Gelire endeksli senetler
Uğurcan Özses
Ekonomist
Kısaca ‘’GES’’ olarak adlandırılan gelire endeksli senetler, mülkiyeti devlette kalmak şartıyla, kamuya ait işletme veya benzeri kuruluşların elde ettikleri kazançların, verilen borç karşılığında alacaklılara aktarılmasıdır. Bu yöntemle ‘’GES’’ ekonomide gönüllü tasarrufları arttırarak, fiyat artışlarına yol açan talep fazlalığını önlenmeye yönelik bir araç olarak kullanılmaktadır.
Globalleşen ülkelerde, piyasada talebi karşılayacak derecede mal arzı bulunamaması halinde dışa kapalı ekonomilerde olduğu gibi doğrudan fiyat artışları olmayacaktır. Çünkü gümrük duvarlarının da kalktığı ülkede en hızlı çözüm, iç piyasada artan talep miktarının karşılanması için, gerektiği ölçüde ithalat yoluna gidilmesi ve arz ile talep dengesinin sağlanması olacaktır.
Ülkenin, artan ithalatı karşılayacak ölçüde bir döviz rezervi ya da geliri bulunması halinde, ilk planda herhangi bir fiyat artışı söz konusu olmayacaktır. Ancak, artan mal talebinin yarattığı ilave döviz ihtiyacının ülke rezervlerinden ya da döviz gelirlerinden karşılanamaması halinde, ithal edilen mallar karşılığı ödeme yapılabilmesi için döviz fiyatlarında yükselme başlayacaktır.
Böylece, kapalı ekonomilerde doğrudan fiyatlara yansıyan talep fazlalığı, globalleşen ülkelerde döviz fiyatlarındaki artış sonrası, dolaylı biçimde mal ve hizmet fiyatlarına yansıyacaktır. Burada kamuoyunda sıkça söylendiği gibi bir maliyet enflasyonu değil, gerçekte etkisini kur artışları yoluyla maliyetleri yükselterek gösteren bir talep enflasyonu söz konusudur. Bu durum, spekülatif döviz atakları bir yana bırakılırsa, ekonomide arzı aşan mal talebinin, ithal yoluyla karşılandığı için dövize olan gereksinimin sonucudur.
Ancak, dış ülkelere borçlanılma yoluyla karşılanan döviz talebi, sürdürülemez bir seçenektir. Nitekim devamlı olarak yazılarımızda vurguladığımız gibi, 2003 yılından itibaren Merkez Bankasınca yürütülen “enflasyon hedeflemesi” uygulaması, bu manada değerlendirilmesi gereken bir politikadır. Bu yolla, ülkemizde talep seviyesinin kontrol altına alınması yerine, büyük ölçüde sıcak para sahiplerine borçlanılarak, yükselen talebin ithal mallarla karşılanması yoluna gidilmiştir. Böylece ülkemiz, ekonominin rekabet gücünü bozan sürdürülemez bir kanala sokulmuştur.
Merkez Bankası tarafından uygulanan bu politika ile arzın mevcut talep açığını karşılaması ile de yetinilmemiştir. Bundan daha ileri gidilerek, yabancı sermaye sahiplerine ödenen cazip faizler ile başta sıcak para olmak ülkeye akan dış borçlarla, o gün mevcut talep yani tüketim seviyesi daha da körüklenmiştir. Bollaşan dövizler karşılığı piyasaya giren Türk Lirasının artması ile faiz oranları ve enflasyon düşmüş buna karşın cari açıkta büyük artışlar olmuştur. Tasarruf etmek şöyle dursun, başta bankaların sağladığı düşük faizli tüketici kredileri ile talep daha da yükseltilerek, tüketim miktarının daha üst seviyelere çıkılmasına neden olunmuş, ülkenin geleceği ipotek altına alınmıştır. Sıcak paraya yüksek faiz verilerek gelen döviz tutarı karşılığında bollaşan Türk Lirası, faizin oranları ve enflasyonun geçici olarak sürdürülemez bir şekilde düşmelerinin gerçek nedenidir.
Ancak döviz talebinin, esası bir ‘’hiç’’ olan, sadece artan taleple ayakta durabilecek kripto paralarda olduğu gibi, yukarıda açıklananların ötesinde değer korumaya yönelik maksadını aşarak, kazanç sağlama amaçlı ‘’spekülatif bir eyleme dönüşmesi mümkündür. Spekülatif nedenlerle ekonominin gerektirdiği seviyenin üzerinde artan döviz fiyatları da yüksek kur ile yapılan ithalat nedeni ile mal fiyatlarına artış olarak yansıyacaktır. Bu yönüyle ‘’kur korumalı mevduat’’ ile, ekonominin gerektirdiği fiyat artışlarının ötesinde oluşan ‘’spekülatif kur’’ artışları başarıyla kontrol altına alınmıştır.
Bütün bunların yanında, bu günlerde mevcut sorunları dahi gölgede bırakacak şekilde petrol gibi bazı stratejik ürünlerde yüksek fiyat hareketleri, kaçılmaz biçimde hem ülkemizi, hem tüm ülkeleri olumsuz biçimde etkilemeye başlamıştır.
Ülkeler için, başta enerji olmak üzere ithal edilerek sağlanan bazı ürünlerin taleplerinin sert olması nedeniyle, vazgeçilemez nitelikleri vardır. Bu ürünlerde meydana gelebilecek fiyat artışlarını karşılanabilmesi, gayrı safi yurt içi hasılanın daha büyük bir bölümünün bu malların temin edildiği ülkelere aktarılması manasına gelecektir.
Nitekim, para yerine mal takasının esas olduğu dönemlerde, alınması zorunlu olan mallar için komşunun daha yüksek bedel talep etmesi sonucu aile yediği ekmeğin daha fazla kısmını tasarruf etmek zorunda kalacaktır. Yani daha az ekmek tüketecektir. Bu durum da ister istemez ailenin küçülerek, refah seviyesini azaltılması anlamına gelecektir.
Gereken ekonomik küçülme yaşanmak istenmiyorsa, bu zor günler için bir kenarda ekmek tasarrufu olup olmadığı önem kazanacaktır. Yeterli ekmek rezervleri varsa, ihtiyaç belirli müddet oradan karşılanarak, mevcut durum korunmaya çalışılacaktır. Nispi bolluk döneminde katlanılan tasarruflar, yani rezervler bu gibi zor günlerde karşılaşılan sorunları belirli bir müddet için de olsa çözmenin en kolay yoludur.
Bu durum kuraklık gibi, ürün arzını azalmasına yol açan afetler için de geçerlidir. Hazreti Yusuf, büyük öngörüsüyle nasıl bolluk zamanı buğday tasarruflarıyla, kuraklık dönemlerinde ürün talebindeki arz eksikliğini önlemişse, aynı ilkeler bu gün için de buğday yerine döviz biriktirilmesi şekliyle aynen geçerlidir.
Bu seçenek mümkün olmaz ise, başta sıcak para olmak üzere dış sermaye sahiplerinden sağlanabilecek borçlanma ile cari açık devam ettirilmeye çalışılacaktır ki, sürdürülemez bu durumun maliyet ve sonuçları ortadadır.
Tamamen ülke dışındaki nedenlerle, müdahale edilemez bir şekilde gelişen bu duruma karşı rezervlerin kullanılması dışında, en doğru çözüm, ülkenin tüketim seviyesini azaltmasıyla yapılan tasarrufları, bu ürünlerin bedellerindeki artışı karşılamak için kullanmaktır. Bu seçenek, tüketimi azaltan her türlü sıkı para politikası önlemlerini devreye sokmayı belli bir süre kaçınılmaz kılacaktır.
GES uygulamasına geçilmesi, bu manada önemli çözümlerden biridir. Gönüllü tasarrufları arttırarak, dışarıya borçlanılmadan gereken dengenin sağlanabilmesi için önemli bir katkı verebilecektir. Kamuya borç verilmesi karşılığında elde edilecek gelir tutarının, ancak halk tarafından cazip görülmesi halinde, beklenen bu işlevini yerine getirebileceği açıktır. Gereken ilgiyi görmesi halinde ‘’GES’’ borçlanma ile artan tüketim seviyesinin enflasyon üzerindeki etkisini, belirli bir süre erteleyebilecek ve ekonominin toparlanması için zaman kazandırabilecektir.
Doğal olarak, alınan sıkı önlemlerle küçülen talep seviyesinin düşmesi halinde ekonomik faaliyetler azalacaktır. Bu azalma, ihracat artışıyla telafi edilemez ise, belirli bir dönem ülkede durgunluk ve işsizlik görülmesine neden olacaktır. Ekonomide düşürülen tüketim seviyesi daha yüksek talebe alışık işletmelerin küçülmelerine ve belirli bir süre de olsa istihdamı azaltmalarına yol açacaktır. Bu durum bozulan dengeleri yerine oturtmanın bedelidir. “Hem diyet yapalım hem de her türlü tatlıyı yiyelim” gibi bir çözüm ekonomide de mümkün değildir.
Kısaca, içinde bulunulan siyasi atmosferde dikkate alınırsa, ‘’GES’’ uygulamasının yaratacağı etkinin mevcut dengeleri bozmayarak, belli bir dönemi idare edici bir şekilde tasarlandığı düşünülebilir. Bu nedenle Süper bono benzeri daha cazip araçların yaratacağı etkili önlemler varken, ortalama % 25 getiri beklenen GES uygulaması, ancak halkın talebinin test edilmesi açısından önem taşıyacaktır. Yapılan bu uygulamadan, seçimlere kadar, ekonomik faaliyetlerde küçülmeye gidilmeden belirli bir ekonomik dengenin korunacağı izlenimi doğmaktadır.