Genişleyici mali daralma

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Genişleyici mali daralma (expansionary fiscal contraction) ekonomi literatüründe bir terimdir. Çoğunluk “kamu harcamaları artarsa, büyüme hızlanır, istihdam artar” diye düşünür. Elbette karşılığında yeterince vergi veya vergi dışı gelir yaratılamıyorsa bütçe dengesi bozulur. Ama bu daha yüksek büyüme karşılığında ödenecek bir fiyattır denir. Aynı mantığın bir sonucu olarak hem kamu harcamaları iç talebi körüklediği için hem de oluşacak bütçe açığından dolayı enflasyon artacaktır. Bu hikâyenin bütününe "Phillips eğrisi" deniyor. Fakat ekonomi o kadar da hafife alınacak bir disiplin değil. Üniversitenin ilk yılında öğrenilenlerle düşünmeye devam etmek doğru değil. Çok farklı teoriler, modeller, ölçümler var. Bunlardan birisi genişleyici mali daralma: Bazı koşullarda bütçe açığını hızla daraltmak, kemer sıkmak, kamu borç stoku/GSYH oranını hızla düşürmek hem büyüme hızını artırabiliyor hem de enflasyonu düşürüyor. Reel faiz aşırı yapışkan değilse, düşen enflasyonla beraber nominal faizler de reel faizler de aşağıya geliyor. Bütçe dengeleri hem bütçe açığı daraltıldığı için hem Hazine ihalelerinde düşen faizlerin sonucu olarak kamunun faiz harcamaları düştüğü için, bazen de –2001 sonrası Türkiye'de olduğu gibi- faiz dışı harcamalar azaltılarak yüksek oranda faiz dışı bütçe fazlası verildiği için düzeliyor. Bütçenin kontrol altına alındığını gören yabancı yatırımcıların o ülkeye bakışı değişmeye başlıyor: Risk primi daha da düşüyor. 

Bu tür bir gelişme 1980'lerin sonunda İrlanda'da olmuştu. Bu görüşe “Alman görüşü” adını veren Giavazzi & Pagano, Keynesyen beklenti yerine –kamu harcamalarının kısılmasının daralmaya yol açacağı görüşü- beklentileri düzelterek daralan kamu harcaması yerine hızla artan özel tüketim harcamasının büyümeye yol açacağı tezinin –Alman görüşü- doğrulandığı ülke olarak İrlanda'ya işaret ediyordu. Bu sonucun alınabilmesi için kamu harcamalarındaki kesintinin ciddi bir kesinti olması ve aktörlerin kesintinin kalıcı olduğuna inanmaları gerekiyordu. Zira ancak kalıcı bir kamu harcaması kesintisi gelecekteki vergilerin düşük seyredeceğini ima edebilirdi. Özel tüketim harcamasını coşturan etken gelecekte düşük vergi ödeyeceğini tahmin eden hane halkının aradaki farkı harcamasıydı. 

İrlanda'da 1982 yılındaki ilk stabilizasyon denemesi uzun süren bir resesyonla sonuçlanmıştı. 1982 stabilizasyonu enflasyonu İrlanda Punt’unu EMS (European Monetary System) çerçevesinde Alman markına bağlamaya, faiz dışı bütçe açığını yüzde 7 oranında daraltmaya –büyük ölçüde vergi artışlarıyla- dayanıyordu. 1984 yılına gelindiğinde hedeflere ulaşılmış, nominal ve reel faizler hızla düşmüş fakat konut fiyatları da düşmüştü. 1982-84 arası özel yatırımlar duraklarken, özel tüketim yüzde 7,1 oranında daralmıştı. Tipik bir Keynesyen sonuç beliriyordu: İrlanda, dış pazarlarda rekabet gücü olmasına ve ihracatın desteğine rağmen, iç talebin çökmesi sonucu enflasyonu düşüreyim, bütçe açığını yok edeyim derken resesyonla karşılaşmıştı.

Fakat 1987 yılında benzer reçete tekrar denendiğinde sonuç farklı oldu. Faiz dışı bütçe açığı eski kısıntının üzerine bir yüzde 7 daha daraltılıyor, fakat vergiler artırılmıyor ve kamu tüketimi yatırımlar dâhil kısılıyordu. Sert bir devalüasyonla başlayan 1987 girişimi dolaylı vergileri artırmıyor, vergi tabanını genişletiyordu. Marjinal vergi oranı düşerken özel tüketim canlanıyordu. İrlanda ikinci denemede bütçe açığını azaltıp borç/GSYH oranını ve enflasyonu düşürürken, iç talep canlanmış ve ekonomi büyümeye başlamıştı. 2003 başında Türkiye'de yaşanan kısa süreli tartışmada taraflar İrlanda'nın 1982 ve 1987 deneylerine referans vermiş sayılmalıdır. Acaba IMF'nin dayattığı ve çok sayda insanın pek de beğenmediği GSYH'nin yüzde 6,5'u oranında faiz dışı bütçe fazlası verme şartı ekonomiyi resesyona mı sürükleyecekti, yoksa İrlanda'nın başarılı ikinci deneyi tekrar mı edecekti? İkincisi oldu.

2001 krizi sonrası Türkiye'de kamu borcu/GSYH oranı yüzde 54'ten yüzde 104'e fırlamıştı. Reel faizler o kadar yükseldi ki, 2003 sonunda Hazine TL cinsi iç borçlanma senetlerine (DİBS) ex post yüzde 26 reel faiz ödedi. 2002 yılının ortalamasında reel faiz yüzde 30 oldu. 2005’in ilk büyük sorusu global olarak faizlerin yükselme döneminde Türkiye’nin reel faizleri düşürmekte ne kadar başarılı olacağıydı. Soru açıktı çünkü bütün dünya Fed'in 2001 resesyonu sonrası 13 kez arka arkaya faiz indirerek gecelik faizi yüzde 6,5'dan yüzde 1'e indirdiğini ve II. Irak Savaşı dolayısıyla kamu harcaması yaparak genişletici politika uyguladığını biliyordu. Bu dönemin sonuna gelindiği görülüyordu.

2003-04 yıllarında Türkiye'de nominal ve reel faizlerin düşmekte olduğu aşikardı. Fakat faizlerin reel bölümünün 2005 yılında ne kadar düşmesinin gerektiği ve fiilen ne kadar düşebileceği henüz cevabı belli olmayan bir soru olarak ortada duruyordu. Ancak makro dengelerde ve para politikasında belirgin bir değişim yaşanmazken mali piyasalar coşmaya başlamıştı bile. Nedeni ülkeye özgü olmaktan çok, tüm gelişmekte olan piyasalara ortak bir faktörün devreye girmesiydi: Yabancı sermaye girişleri gelişmekte olan mali piyasaları belirlemeye başlamıştı. Böylece çember kapandı. Program kendi mantığı içinde başarılı oldu. Buna yakın bir mali kural tasarlanabilir. Ancak on yıl önce de gündeme gelmiş olan mali kural bir türlü uygulanamıyor.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Cumhuriyet ve özgürlük 19 Kasım 2024
Trump 12 Kasım 2024
Geçmişe bir yolculuk 29 Ekim 2024
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024
Georges Sorel ve ötesi 17 Eylül 2024