Gelişmekte olan ülkeler ve swap
Bu köşede elimden geldiğince bizim dışımızdaki gelişmelerin olası yansımaları üzerine değinmeye çalışıyorum. Yinelemekte fayda olduğu kanaatindeyim: Dışarıyı anlamadan içeride olup biteni kestirmek pek sağlıklı olmuyor. Tam da bu nedenle son iki yazımı gelişmekte olan ülkelerdeki gelişmeler üzerine yoğunlaştırdım. Elbette çıkış noktamız yine, yeni, yeniden COVID-19.
Maalesef insani açıdan pandeminin birçok negatif yansıması oldu. Bu tür şok dalgalarına bir gün altyapıları itibarıyla hazır oldukları düşünülen gelişmiş ülkelerin nasıl büyük tahribatlarla karşılaştıklarına tanıklık ettik. Benzer şekilde son 20 yılın yıldızı olarak gösterilen gelişmekte olan ülkelerin de hali hazırda gelişmeye devam etmekten başka bir çıkar yolları olmadığı gerçeğini de hatırlamış olduk. Çin’de ilk kez Aralık 2019’da görülen virüsün merkezi sırasıyla Avrupa ve ABD olduktan sonra artık tartışmalar Rusya ve Brezilya özelinde yoğunlaşmış durumda. Farklı hikayelerden bahsediyor gibi olsak da konu gün sonunda gelişmekte olan ülkelerin de altyapı açısından gidecek bir hayli yolları olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkarmış oldu. Son tahlilde Rusya’da Mayıs ayı başlangıcı ile beliren meşhur “pik yapma” hareketi şimdilerde belirli bir patikaya oturma çabası içerisinde olurken, Brezilya’da ise ana sorun hala daha konunun önemini kavramaktaki problem olarak beliriyor.
Pandeminin etkileri maalesef insani açıdan zararlar ekseninde sınırlı kalmadı. Doğal olarak finansal etkileşimi de daha önce görülmemiş ölçekte götürü şeklinde oldu. Ne gibi? Bir defa Amerikan dolarının global sistem içerisindeki hegemonyasını bir kez daha, üstelik epey bir can acıtır şekilde hatırlamış olduk. Gelişmişinden gelişmekte olanına tüm ülke varlıklarından ciddi portföy çıkışları olduğunu çok değil bundan 2 ay önce her gün konuşur durumdaydık. 2008-09 krizi sonrasında artan özel sektör borçlulukları ve finansal ürünlerin uzun yıllar süren primlenme vaziyetindeki geri dönüş hem varlıkların kendi içerisindeki likidite ihtiyacını akıl almaz ölçekte tetikledi hem de ülkelerin nakde olan hazırlıksızlığını gün yüzüne çıkardı. Hatırlayalım: Yatırımcılar petrole dayalı kontratlarda ilk kez eksi fiyat nedir, opsiyon piyasasında nasıl fiyatlanır, likidite ihtiyacı ve zarar-kes durumları için diğer varlıklardan nasıl çıkış yapılır gibi sorulara yanıtları yine yakın zaman içerisinde acı bir şekilde tecrübe etti.
Tam da bu noktada hikayeyi meşhur “swap” başlığı etrafında genişletebiliriz diye düşünüyorum. Şimdilerde öylesine karmaşıklaşan swap tartışması var ki konu her geçen gün içerisinden çıkılmaz bir hal almakta farklı bir aşamaya geçiyor. Yerel gündemde swap konusuyla ilk tanışmamız hatırlayacaksınız Mart 2019’da Londra’da yükselen lira faiz maliyetleri ile oldu. Devam eden süreçte yan etkileri kaynaklı CDS başlığının da yatırımcı gündemini meşgul ettiğini gördük. Hala daha da ettiğini not düşelim. Peki, neden neredeyse herkes sohbete swap ile başlıyor? Dağa doğrusu “hangi swap?” desek yanlış mı olur?
Konu, uzun yolculuğuna; likidite ihtiyacının karşılanması, Amerikan para politikasının daha işler bir hal alması ve belirlenen rotadan çıkmaması için Fed’in öncelikle sistemik öneme sahip gelişmiş, devamında ise diğer 9 ülkeyi dahil ettiği “swap line” (swap hattı) açıklaması ile başladı. İkinci turda sürece dahil edilen Brezilya, Güney Kore, Singapur ve Meksika ile birlikte gelişmekte olan ülkeler tartışması alevlenmiş oldu. Neden? Zira özellikle Brezilya ve Meksika’nın programa dahil edilmiş olması süreç dışında bırakılan diğer üyelerin finansal varlıkları üzerinde ciddi baskı oluşmasına zemin hazırladı. Elbette ki Fed’in ikinci açıklama ile dahil ettiği ülkelerin politik açıdan tercih edilme sebepleri var. Herhalde bu detaya itiraz gelmeyecektir. Zaten yine yükselen sesler neticesinde Fed bir de ABD tahvilleri teminata alınmak şartıyla ilaveten repo imkanı tanıdığını açıkladı. Dikkat: Yine öncelik Amerikan para politikasının çalışma kapasitesini artırmak. Tahvil piyasasında likidite ihtiyacı kaynaklı satışı olabildiğince önlemek, cevaben de Amerikan doları kaynağı sağlamak.
Yukarıda saydığım iki “geçici likidite” kaynağından Türkiye’nin yararlanma imkanı maalesef “ihtiyaç kadar” olmadı. İkinci turda doğrudan swap hattı açılan GOÜ grubu içerisinde yer almazken, ABD tahvil portföyü de 2.5 trilyon dolar seviyesinde bulunduğundan zaten kayda değer bir öneme sahip değildi.
İsterseniz konuyu daha somut şekilde toparlayalım. Küresel sistemin Amerikan dolarına olan ihtiyacı acı bir gerçek ve maalesef tecrübe ederek bir kez daha hatırlamış olduk. Diğer husus, Fed’in sağladığı likidite kanallarının önemli ama geçici bir süreliğine olduğu. Yani, bunun da bir sonu var ve gün geldiğinde sistemin ihtiyacı bir kez daha listenin üst sırasındaki yerini almış olacak. Olan biten şu an için düşürülen fonlama maliyetleri kaynaklı sakinleşme ortamı. Ayrıca, kullanılan her “swap” kelimesi mevcut aciliyeti ifade etmiyor. Fonlamanın birimi rezerv para ya da değilse ihtiyacı karşılama kapasitesi de değişiyor. Öte yandan yerel para birimi ile ticaret başlı başına ayrı ve değerli bir konu, swap hattının açılarak borç ödeme baskısına dair kaygıları düşük maliyetle azaltmak, negatif ayrışmayı doğru zamanlama ile bertaraf etmek apayrı bir konu. Misal, 21 Mayıs itibarıyla NY Fed’in açıkladığı verilere göre, swap hattında vadesi devam eden rakam 448 milyar dolar. Bunun 35 milyar dolarlık kısmı Singapur, Güney Kore ve Meksika tarafından kullanılmış. Üçlünün tüm işlemlerindeki (biten + devam eden) ortalama vade 44 gün, faiz oranı ise yüzde 0.43. İyi bayramlar dilerim.