Gıda yatırımı yapmak isteyenler okumalı

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Bireylerin ya da toplamların varlıklarını ölçü koymadan harcaması ahlâk değerlerine uyar mı? Ahlâk, kamusal değeri içselleştirmek ve yaşamaksa, bu ülkede kazandığımız servet ve sermayeyi harcarken toplumumuzun maddi ve kültürel zenginliğine katkı yapma ölçüsünü kullanmak zorundayız. Attığımız her adımın, harcadığımız her kuruşun maddi ve kültürel zenginlik üretimine katkı yapıp yapmadığına bakmalıyız. COVID-19 sonrasında oluşan “zamanın ruhu” attığımız her adımı ciddi biçimde sorgulamayı gerektiriyor.

COVID-19 salgınının gündemin ilk sıralarına taşıdığı “gıda üretiminin önemi” korkarım ki, ciddi fikirlerin yerine sloganlar koyan kasaba kültürünün ekmeğine yağ sürecek. Sistemlerin ileriye ve geriye etkilerini, değer yaratma zincirinin bütün aşamalarını, kritik eşikleri, kritik yoğunluk gibi ölçeklendirme sorunlarını dikkate almayan söylemlerin gelişigüzel yatırımlara yol açmasından ciddi biçimde endişe duyanlardanım.

Tarım ve hayvancılık alanında söz söyleyen, yazı yazan, karar alan her kim varsa, en azından, Turque Diplomatique'de dilimize aktarılan şu iki makaleyi okumalarının yararlı olacağını düşünürüm:

1. Thomlas David Du Bois ve Alisha Gao, “Çin'de Mega Çiftliğin Yükselişi ve Eksisi”, Turque Diplomatique, S:103, Kasım 2017.

2. Colin Todhunter, “Tarım Krizi ve İklim Felaketi: Hindistan'da Dövülmüş, Washington'da Yapılmış” Turque Diplomatique, S:112, Ağustos 2018

İki makale Hindistan ve Çin örneklerinden yola çıkarak tarım ve hayvancılıkta gelişmeleri analiz ediyor. Bu analizlerden çıkardığım sonuçlar ise şöyle:

Birincisi, Hindistan ve Çin gibi iki farklı yapıdaki ülkede tarım ve hayvancılıkta iç ve dış dinamiklerin sektör üzerinde olası etkileri hakkında bilgi ve fikir sahibi olmamızı sağlıyor.

İkincisi, iki dev ülkede, tarım ve hayvancılıkta geleneksel yapıların nasıl çözüldüğü, nasıl yeniden örüldüğünü öğrenmemiz mümkün. Ülkemizde sorunların kök nedenlerini araştırmadan yüzeysel bilgilerle çözümü için “romantik önerilerin” tuzaklarına yakalanmamak istiyorsak, makalelerdeki gözlemleri tek tek sorgulamak gerektiğini anlıyoruz.

Üçüncüsü, “hane içi çiftçilik” ile “örgütlü çiftçilik” arasındaki “geçiş süreçlerini yönetmede” hangi hataların yapıldığını kavrıyor; aynı hataları ülkemizde tekrarlanmaması için bir ortak düşünce geliştirmek için ciddi uyarılar alabiliyoruz.

Dördüncüsü, ülkemizin tarım ve hayvancılıkta özel koşulları ile dünya genelindeki eğilimler arasında hangi dengeler kurmamız gerektiğini kavratacak yeteri örneklere erişebiliyor; bir erken uyarıya tanıklık ediyoruz.

Beşincisi, tarımsal üretimde dünya genelindeki “ölçek ekonomisi” yaratmanın, ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının hız ve esnekliğini koordine etme becerisinden geçtiğini gözlüyoruz; tedarik zincirindeki konsolidasyonun yönü ve hızı hakkında bir fikir sahibi olabiliyoruz.

Altıncısı, tarım ve hayvancılıkta, “üretici işletmeler”, “gıda işleyen tesisler” ve “örgütlü perakende” arasındaki etkileşimin önemli olduğunun da farkına varıyor; sektördeki sorunları mazot desteği, tarlada kalan patates, sokaklara atılan domates, denize dökülen nar gibi çözüm getirmeyen mikro düzlemden tartışma yerine, “sistem kurma ve sistem denetimi” yaratmanın belirleyici ağırlığını fark ediyoruz.

Yedincisi, Çin'de 1978'de Deng Xiaoping döneminden bu yana siyasi irade düzleminde konunun ne kadar ciddiye alındığını öğrenerek, ne yapılması gerektiğini zihnimizde berraklaştırıyoruz. Eğer, 1985' de “Çin Otlak Alanları Yasası”, 1988'de “Mevcut Ekonomi Politikalarının Kilit Noktalarına Dair Devlet Konseyi Kararının Uygulanması Tebliği”, 2000 yılında “Yeşil Alanlarda Otlatmaya Geri Dönüş”, 2003'de “Otlatma Yasağı Programı”, 2011'de “Otlakların Ekolojik Telafisi Programı” gibi bir dizi konuda siyasi irade düzeyinde fikr-i takip ciddiyeti göstermenin değerini kavrıyoruz.

Sekizincisi, Dünya Bankası ve IMF'nin önerilerinin mantığını daha iyi kavrıyor; COVID-19 sonrası “yeni normal” koşullarında değer zincirinde nasıl konumlanmamız gerektiğini bütün açıklığıyla gözlemleyebiliyoruz. “Derin devlet”, “arka plandaki büyük güç”, “dünyayı yöneten aile” efsanelerinden çok kendi iç dinamiklerimizle kendi sorunlarımızı nasıl çözmemiz gerektiği üzerine odaklanmanın gerektiğinin de farkına varıyoruz.

Dokuzuncusu, çağın üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin tarım ve hayvancılıkta nasıl bir geçim örgütlenmesi ihtiyacı yarattığını, kurumsal yapıların ne yönde geliştiğine ilişkin bilgi ediniyor; fikirlerimizin kalitesini artırabiliyoruz.

Hiç kuşku yok ki, iki makale okuyarak sorunları çözmek mümkün değil... ki, makalenin asıl önemi, bize tarım ve hayvancılıkta üretim modellerinin değiştiğini kanıtlamaları. Her model değişimi, ürettiği fırsatlar kadar tehlikeler de içerir. Biz ülkemizin koşullarına uygun çözümler üreteceksek, dünyanın diğer yerlerindeki deneylerden ve deneyimlerden yararlanmalıyız. İki makaleyi yüz makaleye, okuduğumuz beş kitabı elli kitaba çıkardığımız zaman “bilgiye dayı fikir üretmemiz” de mümkün olur. Proje odaklı tartışmalar yaptığımız zaman gereksiz ve düzeysiz tartışmalardan da uzaklaşırız.

O zaman, kulak kirliliğinden arınarak fikir ve projelerimiz daha sağlam verileri dayandırırız.

O zaman, tarım ve hayvancılıkta ülkemize özgü yapılanmayı daha iyi betimler ve belirleyebiliriz.

O zaman, kaynaklarımızı daha etkin kullanır; hedeflerimize daha yakın sonuçlara ulaşabiliriz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar