Gelen veriler ne diyor?
Haftabaşından beri pek çok ekonomik veri peşi sıra yayınlandı. İçlerinde iyi de var, kötü de var. Şöyle bir sıradan gidersek:
Enflasyon: TÜFE Temmuz’da yüzde 0.58 ile geçen senenin aynı ayındaki 1.36’nın belirgin bir şekilde altında kaldı. Böylece 12 aylık enflasyon da yüzde 11.8’e gerilemiş oldu. İlk bakışta olumlu bir gelişme olarak görülse de detaylara bakınca pek de öyle olmadığı anlaşılıyor. Şöyle ki, Temmuz ayları Türkiye’de enflasyonun en düşük olduğu aylardır. Bu mevsimselliğin ana sebebi bu ay taze gıda fiyatlarının gerilemesi ve turizm gelirlerinin artması nedeniyle döviz baskısının azalmasıdır. Son 15 yıla baktığımızda, Temmuz enflasyon ortalaması 0.22’dir. Böyle bakınca 0.58’in hiç de düşük olmadığı ortada. Bir de son dönemlerde yeniden artış gösteren kurlardan gelecek olan etkiyi de dikkate alırsak, enflasyonun istenen patikada ilerlemesi imkansız gözüküyor. Senenin ilk 7 ayında kümülatif enflasyon yüzde 6.4 oldu. Kalan 5 ayda enflasyon son 15 yılın ortalamalarında gerçekleşse bile, sene sonu enflasyonu yüzde 11.3 olacak. Merkez Bankasının sene sonu tahmini ise 8.9!
Dış ticaret: COVID-19 tedbirleri sonrasında geçen aylarda enerji fiyatlarındaki keskin gerilemeye karşın ithalattaki düşüş oranı ihracatın altında kalmış, bu da dış ticaret açığının artmasına sebep olmuştu. Temmuzda ise ihracat yüzde 5.75 azalırken, ithalattaki azalış ise 6.33 oldu. Böylece de dış ticaret açığı yüzde 9 kadar geriledi. COVID-19 ortamında daralan küresel ticarete rağmen ithalattaki azalışın sınırlı kalmış olması olumlu. Şimdilik ticaret verileriyle ilgili en olumsuz nokta tüketim malları ithalatında görülen yüksek oranlı (yüzde 25) artış.
PMI Endeksi: Satın Alma Yöneticileri Endeksi olarak da bilinen PMI rakamları gelen veriler arasındaki en olumlusu. Hazirandan sonra Temmuz’da da bu endeks 50 seviyesinin üzerinde kalarak sanayide işlerin iyiye gitmekte olduğunu teyit etti. Ağırlıklı olarak iç talep, kısmen de dış talep üretimin artmasında etkili oldu. Üretim kapasitelerindeki artışlar da ek yatırım ihtiyaçlarının ortaya çıkabileceğine işaret etmekte. Öte yandan, talepteki iyileşme girdi maliyetlerindeki artışın müşterilere daha kolay yansıtılmasını sağlamakta. Bu da nihai ürün fiyatlarında artışa sebep oluyor.
Faizler: Faizler derken Londra’da oluşan swap ve CDS faizlerinden bahsetmek gerekiyor. Yurtdışındaki TL açığı (ve Türk bankalarının bu açıkları fonlamasına getirilen katı kısıtlamalar) yüzünden bu faizlerde bir süre piyasadışı fiyatlamalar gözlemlendi. Şahsen, özellikle sıcak para mefhumuna hiç de sıcak bakmayan biri olarak bu gelişmeye çok da üzülmedim doğrusu. Ancak gene de bu anormal faiz oynamalarının TL ile ilgili yatırımcı algısını son derece negatif etkilediği de bir gerçek. Yurtiçindeki TL faizlere baktığımızda ise Temmuz başına göre düşüş hızında bir durulma görülse de, süregelen enflasyona göre çok düşük kalmaya devam ediyor. Özellikle mevduat faizlerinin seviyeleri “neden tasarruf sahipleri reel faizler bu kadar eksideyken hâlâ TL mevduat yaparlar?” sorusunu sorduracak kadardüşük.
Kurlar: Doların değer kaybı (dolayısıyla da altının değerlenmesi) sürüyor. ABD’de korona vakalarının önlenememesi, tedbirlerin sıkılaştırılma ihtimalinin artması, 10 yıllık faiz oranlarının rekor düşük seviyeleri ve ileriye dönük enflasyon beklentilerindeki artış doların zayıflamasına neden oluyor. Bu durumun bizim açımızdan iyi tarafı ise ihracat gelirlerimizin ağırlıklı olarak Euro (ithalat giderlerimizin ise dolar) üzerinden olması. Kötü tarafı ise doların rezerv statüsünün zayıflamasının emtia üreticisi pek çok ülkenin aleyhinde bir durum olması. Korona ile hızla gerileyen emtia endeksleri halen sene başı seviyelerinin üçte bir kadar altında seyretmekte. TL kurlarda görülen hareketlenmenin ise TL’nin tarihi değerlere göre zaten aşırı zayıf olduğu bu noktada Türkiye ekonomisi için hiçbir faydası yok.
Netice olarak, gelen verileri dikkatli takip etmeye devam ederek şu noktada fazla iyimser veya kötümser yorumlara itibar etmememiz gerekiyor.