“Gösteri” bitti, işe dönelim…
Avrupa Birliği (AB) Türkiye’ye “pozitif ajanda” dedikçe, işler görünürde negatife dönüyor. Önce Ankara’yı ziyaret eden AB tepe yetkilileriyle Saray’da yaşanan “koltuk krizi”; Ardından yine Ankara’da Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları’nın basının önünde yaşadıkları ağız dalaşı. Aslında bu “kamuoyu önünde hesaplaşma” sadece Ege’nin iki yakasına özgü değil. Daha bir ay önce Alaska’da ABD ve Çin heyetleri, yine “pozitif ajanda” diye yola çıktıkları ilk yüz yüze görüşmede, gazetecilerin önünde birbirlerine demediklerini bırakmamışlardı. Belli ki yeni uluslararası düzenin yöntemi bu; önce kamuoyu önünde “gösteri”, ardından gerçeğe dönüş.
Önce ABD-Çin, sonra Türk-Yunan...
Alaska’daki tartışma şovu, hem ABD, hem de Çin’e iyi gelmişti; Trump döneminde “Amerikalılara daha çok iş” diye Çin’e karşı açılan bayrak, ABD’deki Cumhuriyetçi seçmenin büyük desteğini almıştı. Yeni Başkan Joe Biden belli ki görevdeki ilk aylarında, ABD’nin çıkarlarını Trump kadar iyi koruyabileceğini Cumhuriyetçi seçmene göstermek istedi. Çin açısından ise, Alaska’daki kamuya açık tartışma, Pekin yönetiminin Çin’i kim eleştirirse cevap yetiştirmeye dayalı yeni “agresif” dış politikasının en görünen dışa vurumu oldu. Çin heyeti, tüm dünyanın gözleri Alaska’ya çevrilmişken yeni politikanın “küçük gösterimini” ortaya koydu.
Ankara’daki Yunan-Türk tartışması da bundan pek farklı değil; Yunanistan dış politikasında hemen her zaman Türkiye ile ilişkiler gündemin birinci maddesidir. Siyasi partiler en çok bu gündemden rant sağlar, kimi zaman Ankara ile yakınlaşmayı, kimi zaman ise tartışmayı oya çevirmenin yoluna bakar.
Yunan Bakan Dendias, Ankara’da diplomasiye hiç yakışmayan bir üslupla, Ankara ile Atina arasındaki tüm sorunları tek tek saydı, döktü. İşi o kadar ileri götürdü ki, Lozan Antlaşması ile yasaklanmış olan Ege Adaları’nın silahlandırılması konusuna bile girip, Ankara’nın göbeğinde “Lozan’ı takmıyoruz” mesajı vermeye cüret edebildi. (Elbette Yunanistan’a bu cesareti neyin verdiğine de bakmak gerekir; AK Parti yetkililerinin son dönemde Lozan gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin yapı taşı niteliğindeki Montrö antlaşmasını tartışmaya açmaları, Lozan üzerindeki dokunulmazlığı da büyük ölçüde kaldırmış görünüyor dışardan bakınca). Dendias böylece, son dönemde iyiden iyiye Türkiye’ye karşı bilenen Yunan kamuoyuna, oya devşirilebilecek bir “tavır” göstermiş oldu.
Dendias’ın Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu da kendisine aynı sertlikte yanıt verdi elbette; AK Parti hükümetlerinin son dönemde Doğu Akdeniz’de AB ile “pozitif gündem” adına attığı geri adımlar, bu sert tartışma ile gölgelenmeye çalışıldı. Kısacası, kamuoyu önünde tartışmak her iki tarafın iktidardaki partilerine de iyi geldi.
Peki bu “sert tartışmanın” ardından ne oldu ?
Gazeteciler çekilip, kameralar kapanınca yeniden “pozitif gündeme” dönme hali baş gösterdi. Sanki Ankara’daki o ağız dalaşı hiç yaşanmamış gibi, Atina’dan “pozitif gündeme dönme” önerileri geldi. Türkiye ve Yunanistan arasında özellikle ekonomi ve ticaret alanında ileriye doğru adımlar atılabileceği vurgulandı. Açıklamada, Türk tarafının da zaten “kendi pozitif gündem önerilerini” ziyaret sırasında Dendias’a ilettiği de ifade edildi.
Libya heyetinin pozitif gündemi ne kadar gerçekçi?
Ankara’nın dış politikasındaki bir başka “pozitif gündem” arayışı, Libya Başbakanı Dibeybe’nin, beraberinde çok sayıda bakanla Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarette yaşandı. Ziyaret sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Dibeybe ile bir dizi –sınırlı önemde- anlaşmaya imza koydu, ardından da o çok merak edilen konuyu aydınlattı; Türkiye’nin Libya ile geçmiş dönemde –Sarraç hükümeti ile- imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırması anlaşması ile, Libya güvenlik güçlerinin Türkiye tarafından eğitilmesini öngören askeri işbirliği anlaşmasının “devam edeceğini” açıkladı.
Erdoğan’ın, Libya’nın Geçici Başbakanı’nı yanına alarak yaptığı bu açıklamalar, imzalanan anlaşmaların Sarraç hükümeti ile birlikte “tarihe karıştığına” ilişkin eleştirilere yanıt niteliğindeydi. Ama şeytan ayrıntıda gizlidir. Buradaki ayrıntı ise Dibeybe’nin resmi sıfatının içinde; Libya Geçici Başbakanı. Dibeybe’nin görev süresi, sadece Libya’yı seçimlere götürecek kadar, kabaca bir yıl olarak belirlenmiş durumda. Kendisine Başbakanlık yolunu açan BM’nin öncülük ettiği, iç savaşın tüm taraflarının da kabul ettiği anlaşma, Dibeybe’ye ne ülkenin geleceğini bağlayacak yeni bir uluslararası anlaşma yapma, ne de eskilerini feshetme yetkisi veriyor.
Görevi sadece Libya’yı seçime götürmek, bu süre zarfında da ülkenin gündelik işlerini yürütmekle sınırlandırılmış durumda. Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin bu ziyaretten anlaşmalar çerçevesinde pek bir kazanımı olmadığını söylemek mümkün. Tek kazanım, Erdoğan’ın Libya Geçici Başbakanı’ndan ülkenin yeniden imarı için atılacak adımlarda Türk şirketlerine de rol sözü almış olması. Ancak Dibeybe’nin Başbakan olduktan sonra yaptığı hemen her ziyarette aynı sözü vermiş olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Yine aynı çerçevede, Yunan yetkililerinin Trablus’a ziyaret üzerine ziyaret yaptıktan sonra aldıkları ve sanki Türkiye’ye karşı bir kazanımmış gibi dünyaya adeta davul çalarak pazarladıkları “deniz yetki alanları anlaşması için müzakere sözü” de çok anlamlı değil. “Dostlar alış-verişte görsün” benzeri, diplomatik bir “gösteriden” ibaret.
Malum; yeni dünya düzeninin belirleyici unsuru algıya oynamak….