Girişimcilik bir yaşam felsefesidir
Girişimcilik; kuşkusuz bazı insanlar için zenginleşme aracıdır sadece, ama bazıları için çok fazlası. Herkesin yetenekleri ve tutkuları farklıdır. Yeteneklerini keşfetmiş insanlar onları tutkuya dönüştürerek fark yaratırlar. Kendi varoluşlarını o şekilde ortaya koyarlar. O yüzden bazıları için sürekli yeni girişimler kurmak, büyütmek ve insanlığa armağan etmek bir varoluş şeklidir. Eğer söz konusu girişimler yüksek yaratıcılık ve inovasyon içeriyorsa, toplumsal etkisi ve mucidine yaşattığı haz çok daha büyük olacaktır. Bir saat çok güçlü bir konser verdiğinizi düşünün. Ya da bir konferans olabilir. Sahnede olduğunuz sürece o an yaşadığınız heyecan, enerji, etkileşim sizi canlandırır. Hatta öncesinde ve sonrasında yaşam enerjiniz yükselir. Girişimcilik ve inovasyon da aslında benzer dinamiklerle çalışır çünkü çok tutkulu yaratım süreçleri işler. Sadece konu bir saatlik bir sahne performansı ile sınırlı değildir.
Varoluşçu felsefe, kaderciliği ve aşkın ereği terk ederek kişiyi arka koltuklardaki yolcu olmaktan çıkartıp kendi hayatının yolunda direksiyona oturtur. Önceden belirlenmiş bir öz olmadığı için bembeyaz ve boş bir sayfa olarak doğarız. İstediğiniz resmi çizmekten özgürsünüz. Tüm boyaları ve paletleri gönlünüzce kullanın, zira bu sizin resminiz. Üstelik tek seferlik bir şansınız yok. Zamanla kompozisyon değişebilir ama tek şart var: harekete geçerek ve dışa atılarak sürgit bir üretim süreci. Varoluşçu filozoflara göre hayat bir girişimler zinciridir. Tek bir değer vardır: özgürlük. İnsana umut, yaşam sevinci ve harekete geçme gücü vermesi açısından önemli bir ekoldür Varoluşçuluk. Hatta en önemli temsilcilerinden, Bulantı kitabının yazarı Jean-Paul Sartre için son büyük filozof denir.
Atatürk, Varoluşçuları okumuş mudur bilemiyorum ama paralel bir yaşam felsefesi vardır. “Yaşamak, faaliyet demektir” sözü adeta tüm Varoluşçuluğun özetidir. Atatürk büyük bir girişimcidir. Onlarca fabrika, banka, enstitüler ve sair girişimlerle ömrünü geçirmiştir. En büyük girişimi Türkiye Cumhuriyetidir. Aşağıya Atatürk’ün yaşama bakışını özetleyen bir metni alıntılayarak kapatıyorum. Nihilistlere eleştirisini göreceksiniz ki Varoluşçu ekol tam tersi bir istikamette ilerler. Aynı zamanda narsistlere de ciddi bir tenkit vardır. Bir insanın kendisin aşması ve milletini her şeyin önüne koyması ancak bu kadar olabilir. O yüzden yüzlerce yıl ismi, felsefesi ve girişimleri yaşayacak:
“Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. "Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür sırasında neşe ve saadete yer bulunmaz" diyorlardı.
Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki "Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım."
Ben kendi karakterim bakımından ikinci hayat anlayışını tercih ediyordum, fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahttırlar. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Makul bir adam, ancak bu suretle hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve saadet ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir.
Bir insan böyle hareket ederken, benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi? diye bile düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce meçhul kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.”