Giden dostlar
Bugün sizlerle örgüt kültürü üzerine düşüncelerimi paylaşacaktım. Örgüt kültürü nedir, nasıl oluşur, nasıl tanıtılır ve öğretilir gibi konulara değinecektim. Pazar gecesi gelen bir haber bu planımı değiştirdi.
Örgüt kültürünü özellikle yurt dışında verdiğim konuyla ilgili her konferansta gururla anlattığım ODTÜ’yü örnek vererek anlatacaktım. Dün gece ABD’den gelen acı haber üzerine yazılarıma örgüt kültürünü yaratanlardan bahsederek başlamaya karar verdim:
Yazı işlerinden bu hafta bana bu pencere için müsaade etmeleri ricasıyla.
Çocukluğumda yaşı 70’in üstünde pek kimse tanımazdım. Doğru hatırlıyorsam yaş beklentisi 1980’li yıllarda 57 seneydi. Şimdi galiba 70’in üzerinde. Onun için günümüzde 60 küsur yaşında vefat edenlere rahatlıkla “Daha gençti” diyebiliyoruz. Yani daha ölecek yaşa gelmemişti diyebiliyoruz. Bu genelde böyle.
Bir de uzun senelerden kalma dostların ölüm haberleri var. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar onlar için “daha gençti” sözü yani “daha ölmemeliydi” sözü hep geçerli kalacak. Sizin yaşınız ilerledikçe etrafınızda gidenlerin sayısı da artıyor. Kaybettiklerinizin en genci en az 40 yıllık dostlarınız. Gençlikten yetmişlik yaşları geçene kadar o kadar çok, o kadar çeşitli anınız var ki giden dostlar hayatınızın bir parçasını da beraber götürüyorlar.
Okurlarım benim ODTÜ mezunu olduğumu bilirler. ODTÜ İşletmecilik Bölümü’nden lisans (1969 BS) ve ODTÜ Matematik Bölümü’nden Yüksek Lisans (1971 MS) dereceleri aldıktan sonra ABD’nin North Carolina Üniversitesi’nden aldığım Doktora derecesini (1974 Ph.D.) koltuğumun altına sıkıştırdıktan tam üç gün sonra Türkiye’ye döndüm.
Hava alanından eve giderken ABD’de temelli kalma fırsatım varken üç gün içinde Türkiye’ye koşarak dönmemi anlamayan taksi şoförü hareketimi büyük bir enayilik sanarak kanısını kafamla ilgili bir küfürle belirtmişti. Ben de ona gülümseyerek “Hoş bulduk” demiştim. Egemen kültüre olan ilgimi anlatırken bu anekdotu sık sık veririm. Hangi ülkede taksi şoförü müşterisiyle bu kadar samimi! Olur?
Gelir gelmez askere gittim ve 4 ay sonra da ODTÜ İdari İlimler Fakültesi işletmecilik bölümünde asistan profesör unvanıyla hocalığa başladım ve talebeliğimde öğrenmeye başladığım ODTÜ örgüt kültürünün içinde 12 Eylül ve YÖK çıkana kadar çalıştım. ODTÜ egemen kültürünü öğrenmem ve kabullenmem bu dönem içinde gerçekleşti. Uzun lafın kısası ODT Üniversitesi benim için talebesi, idarecisi ve öğretim üyesi olarak her zaman gurur duyduğum bir yer, devamlı eğitim aldığım bir kurum oldu. Ulusal ve uluslararası yarım asırlık iş hayatımda en mutlu olduğum kurum ODTÜ en verimli olduğum kurum daire başkanlığı yaptığım Birleşmiş Milletlerin Uluslararası Ticaret Merkezi’ydi.
!970’li ve 80’li seneler ODTÜ İşletmecilik Bölümü’nün çoğunluğu kendi mezunlarından oluşan birbirlerinin talebeleri ve tabii hocaları olan öğretim üyelerinin yönettiği kendine has bir kültürü olan bir bölümdü. ODTÜ geleneğine uygun akademik bağımsızlık verilen bölümler idari bağımsızlığı da şu veya bu şekilde sürtüşme olmadan, hadise çıkmadan, yürütüyorlardı. Ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntıların inanılmaz boyutlara ulaşmasına rağmen ODTÜ aydın insan yetiştirme işini başarıyla yürütüyordu.
ODTÜ de öğretim üyesi olmak kolay iş değildi. Sahada bilgi önemliydi ama nasıl bir insan olduğunuz daha da önemliydi. Adaylar ince elenir sık dokunurdu. Referanslar çok önemliydi. Mülakatları yapan jüri üyeleri adayın kişiliğini anlayabilmek için tahkikat yaparlar, satır aralarını okurlardı. Eğer aday ODTÜ mezunu, hele hele bizim talebelerimizden biriyse bu eleme çok daha kolay olurdu. ODTÜ böylece uzun seneler genel öğretinin aksine kendi mezunlarını işe alarak büyüdü ve güçlendi. 1980’li yıllarda ben ODTÜ’den ayrılırken verilen veda partisinde güle güle demek için gelen öğretim üyesi arkadaşların çektirdiği resimdeki beş öğretim üyesi birbirlerinin talebesi-hocalarıydı. Bu ince eleme sık dokuma elbette sıfır hatalı bir yöntem değildi ama uzun seneler iyi çalıştı.
Sanıyorum 1970’li senelerdi işletmecilik bölümüne öğretim üyeliği için bir aday müracaat etti. Adayı bölümün kıdemlilerinden biri tavsiye etmişti. Tavsiyenin niteliği ve kaynağı çok önemliydi. Hele adayın namus, çalışkanlık, sadakat, grup-ekip ruhu gibi konulardaki olumlu özellikleri içeriden ve ODTÜ’lü birinin aracılığı ile bize nakledilirse daha da önem kazanırdı.
Adayın jürisi kuruldu mülakata aldık. Jüride ben de varım. Beş kişiyiz. Bizim jürilerin bir özelliği vardı. Sanmayın ki grup ruhu içinde tartışmasız geçerdi. Tam tersine jürilerde hatta bölüm toplantılarında kan gövdeyi götürürdü. Sınıf arkadaşları birbirlerine ters düşer, hocalar eski talebeleriyle kıyasıya tartışırlardı.
Ancak sonuçlar açıklandığında hep 5-0 çıkardı. Yani jürilerdeki tartışmalar orada kalır, dışarıya sızmazdı. Bu adayın jürisinde de tartışmalar oldu elbette. Adayı tanıtan hoca arkadaşımıza yüklenildi. Aday işletme tahsili yaptı mı? Yapmadı mı? Falan tartışıldı. Mimari okumuştu. Ama dedim ya, biz zaten işe belli özellikleri olan bir insan arıyorduk. Sonuçta jüri 5-0 adayın lehine karar verdi.
Bu aday onlarca sene öğretim üyesi olarak ODTÜ’de çalıştı. Onlarca sene arkadaşımız olarak bizlerle oldu. Ailece görüştük, çocuklarımızla beraber tatillere çıktık, yemekler yedik. Bir kısmımız ODTÜ’den ayrıldık. Ayrı yerde çalışmamamıza, değişik coğrafyalarda oturmamıza rağmen aramız hiç kopmadı. Her fırsatta yine beraber olduk. Hani dostlarınız vardır birkaç sene hiç görmez konuşmazsınız. Ancak ilk buluşmanızda sanki dün berabermişçesine sohbete kaldığınız yerden başlarsınız ya işte öyle dostluklar. Bizim dostluklarımız öyleydi.
Aradan zaman geçti seneler seneleri kovaladı. Ben Birleşmiş Milletlerde, bahsettiğim adayı ODTÜ’ye tavsiye eden arkadaşımız ve birkaç jüri üyesi daha yurt dışında çalıştılar, emekli oldular. Diğer bazı jüri üyeleri vefat ettiler. Adayımız ODTÜ’de kaldı.
Siyasi krizler siyasi krizleri takip etti. Biat kültürü olmayan ODTÜ genelde direndi. Jüri tarafından öğretim üyeliğine seçilen adayımız Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) İşletme Bölümü Başkan Yardımcısı, İşletme Bölüm Başkanı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı ve Kuzey Kıbrıs Kampüsü Kurucu Rektörü görevlerini yüklendi. Bu arada ODTÜ’ye yakışmayan rektörler girdi çıktı. 2008 yılı geldiğinde bu yazıda anlattığım öğretim üyemiz ODTÜ rektörlüğüne geldi. Zaman zor zamandı. ODTÜ gibi hep zamanının bir adım önünde olan kurumları biat isteyen sistem içinde yaşatmak ve korumak rektörün esas işiydi. Bu rektör ODTÜ’ye yakıştı. İşte o rektör bizim jüri kurarak ODTÜ’ye kazandırdığımız Ahmet Acar’dı.
Kıymetli dostum, meslektaşım Ahmet Acar’ı kaybettik. Bizler kendisini bir arkadaşımız olmanın ötesinde ODTÜ’lüler olarak her zaman hatırlayacağız. ODTÜ’yü ODTÜ yapan kişilerden biriydi. Yani duyduğumuz gururun yaratıcılarındandı.
Eşi Profesör Feride Acar, oğlu Dr. Aybar Can, kardeşleri, yakınları, arkadaşları ve tüm ODTÜ’lülere baş sağlığı dileklerimle.
Hepinize sağlıklı bir yeni yıl diliyorum.
Sağlıcakla kalın.