Gorbaçov’un düşündürücü dramı
Rusya’nın ve dünyanın kaderini değiştirmek isterken ülkesinde ve dünyada büyük umutlar yaratan ama misyonunu tamamlayamadan köşesine çekilmek zorunda kalan Mihail Gorbaçov’un ölümü üzerine çok sayıda yazı yayınlandı Batı medyasında. İngilizce medyada yer alan yazıların bazılarını okurken, Gorbaçov’un iktidara geldiği dönemde beslenen umutları hatırladım ve şimdi Rusya’nın Ukrayna saldırısı sürerken, Gorbaçov’un iktidara geldiği 1985’den bu yana dünyanın nereden nereye geldiğini düşündüm. Gorbaçov’un Rusya’da ve dünyada yarattığı umutlardan Putin’in haraca kestiği bugünkü dünyaya nasıl gelindiğini düşünmeye zorlandım.
Gorbaçov’un estirdiği özgürlük rüzgarı
Gorbaçov’un Rusya’da iktidara geldiği dönemde, 1980’lerde ve 1990’larda New York Times’ın Moskova büro şefi olarak görev yapan Serge Schmemann, Gorbaçov’un ölümü üzerine yazdığı yazıda, 54 yaşındaki Gorbaçov’un beklenmedik şekilde Sovyet Kömünist Partisi’nin Genel Sekreteri seçilerek iktidara geldiği günlerde Rusya’daki havayı şöyle anlatıyor: “Ülkedeki bütün tabular yıkılmıştı. İnsanlar özgürce konuşmaya başlamıştı. Gazeteler gerçekleri yazıyor, sanatsal etkinliklerde görülmemiş bir patlama yaşanıyor, kiliseler bile doluyordu. Herkes her konuyu tartışabiliyor, Andrei Sakharov gibi sürgündeki bilim adamları geri dönüyordu. Gorbaçov’un estirdiği yeni rüzgar Sovyet blokundaki tüm ülkeleri ve Batı dünyasını da etkiliyor, İngiltere’de Sunday Times gazetesi “Doğu’dan Kızıl bir Yıldız Yükseliyor” diye manşet atıyordu.
Nobel Ödülü’ne giden yol
Financial Times gazetesi yazarı Quentin Peel ise Gorbaçov’un, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin mutlak hakimiyetine son verip Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin barış içinde özgürlüklerini kazanmalarına fırsat verdiğini ve dünyadaki silahlanma yarışına son vererek Soğuk Savaş’ın sona ermesine ve Sovyet İmparatorluğu’nun çökmesine ortam hazırladığını belirtiyor.
Gorbaçov’un 1980’lerde, küresel kapitalizmin Çin’i de kapsam alanına alarak geliştiği bir dünyada, Sovyetler Birliği’nin bir çıkmaza sürüklendiğini kavrayarak attığı cesur adımlar ve ABD Başkanı Ronald Reagan ile iyi ilişkiler geliştirmesi ona 1990 yılında Nobel Barış Ödülü’nü getirdi. Gorbaçov’un Sovyet sisteminin kan dökülmeden tasfiyesini sağlaması küreselleşmenin önünü açan çok önemli bir faktör oldu.
Marksizmi kurtarmak istiyordu
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle sonuçlanan süreci tetikleyen Mihail Gorbaçov’un ölümü sonrasında okuduğum kayda değer yazılardan biri de siyaset bilimci Ivan Krastev’in Observer gazetesinde yayınlanan yazısı oldu. 1985 yılında Sofya’da yaşayan 20 yaşında bir felsefe öğrencisi olarak Bulgar televizyonunda, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin yeni genel sekreteri Mihail Gorbaçov’u ilk kez dinlediğinde müthiş heyecanlanan ve duyduklarına inanamayan Krastev, “O günden itibaren siyasi düşüncemin gelişmesine Gorbaçov damga vurdu, o bizi özgürleştirmedi ama özgürlüğü tatma şansını verdi”, diyor.
Krastev’e göre Gorbaçov, Komünist Partisi içinde Marksizmi gerçekten benimsemiş olan ve sosyalizmi kapitalizme karşı başarılı kılmak için uğraşan çok az sayıda kişiden biriydi. Batı’ya yaklaşmanın ve liberal düzenden bazı dersler çıkarmanın Sovyetler Birliği’ni ve sosyalizmi kurtarabileceğini düşünüyordu. Ağustos 1991’de kendisine karşı girişilen darbe teşebbüsünden Boris Yeltsin’in yardımıyla kurtulduktan sonra ise tüm umutlarını yitirmiş bir adamdı artık.
Batı’nın reçetesi Putin’e yaradı
Gorbaçov’u darbeyle devirme girişiminin önlenmesinde belirleyici rol oynayan ve Gorbaçov’un çekilmesi üzerine ipleri eline alan Boris Yeltsin siyasi reforma öncelik veren Gorbaçov’un tersine ekonomiyi güçlendirmeye öncelik verdi. Bu nedenle küreselleşmeye damga vuran ABD’den ve Batılı uzmanlardan destek istedi. Rusya’nın başta petrol olmak üzere zengin bir doğal kaynak potansiyeli vardı. Libarelleşme sarhoşu Batılı uzmanlardan gelen tavsiye ise Rusya’nın hızla kapsamlı bir özelleştirimeye giderek bu zengin kaynakları değerlendirmesi oldu.
Batılı uzmanların “şok terapi” diye pazarladığı bu reçete, devletin ekonomide ağırlık taşdığı dönemde köşe başlarını tutan ve Yeltsin’e yakın olan etkili kişilerin ülkenin kaynaklarını özelleştirme bahanesiyle talan etmesine fırsat yarattı. “Oligarklar” diye anılan bu kişiler kısa sürede milyarder oldu.
Tüm bu gelişmeler sağlık durumu iyi olmayan Yeltsin’in devre dışı kalmasını bekleyen KGB Subayı Vladimir Putin’in bir yılbaşı gecesi Rusya’nın başına geçmesini sağladı sonunda. Putin’in gündeminin başında, oligarkları yola getirerek yaptıkları soygunu devletle paylaşmalarını sağlamak ve ülkenin tek hakimi haline gelmek vardı. Gorbaçov’un hayalini kurduğu Rusya ise şimdilik bir hayal olarak kalacak gibi görünüyor.