Gelecek nasıl bir dönüşüm gerektiriyor?
Türkiye yeni sanayi dönemine hazır mı? Herhalde bu soru yüzlerce kez soruldu. Hemen her cephede de yanıtı arandı. Hükümet, sanayici, sivil toplum kuruluşlarında... Konferanslarda, gazetelerde, TV kanallarında...
Soru hiç şüphesiz önemli. Hazır olup olmadığımızı anlayabilmek için ise daha öncesinde sorulması gereken bir başka soru var: Yeni dönem nasıl bir dönüşümü gerektiriyor?
Cevaba gelmeden önce durumu şöyle özetleyeyim:
210’dan fazla ülkeye ihracat yapıyoruz. Bugün Avrupa’da satılan her 4 TV setinden, her 5 buzdolabından biri Türkiye’de üretiliyor. İklimlendirme sektöründe Avrupa’nın üssüyüz. Otomotiv sektöründe Avrupa’da 4’üncü büyük üreticiyiz. Ticari araçlarda ise 2’inci büyük. Çelikte, Almanya’dan sonra Avrupa’nın en büyük üreticisi konumundayız.
Hiç şüphesiz listeyi uzatmak mümkün. Ama sanırım derdim anlaşıldı. Türkiye kuvvetli bir imalat sanayine sahip. Bu çok önemli bir avantaj. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta da şu: Bu durum gelecekte risk altında! Ve bu riskin nedeni imalatın itici güçlerindeki zafiyet.
Açayım biraz izninizle...
Başlangıcı 2011’e tarihlenen dördüncü sanayi devrimine, önceki üçüne göre daha iyi bir yerde girdik. Bugün bir iddiamız var imalat tarafında. Doğrusu, herkesin durumu aynı değil. Birçok ülkenin endüstriyel birikimi yok denecek kadar az. Birçoğunun da ne birikimi ne de bu yönde bir iddiası var.
Böyle bakınca elimizdeki imkanlar seti de görece güçlü. Çok ve çeşitli alanlarda üretim yapma kabiliyetimiz var. Uluslararası raporlara göre, üretim kabiliyeti bakımından Almanya, Japonya gibi ‘birinci lig’ ülkelerin hemen ardında yer alıyoruz. Şöyle de diyebiliriz: İkinci ligden birinci lige yükselme hattındayız.
İşte fırsat da risk de burada! Fırsat tarafına dikkat çektik. Korona salgını sırasında bu daha da net ortaya çıktı. Belki de ilk kez, Türkiye’nin sadece coğrafi konumu nedeniyle değil, bu topraklar üzerinde inşa ettikleri için önem taşıdığı görüldü. Dünyada tedarik zincirlerinin değiştiği bir süreçte de önemli olmaya devam edecek. İşin risk tarafına gelince, bir kez ikinci ligde olmak dengeli bir durum değil. Çünkü sürdürülebilir değil. Yeni dönem, yeni teknolojileri yakalayamayan ne birinci, ne ikinci veya üçüncü ligde yer alanlara pek şans tanımıyor. Aynen önceki sanayi devrimlerinde olduğu gibi kimse onları beklemeyecek. Fakirleşecekler.
Açıkçası dünya dördüncü sanayi devriminin yıkıcı etkilerini henüz görmedi. Ne biz, ne diğer ülkeler. Ama böylesi büyük faz değişikliklerinin ne gibi sonuçlar üretebileceğine ilişkin fikrimiz var. 1800’lerdeki ilk sanayi devriminin o dönemde dünya ekonomisinin yüzde 21’ini oluşturan Hindistan ve yüzde 33’ünü oluşturan Çin’in üzerindeki yıkıcı etkilerini tarih bize gösteriyor. Payları yüzde 1-2 seviyesine kadar geriledi. Tüm reform çabalarına rağmen Osmanlı üzerindeki etkileri de benzer oldu.
Şimdi dünya yeniden şekilleniyor. Nasıl şekillendiğini, hangi güçlerin sahneye çıktığını da az çok hepimiz izliyoruz. Buradaki hegemonya kavgasını da... Belli ki işler önümüzdeki dönemde, yapay zeka, 5G, kuantum bilgisayarlar, uzay teknolojisi gibi alanlardaki yarışla farklı bir boyuta ulaşacak.
Dördüncü sanayi devrimi siber-fiziksel sistemler, nesnelerin interneti, çok yüksek hızlı haberleşme ağları demek. Sanayi 5.0, Toplum 5.0 gibi yeni adlar da almaya başlayan bu süreç uzun sürecek. Bugüne kadarki sanayi devrimlerine bakınca hiç bir ‘devrim’ 50 yıldan aşağıya sürmemiş. Bu anlamda ‘daha yeni başladı’ diyebileceğimiz bu dönemden şimdilik en iyi yararlanan ABD’li şirketler. İnternet çağının ortaya çıkardığı imkanlardan iyi faydalandılar ve faydalanmaya devam ediyorlar. İsimlerini saymaya gerek yok. Son 10-15 yılda Amerika’dan 4-5 tane 2’şer trilyon dolarlık firma çıktı. Deyim yerindeyse, internetin kaymağını ABD yiyor. Avrupa’nın şu sıralar fazla bir esamesi okunmuyor.
Ancak görünen o ki, ABD’nin dördüncü sanayi devriminin temelini oluşturan makinelerin makinelerle konuşması, haberleşme teknolojilerinde sıçramalar yaşanmadan mümkün değil. Yeni internetin birçok uygulaması Çin’den çıkacak. Bakıyorum, son dönemde COVID-19 ile birlikte hayatımıza giren, video konferans gibi teknolojilerin birçoğu da Çinli girişimcilerden. Gençlerin yoğun ilgi gösterdiği platformlar da öyle... Bugün 200 milyar dolar piyasa değerine ulaşan bir tele konferans sisteminin iki yıl önceki başlangıç sermayesi 20 milyon doları geçmiyor. Bir başka ifadeyle yaratılan değer bin katı buluyor. Amerikalı internet ve teknoloji şirketlerinin 2’şer trilyon dolarlık piyasa değerlerine ulaşmasını sağlayan bu gidişat yarın da Çinli platformların 5-10 trilyon dolarlık süper platformlara ulaşmasına zemin oluşturuyor.
Buradaki büyük pasta ‘casusluk’ ve benzeri suçlamalarla hükümetlerin de işin içine karıştığı teknoloji şirketleri üzerinden paylaşılacak. Ve işaretler içine girdiğimiz sürecin, ülkeler arasında bugüne kadar şekillenmiş bölüşüm ilişkilerini de değiştirmeye başladığını gösteriyor. Taşlar yerinden oynadı bir kere... Sistemde, hareket ve ısı artıyor. Entropi yükseliyor. Korku ve karşılıklı güvensizlik ortamında ‘güçler dengesi’ bozuluyor, sistem kaçınılmaz olarak ‘yeniden paylaşıma’ yöneliyor. ‘Sanayi Devrimi’ diye anladığımız süreçlerin özünde teknolojik değişme var. Bugünün devriminin özünde de öyle... Bugünün başat teknolojileri ise veriyi iletme ve işleme üzerinde gelişiyor. İnsanlık tarihinde üretilen verilerin yüzde 90’ı son 24 ayda sağlandı. Her gün 2.5 katrilyon bayt veri üretiliyor. Bu büyük dalga, daha da büyüyecek, bir veri tsunamisine dönüşecek. Ve bu alandaki gelişmeler, ‘sosyal medya’ ile sınırlı kalmayacak. Endüstriyi de hızla şekillendirecek.
Geniş çaplı etkilerini henüz tam farkında olmadığımız bu süreç:
Sanayi 4.0 mevcut küresel ekonomide kırılmalara yol açacak.
Koronavirüs ile hızlanan dijitalleşme pek istihdam dostu değil. İnsan emeğinin payı üretimde giderek düşecek. X Enerji ve taşımacılık gibi diğer maliyetler artacak. Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi, aslında bir ‘sanayi belgesi’ olan yeni üretim çerçeveleri, ‘yeşil teknolojileri’ kullananların verimliliğini artırıp, harcamalarını düşürürken, uyum gösteremeyenlerin maliyetlerini kısa zamanda artıracak.
Yeşil teknolojiler olarak adlandırılan yeni teknolojilerin hemen hepsi Ar-Ge yoğunluklu derin teknolojiler. Derin teknolojiler öne çıktıkça, üretim yeniden gelir düzeyi düşük ülkelerden, altyapısı sağlam ülkelere yönelecek. Şirketinin, sektörünün ve ülkenin geleceğini düşünen herkesin dert edinmesi gereken konular bunlar. Bu çerçevede Endüstrisi 4.0’a ayak uyduramayan ülkelerin mevcut endüstrilerinin de erozyona uğraması söz konusu. Peki bu noktada ne yapmalı? Yani gelelim başta sorduğumuz sorunun yanıtına. Kısaca sıralayayım: Bir, çok hızlı biçimde Sanayi 4.0 yatırımlarına, yeni dönemin ihtiyaçlarına uygun teşvikler getirilmeli. İki, 5G iletişim altyapısı bir an önce kurulmalı. Üç, hiç zaman geçirmeden yeni döneme uygun biçimde eğitim sistemi yeniden düzenlenmeli.
“Şunu unuttun ama...” yönündeki itirazlarınızı duyar gibiyim. Tabii ki, yapılması gerekenler bunlarla sınırlı değil. Ama bugün, ‘ehem’ ile ‘mühim’ arasındaki farkın farkında olarak yaklaşmak gerekiyor meseleye. ‘Ehem mühime müreccahtır’ derdi eskiler. ‘En önemli, önemliye tercih edilir’ anlamında...
Şüphesiz ki, Türkiye turizm, lojistik ve tarım gibi rekabet gücünün kalıcı olarak yüksek olduğu yatırım alanlarına mutlaka ağırlık vermeli.
Kavramların içini dolduramadan tüketme huyumuzdan vazgeçip, adım atmayı tartışmayı artık rafa kaldırıp, hakikaten adım atmamız gereken üç alandır bunlar. Kaçınılmaz ve ertelenemez üç alan!
İlerlemenin başlıca kaynaklarından biri sorunların çözümüdür. Şimdi mevcut sorunların üzerine bir de hızlı değişimin getirdiği sorunlar eklendi. Üstelik, her sorunun çözümü daha sonra yeni sorunlar üretecek. Biliyoruz. Ama her çözüm girişimimiz de, dünyayı ve değişimi daha iyi anlamamızı sağlayacak.
Hayat dediğimiz, problem çözmekten başka nedir ki zaten?
Hepinize ehemmiyetle sağlık diliyorum.