşeri sermaye altyapısı tam da o bölgede var.
Bu yeni sanayi bölgesinin çıkış noktası ise Mersin Limanı. Böylece Mersin Limanı’nı uluslararası kokain mafyası iş akış grafiğinden çıkarıp Türk imalat sanayiinin en önemli dışa çıkış noktasına çevirirsek sanırım ülkemiz için de çok büyük bir kazanım olur. Yasa dışı ticareti kontrol edemeyenin büyümek ve zenginleşmek için gereken kurumsal kapasiteye de sahip olmadığı herkesin malumu.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına küresel, bölgesel ve yerel yeniden yapılanma gereğinin dayattığı bir dizi ihtiyaçla giriyoruz. Çözümler ortada. Ya yüzyıl önceki kadar akıllı olup küresel önceliklerin getirdiği imkânları sonuna kadar kullanacağız ya da özellikle son beş yılımızı yalayıp yutan akıl tutulmasına teslim olacağız. Seçim sizin. Bize çılgın projeler değil, akıllı çözümler gerekiyor.