George Washington ve Cincinnatus

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

“Kurucu babalar” eğitimli insanlar mıydılar? Ya da Thomas Paine gibi otodidakt gazete-broşür yazarları olarak mı görülmeliler? Amerikan devriminin hayli halkçı karakteri bir yana, kurucu iradenin kurgusu klasik, hatta elit bir ton taşıyor muydu? Anayasayı yapan Philadelphia Konvansiyonu’na katılan 55 delegenin 9’u Princeton, 4’ü Yale, 3’ü Harvard mezunuydu ve Hamilton da bugünkü Columbia Üniversitesine gitmişti. Ortalama yaşları 42’ydi. Üçte biri en iyi okullarda okumuştu. Delegelerin çoğunluğu hukukçuydu. Bir dereceye kadar Latince biliyorlardı ve hukuk tarihine, doğal haklar ve toplum sözleşmesi kuramlarının gelişimine aşinaydılar. Anti federalistler de bu gruptaydı. Örneğin Arthur Lee’nin Cincinnatus takma adıyla James Wilson’a karşı yazdığı anti federalist denemesi Blackstone, Coke, Montesquieu ve Roma tarihi referanslarıyla, Latince ve Fransızca alıntılarla doluydu. İngiltere’nin 17. yüzyılına bir güçlü bir gönderme, hatta siyasi düşünce açısından bakarsak daha da öncesi –ve sonrası- var mıydı?

İlk olarak cevap evet olmalı çünkü federalist-anti federalist tartışmasına katılanların kullandıkları “Publius”, “Brutus”, “Cincinnatus”, “A Columbian Patriot”, “Cato”, “Agrippa” –ayrıca “Centinel”, “Federal Farmer”, “Officer of the Late Continental Army”- gibi takma isimler bile bize ilgi çekici bir momentin yaşandığını gösteriyor. İlk isim grubu yukarıda işaret ettiğimiz kültürel geleneğe ait olan kişilerin kullanabileceği türden ama ikinci grup isimler oldukça plebeian –halk tipi- bir konumlanışa işaret ediyor. Bu takma isimlerin çeşitliliği, en azından amaçları açısından ama aidiyetleri bakımından da oldukça heterojen bir gruptan bahsettiğimizi gösteriyor. Bu saptama özellikle anti federalistler için geçerli.

Jonathan Israel 1970’lerin 1980’lerin ve 1990’ların kültür tarihçiliğine dönüş dalgasının ideolojik ayrımları, önemli fikirleri kenara itmek gibi olumsuz bir etkisi olduğunu ancak dikkatleri sıradan insanlara, sokağa, kalabalıklara, yaşam tarzlarına çekmek gibi faydalı bir işleve sahip olduğunu söyler. İsrael’e göre elitler değil sıradan insanlar söz konusu olduğunda Amerikan devrimi 1775 yılında değil çok daha önce 1765 Stamp Act’ın neden olduğu popüler hoşnutsuzlukla başlamış sayılabilir. Öte yandan, sonradan bakıldığında Amerikan devrimi de –örneğin Bolşevik devrimi gibi- ‘bitmemiş’ veya ‘ihanete uğramış’ gibi görülebiliyor. 1800 –hatta 1783- sonrası 1776 ruhunun törpülendiğini, örneğin dine fazla taviz verildiğini, eyaletlerin haklarının aşırı merkezileşme (federalizm) sonrası kenara itildiğini, köleliğin kaldırılamadığını, dolayısıyla devrimin ya ‘bitmediğini’ ya da ‘amacından saptığını/saptırıldığını’ varsayanlar olduğu gibi tam tersine ancak ‘törpülenme’ sonrası taşların yerine oturduğunu düşünenler de var.

Devrimin neyi amaçladığı veya amaçlamış olduğu konusu ne kadar radikal olunduğuna ve hatta başlangıçta kendi tahayyüllerinin yaygınlığı konusunda ne kadar hayal görülmüş olduğuna göre değişebiliyor. Buna göre aslında her devrim daima ‘eksik’ kalmış, ‘bitmemiş’ kabul edilebiliyor. Hüsnükuruntu dışında insan tabiatının olayları şablona oturtma eğiliminin –bu bir burjuva devrimidir ve burjuva devriminin n görevi vardır; n-1 adet görev gerçekleşmişse devrim ‘bitmemiş’ demektir gibi- veya devrimin yapılabilir bir şey olduğunu düşünmenin sonucu olabilir. ‘Devrimi yaptık ama maalesef engel oldular, nihayetine erdiremedik, kaldığı yerden devam edelim’ gibi. Jonathan İsrael meseleyi ‘Ilımlı Aydınlanmacılar’ ve ‘Radikal Aydınlanmacılar’ arasında bir çekişmeye dayandırdığı için söz konusu kurguda ‘bitme/bitmeme’ meselesi bu bağlamda anlam kazanıyor. Örneğin 1800 sonrası dini canlanma radikaller için bitmemişlik göstergesi iken ılımlılar için aşırılıklardan arınarak dengeye gelme işareti sayılıyor.   

Yasallık-meşruiyet-hukukun üstünlüğü gibi bağlantılı kavramlar genellikle anayasalar ve diğer hukuk metinleri ve uygulamaları üzerinden düşünülür. Formel kurumlar önemlidir; tipik örneği mülkiyet haklarının statüsüdür. Ancak son yıllarda biçimsel olmayan, yazılı kontrata değil güvene dayalı kurumların etkileri de devreye sokularak ölçülmeye çalışılıyor. Örneğin Glaeser vd. Amerikan kolonilerinde anayasalara varana kadar hukuka açıkça önem verilmesine rağmen asıl belirleyicinin kolonilere yerleşmeye gelenlerin taşıdıkları beşerî sermaye, değerler ve kültür olduğunu savunuyor. Öte yandan Amir Licht vd. dil-kültür ilişkisini ölçülebilir kılmaya çalışan yazına önemli bir katkıda bulundukları makalelerinde cemaate ait olma/özerklik, hiyerarşi/eşitlikçilik, hâkimiyet/uyum kipleri üzerinden bir toplumun hangi tür yönetimi benimseyebileceğini saptamayı deniyorlar. Bu hipoteze göre dil, değerleri ve kültürü taşıyarak toplumun biçimsel olmayan kurumlarını belirliyor. Yukarıdaki üçlünün Fransız devriminin değerlerini imlediği kolayca görülebilir. Yani özgürlük-eşitlik-kardeşlik üçlemesine uyan ve uymayan dil, değer ve kültürler var. İddianın çarpıcılığı kendisini iki noktada gösteriyor; dilin değer ve kültürü yüzlerce yıl taşıması ve biçimsel olmayan kurumların biçimsel kurumlara önceliğinin olması. Keza Kashima & Kashima dilin önemine bir ülkeler arası veri kümesiyle bakarak Sapir-Whorf hipotezini ölçmeyi deniyorlar.

Önemli olabilir. Bir örnek vereyim. Adını Roma Senatosu tarafından iki kez acil durum alarmıyla askeri diktatör olmaya çağrılan (458 BC ve 439 BC) ve her defasında tehlike geçince istifa edip yönetimi senatoya bırakan Lucius Quintus Cincinnatus’tan alan Cincinnati Derneği 1783’te kuruldu. Mercy Otis Warren’ın Cincinnati Derneği’ne sert bir eleştiride bulunduğunu biliyoruz. Washington’un Cincinnatus takma adıyla yazan karşı pozisyondaki Arthur Lee’yi beğendiğini de biliyoruz. Bahsedilen kültür buna olanak tanıyor; hatta karşı tarafın erdemlerini beğenmek kültürün bir parçası olabiliyor. Amerikan demokrasisinin bile kırılgan olduğunu bildiğimize göre şunu söyleyebiliriz: Sadece hukuk ve kurumlar, kontroller ve dengeler, devamlılık ve sebatkârlık değil hepsinin içinde anlam kazandığı kültür kritik öneme sahiptir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Cumhuriyet ve özgürlük 19 Kasım 2024
Trump 12 Kasım 2024
Geçmişe bir yolculuk 29 Ekim 2024
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024
Georges Sorel ve ötesi 17 Eylül 2024