Gevşek davranma marjı azalıyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Son aylardaki yazılarımızın hepsinde vurguladığımız ortak bir nokta var: İzlenen ekonomik politikalar, ülkenin karşı karşıya olduğu riskler düşükmüş ve küresel yatırım çevreleri gözündeki risk algımız yüksekmiş gibi kurgulanıyor. Gerçekten, defalarca ortaya çıkan tıkanma işaretlerine rağmen küresel krizden beri tutkuyla bağlandığımız tüketime ve borçlanmaya dayalı büyüme modelinden vazgeçmeyişimizin, üstelik 2019 da maliyeti sıfır büyüme olan zorunlu dengelenmeden sonra yeniden büyümek için ikiz açık riskinin göze alınmasının başka türlü açıklanması güç. Güven endekslerindeki düşüklüğü faiz indirimi ve kredi artışı ile telafi etmek ve giderek yükselen bütçe/ faiz dışı açık sarmalını bir defalık gelirler ya da tuhaf vergilerle dengelemeye çalışmak günü kurtarsa da çok geçmeden sürdürülemeyecek noktaya gelecektir.

Reel kesimdeki üstü örtülü risklerin bankacılık sistemi bilançolarına ve kamu kesimi finansman açığına taşınması ve şirket değerlerinde bir çöküş ortaya çıkması halinde yükselen ülkeler liginde aşağı doğru bir inişe geçmemiz kaçınılmaz olabilir. Yapısal bozuklukları düzeltme ve risk algısını iyileştirme amacına odaklanmadıkça anlaşılan bu kısır döngü içinde kalmaya devam edeceğiz.

Kredi notumuz, finans maliyetini yukarıda tutuyor

Büyümenin dış kaynağa fazlasıyla bağımlı olduğu bir ekonomide, küresel fonlara erişim kolaylığını ve dış finansman maliyetini belirleyecek en önemli faktörlerden biri, küresel yatırımcıların ve özellikle sabit sermaye yatırımlarını unutmaya başladığımız son yıllarda daha çok ihtiyaç duyduğumuz kısa vadeli portföy yatırımcılarının ve kredi verenlerin seçimlerini yaparken makro ekonomik istikrarı ve geri ödeme kapasitesini ön planda tuttukları için mutlaka başvurdukları kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarıdır. Halen neredeyse dünya piyasalarının tümünü bu açıdan değerlendiren üç derecelendirme kuruluşunun, yani S&P, Mood’s ve Fitch’in bu açıdan 148 ülkeyi kapsayan son notlarının karşılaştırması, Türkiye’nin 2018’de 82’nci sıradaki yerinin 2019’da 9 sıra gerilediğini ve 91’inci sırada konumlandığını gösteriyor. Bu arada geçtiğimiz yıl kredi değerlilikleri bizden aşağıda olan Yunanistan, Özbekistan ve Ermenistan gibi ülkeler 2019 sonunda bizim önümüze geçmiş bulunuyorlar. Üç kuruluşun notunun da bizi yatırım yapılabilir düzeyin altında değerlendirdiğini zaten birkaç yıldır biliyoruz. 2020’de bu durumu tümüyle değiştirecek görünür bir neden ortada olmadığına göre bankacılık ve reel kesim için işlerin kolaylaşacağını ummak iyimserlik olur. Finansman bulunsa bile maliyetinin yüksek olacağı muhakkak. Dünya’da resesyon korkusuyla negatif faiz söz konusu iken bizim yüksek faiz ödesek te kaynak bulmakta zorlanmamız bunun açık işareti.
Bu durum, kur ve enflasyon üzerindeki baskının süreceğini de gösteriyor. Kaldı ki bunca risk göze alınarak verilen desteğe rağmen reel kesimde sözü edilen toparlanmanın niteliği ve kalıcılığı kuşkulu. Konjonktürün de etkisiyle yükselişe geçen ve 2019’u 52 milyon turist ve yaklaşık 35 milyar dolar gelir gibi parlak rakamlarla kapatan turizm sektöründe bile döviz türü finansman maliyetleri, yatırımların geri dönüşünü uzatıyor, el değiştirmeleri ve konsolidasyonu zorluyor. Sektörde takipteki krediler 2018 sonunda %5’in altındayken, 2019 sonunda yaklaşık %9.5. Şartların en fazla lehte olduğu sektörde durum böyleyken, diğerlerinin daha iyi olması mümkün değil.

Çin’deki virüs krizi ve etkileri

Dünya ekonomisindeki belirsizlik ise Çin’de patlayan virüs tehlikesi ile kırılganlığa ve yeni bir durgunluk dalgasına dönüşme belirtileri veriyor. Korona virüsünün, yol açtığı can kaybının ötesinde hem Çin hem de dünya ekonomisi için çok ciddi sorunlar doğuracağı anlaşılıyor. Dünya ticaretinde kendi dış ticaret hacmi ile 5 trilyon dolar, başka markalar için yaptığı üretimin başka pazarlarda kullanılmasıyla da ilave 25 trilyon dolarlık bir büyüklük oluşturan Çin, son bir ayda sadece 30 milyar dolar civarında dış ticaret yapabildi. Bu korkunç küçülme, küresel ticaretin en büyük savunucusu olan Çin için neredeyse kapıları dışarı kapatma demek. İlk etkilenecek alan olan enerjiden başlarsak, 2019’da 11 milyon varile ulaşan en büyük petrol ithalatçısı Çin’in günlük petrol talebi, Ocak ayında günlük 2.6 milyon varile yani neredeyse beşte birine düştü. Bu, son aylarda yukarı doğru hareketlenen petrol fiyatları için kötü(şimdiden %20 gibi bir düşüş söz konusu), bizim gibi enerji ithalatçıları için iyi haber gibi görünse de petrol üreticilerinin yakında toplanıp yeni bir üretim kesintisi kararı almaları kuvvetle muhtemel. Öte yandan küresel ulaştırma hacmi de ciddi ölçüde daraldı. Ayrıca tatil sonrası Şubat başında Şangay borsası, 0.5 trilyon dolara ulaşan %8’lik bir kayba uğradı. Reel sektörde de pek çok firmanın faaliyetlerini bir süre için durdurması, önemli üretim ve istihdam kaybına yol açmakta. Kısaca 14 trilyon doları aşan büyüklüğüyle dünyanın ikinci büyük ekonomisindeki bu sarsıntı, doğrudan ve dolaylı etkileriyle sadece Çin’in değil dünya ekonomisinin büyüme beklentilerini aşağı çekecek ve küresel belirsizliklere yeni bir boyut katacak gibi görünüyor.

Çin’deki durgunluk, ülkemize de, bazı sektörlerde ihraç fırsatları yaratsa bile, Avrupa ve diğer ihraç pazarlarımızdaki gelir düşüşünden, tedarik zincirlerinden üretim kapasitemize ve TL değerine uzanan olumsuz etkiler yapabilecek. Ama en önemlisi zaten oldukça yüksekte tuttuğumuz risk çıtasının daha da yukarı çıkacağını, iyimser varsayımlarımızı süratle azaltmamız gereğini hatırlatması. Baksanıza sanayi devi Almanya bile gücünü korumak için yakında yürürlüğe girecek “nitelikli iş gücü göç yasası” ile AB dışından genç beyin transferini düşünüyor. Biz ise niteliği giderek düşen genç nüfusumuza sadece “bekçilik” gibi fırsatlar sunabiliyoruz. Ne dersiniz, fazla rahat davranmıyor muyuz?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar