Geleceğe bakış

Faruk TÜRKOĞLU
Faruk TÜRKOĞLU Dün, Bugün, Yarın

 

Enflasyona karşı mücadelenin 50 yıl boyunca kalıcı bir başarıya ulaşamadığı bir ülkede gelecek hakkında öngörüler yapmak kolay bir iş değildir. Dış ticaret ve cari işlemler dengesindeki açıklar, dünya ekonomisindeki çalkantılardan kaynaklanan dış şoklar ve Türkiye’nin 70 yıldır dünyanın en hareketli bölgeleri olan Ortadoğu-Balkanlar-Kafkasya üçgeninin tam ortasında bulunması tahminleri daha da zorlaştırır (Bu noktada Rusya-Ukrayna'yı, Azerbaycan-Ermenistan'ı, en son İsrail ile Filistin'i ve Gazze'ye dönük sivillerin bombalanması sürecini düşünebilirsiniz). Bu zorluklara rağmen geleceği tahmin için çalışmalar yapmak, farklı senaryolara göre eylem planları hazırlamak gerekir. Bu çalışmalar zihinlerde bir tür “gelecek belleği” oluşturur. Böylece ekonomi yönetimin geleceğin risklerine ve tatsız sürprizlerine karşı daha hazırlıklı olabilir.

Geleceğe hazırlıktaki sorunlar

Beş Yıllık Plan ve yıllık programlar geleceğe hazırlıklı olmaya ve dünyadaki teknolojik ilerlemenin bir gecikme olmadan izlenmesine imkân verir. Gerçek durumun bilinmesi için plan ve programlardaki hedeflere ve performans kriterlerine ne ölçüde ulaşıldığının kamuoyuna açıklanması gerekir. Herhangi bir “tedbir” konusunda gecikme varsa veya tedbirin uygulanmamasına karar verilmişse bunların nedeni de kamuoyuna anlatılmalıdır. Ancak uygulamada bu görevler ihmal edilmektedir. Geleceği tahmin etmeye gayret edenlerin işlerini zorlaştıran faktörler şöyle sıralanabilir:

Plan hedeflerinin ihmali: 11. Beş Yıllık Plan’da elektronik sanayisi için çok iyi düşünülmüş bir tedbir yer almıştı. Plan’ın 371.2. numaralı tedbiri şöyleydi: “İstanbul, Ankara ve İzmir’de birer adet mevcut veya yeni Teknoloji Geliştirme Bölgesi İhtisas Elektronik ve Haberleşme Teknoloji Geliştirme Bölgesine dönüştürülecek veya bu alanlarda TGB kurulması desteklenecek, bu bölgelerde küme geliştirme desteği sağlanacak, ortak kullanıma uygun elektronik test ve analiz laboratuvarları oluşturulacaktır.” 88

Ne var ki 2020, 2021 ve 2022 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programları’nda bu konuda bir bilgi verilmemişti. 2022 Yılı Programı’nda elektronik sanayisi için belirlenmiş bir önlem veya eylem bulunmuyordu.

Bağlantısız hedefler: 2022-2024 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program’ın (OVP) bir maddesinde şu önlem yer almıştı: “Yüksek teknoloji ürünlerinin üretileceği, büyük ölçekli yerli ve yabancı yatırımların yer alacağı, etkin yönetişim modeline sahip yeni nesil endüstri ve teknoloji bölgeleri kurulacaktır.”89 Ancak bu bölgeler konusunda Cumhurbaşkanlığı 2022 Yılı Programı’nda bir açıklamaya yer verilmemişti. “Yeni nesil bölge” tanımı ile Güney Kore’deki Daedoek Innopolis ve Fransa’daki Sophia Antipolis benzeri büyük bir bilim, teknoloji ve üretim şehrinin kastedilip edilmediği konusunda da bir açıklama yapılmamıştı. Bu tür endüstri bölgelerinin, 2018’de yatırım kararı alınan Filyos Endüstri Bölgesi, Trabzon Yatırım Adası, Ceyhan Enerji Endüstri İhtisas Bölgesi’nden farklarının ne olduğu konusuna da açıklık getirilmemişti.

Yarıiletken üretimi yetersiz: 70’li yıllardan bu yana gündemde olan yarıiletken malzemenin ve tümleşik devrelerin yerli imalatı konusunda gereken ölçüde mesafe alınamadı. Bu alanda faaliyet gösteren kamu ve özel kuruluşların sayısı üçte kalıyor. Sanayinin neredeyse her dalında kullanım alanı bulan bu üretim dalında ihracat da yapabilecek kitlesel üretim faaliyetinin başlatılması gerekiyor. Daha önce de vurgulandığı gibi, özel sektör bu tür bir tesis kurmaya istekli olmadığında devlet tek başına veya yerli yada yabancı sermaye ile ortaklığa gitmelidir.

Odaklanmadaki aksama

Ekonomi ile ilgili plan ve programlarda dijital ekonominin tüm alanlarında çalışmalar ve araştırmalar yapılacağı belirtiliyor. “Kritik teknolojiler” diye adlandırılan bu yeni teknolojiler şöyle sayılıyor: Yapay zekâ, nesnelerin interneti, artırılmış gerçeklik, büyük veri, siber güvenlik, enerji depolama, ileri malzeme, robotik, mikro/ nano/ opto-elektronik, biyoteknoloji, kuantum, sensör teknolojileri ve katmanlı imalat.

Ekonomi yönetiminin, yukarıda sayılan “kritik” gelişme alanlarından hangilerine “odaklanılacağını” ve yükselen teknolojilerden hangilerine “öncelik” verileceğini belirlemesi gerekiyor. Çünkü dünyanın teknolojisi en gelişmiş ülkeleri bile ileri teknoloji alanlarının tümünde yetkinleşecek kaynaklara ve imkânlara sahip bulunmuyor. Ekonomiyi yönetenlerin Türkiye’nin en güçlü olduğu alanları belirlemesi, bu alanlardaki araştırmaları tüm gücüyle desteklemesi, tek bir uzmanlık konusuna yoğunlaşan araştırma enstitüleri kurması, özel sektör ve üniversiteler ile planlanmış bir işbirliği oluşturması gerekiyor.

“2035 Teknolojik Öngörüsü”ndeki gecikme

Devletin bilim, teknoloji ve araştırma ile ilgili kurumları, “öncelik belirleme” ve “odaklanma” konularındaki zafiyeti algılayarak teknoloji konusunda uzun vadeli bir perspektif sunan teknoloji öngörüsü hazırlama kararını aldı. 2021 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda da yer alan “2035 Teknoloji Öngörüsü”nün dünyadaki gelişmeleri değerlendirmesi ve ileri teknolojinin hangi alanlarına odaklanılması gerektiğini ortaya koyması amaçlanmıştı.

Ne var ki, aradan bir yıl geçmesine rağmen 2022 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda öngörü konusunda çalışmaların devam ettiği yazılmıştı. Cumhurbaşkanlığı Bilim Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu bünyesinde hazırlanacak olan ve “Vizyon 2035 Teknoloji Öngörüsü” adı verilen çalışmanın açıklanmasının gecikmesi araştırma çalışmalarına hızlandırılmasına imkân vermedi.

Batı’nın ekonominin geleceğine bakışı

Ekonominin geleceğine ilişkin çalışmalar yapılırken bazen yabancı danışmanlardan ve uzmanlardan yararlanılır. Ancak 1830’lu yıllardan bu yana ülkeye gelen yabancı danışmanların önerilerinin çoğunluğu, ekonomide bir yapısal değişikliği ve teknolojik atılımı engelleyen türden olmuştur.

Dünya Bankası ve IMF’nin Türkiye ekonomisi ile ilgili raporlarında çoğunlukla kısa vadede ortaya çıkan sorunlar ele alınır. Raporlardaki öneriler de yine makroekonomik göstergelerde kısa vadede ortaya çıkan dengesizliklerle ilgilidir. Bu raporlarda, Türkiye’nin orta ve uzun vadede teknolojik düzeyini yükseltmek ve cari işlemler dengesi açığını kalıcı olarak kapamak için neler yapması gerektiği konularına değinilmez. Uluslararası ekonomik kuruluşların 1980 ile 2010 arasında kriz dönemlerinde verecekleri destek karşılığında dayattığı koşullar ise teknolojik düzeyi yükseltme hedefine ulaşılmasını zorlaştırmıştır. Bu zorluğu en başta özelleştirme ve devletin sanayiden çekilmesi dayatmaları yaratmıştır.

Devletin ekonomideki faaliyetini yalnız eğitim, sağlık, inşaat ve altyapı hizmetlerinde yoğunlaştırması, teknolojik yoğunluğun ve düzeyin yükseltilmesi hedefini sahipsiz bırakmıştır. Özel sektörün zamanla teknolojik düzeyi yükselteceği yönündeki IMF’nin neoliberal varsayımı gerçekleşmemiştir. Çünkü özel sektör, tüketim malları üretimine yönelmiş, yatırılan paranın geri dönüş süresinin uzun olduğu, riski yüksek ileri teknoloji alanlarından uzak durmuştur. Bir önceki bölümde anlatılan Teletaş’ın acıklı öyküsü IMF’nin baskılarının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Batı’nın Türkiye’nin teknolojik atılımı konusunda 2010 sonrasındaki tutumu da öncekilerden farklı değildir. Büyük danışmanlık şirketlerinden biri olan PricewterhouseCooper’ın 2011 yılında hazırladığı Turkey in 2041 (2041’de Türkiye) adlı rapor Batı’nın olumsuz bakış geleneğinin bir örneği olmuştur. Raporda, 2041 yılına kadar uluslararası uzmanlık merkezine dönüşme potansiyeli olan sektörlerden bazılarının gıda ve içecek, tarımsal Ar-Ge ve hizmetler, alternatif enerji, otomobil üretimi ve turizm olduğu belirtiliyordu. Danışmanlık kuruluşunun sıraladığı geleceği olan iş alanları içinde bir yüksek teknoloji sektörü yoktu. Rapora göre, Türkiye ekonomisi yeni yatırım alanlarında başarılı olamayacak ancak mevcutları geliştirebilecekti. Aynı yaklaşım 1830-1850 ve 1930-1960 arasında gelen yabancı danışmanların kitaplarında ve raporlarında da mevcuttu.90

 Üç gelecek senaryosu

Türkiye ekonomisinin gelecek on yıllardaki performansı 2022 ile 2025 arasındaki tercih, karar ve politika uygulamalarına bağlı olacak. Bu karar ve politikaların niteliklerine göre ekonominin geleceği aşağıdaki senaryolarda görülebileceği gibi farklı olacak.

İlk ele alacağımız senaryoda, mevcut strateji ve politika tercihlerinin gelecek yıllarda da devam edeceği varsayılacak. Bu senaryoda, devletin ekonomideki rolü eğitim, sağlık, konut inşaatı ve altyapı sektörlerindeki iyileştirmelerle sınırlı tutulacak.

İkinci senaryoda, öncelikli olarak odaklanılacak sanayi sektörlerinde yatırımların artırılacağı varsayılacak. Bu senaryoda devlet yeni bir sanayi politikası ve planlaması ile ekonomide eskisine göre daha aktif bir rol oynayacak.

Üçüncü senaryoda ise ikincisindeki uygulamalar ek olarak bilimsel araştırmalarda derinleşme, teknolojik yoğunluk ve düzeyi yükseltme ve ticarileştirme konularında, öncekilerden farklı ve daha kapsamlı iddialı projelerin hayat geçirileceği varsayılacak. Bu senaryoda hazırlanacak yeni bir büyüme stratejisi kapsamında devlet kritik ve stratejik sektörlerde gerektiğinde fabrika kuracak veya yerli ile yabancı sermaye ile ortak girişimler oluşturacak.

Mevcut politikalar devam ederse

Yeni bir büyüme stratejisi ve sanayi politikası hazırlanmadan faiz, kur ve fiyat politikalarının 2021 sonbaharındaki içeriği ile devam ettirilmesi durumunda ihracat belirli bir dönem süresince yükselebilir. Ancak bu yükselişin sürekli olması için kurların devamlı olarak artması ve kur artışlarının geçişkenliğinin diğer bir ifade ile fiyat artışlarına yansıyan etkisinin sınırlı düzeyde kalması gerekir. Ancak Türkiye’de geçişkenlik yüksek olduğu için kur artışlarının yol açtığı enflasyon bir süre sonra ihracatı kazançlı olmaktan çıkarabilir. Negatif reel faiz küçük tasarrufçunun bankalardaki parasının da erimesine yol açar. Artan fiyatlar, ücretlerin satın alma gücünü azaltacağı için sosyal huzursuzluklar artar. Kurların ve fiyatların devamlı olarak arttığı bir istikrarsızlık ortamında yerli ve yabancı sermayenin yatırım eğilimi giderek zayıflar. Bu senaryoda IMF’nin önerdiği özelleştirme uygulaması gereğince devlet sanayiden çekilişini sürdürür, eğitim, sağlık, altyapı ve inşaat yatırımlarına odaklanır. İnşaata dayalı büyüme modelinin uygulamasına devam edilir.

Bu politikanın uygulanmasında kredi genişlemesine bağlı olarak belirli bir yılda yüksek bir büyüme oranına ulaşılabilir. Ancak yatırımlardaki duraklama, artan sosyal huzursuzluk ve kur artışlarının bir noktada durması nedeniyle sonraki yıllarda büyüme performansı geriler. Bu politikanın uygulanmasında örneğin dört yıllık bir süre içinde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 3 dolayında kalabilir.

İstikrar ve yatırım senaryosu

Bu senaryoda devletin, ekonomiyi ve sanayiyi geliştirici yöndeki müdahalesinin önceki dönemlere göre daha güçlü olacağı varsayılmıştır. İnşaata dayalı büyüme modeli terkedildikten sonra bir “yeniden sanayileşme politikası” uygulanması, yerli ve yabancı sermayenin yatırım eğilimini güçlendirebilir. Fiyat, faiz ve kur politikasında istikrara yönelik önlemler de yatırımlarına canlanması katkıda bulunur. İstikrar ortamında yatırımların artışı işsizliği azaltabilir. Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi, sanayi dallarında teknolojik düzey ve yoğunluğun yükseltilmesi, ihracatı artırır ve dış ticaret ile cari işlemler dengesi açıklarını kalıcı olarak azaltabilir. Hukuk devleti kurallarının uygulanması, kurumların bağımsızlığı ve demokrasinin derinleştirilmesi konularındaki reformlar ekonomiyi olumlu etkileyebilir.

Bu önlemlerin hayata geçirilmesi, örneğin dört yıllık bir süre içinde yıllık ortalama büyüme oranını yüzde 4.5 oranına yükseltebilir. Kur istikrarı devam ettiğinde, Türkiye en geç 2027’de Dünya Bankası’nın yüksek gelirli ülkeler ligine yükselebilir.

Bilim ve teknolojide atılım stratejisi

İstikrar ve atılım senaryosunun tüm unsurları ile birlikte en önemli unsuru, bilim ve teknolojide atılım olan “yeni bir büyüme stratejisi” uygulamaya sokulduğunda, Türkiye yıllar sürecek bir hızlı büyüme ivmesi yakalayabilir. Devletin mevcut araştırma enstitülerini güçlendirmesi ve daha dinamik hale getirmesi, tek veya az sayıda konuya odaklanmış yeni enstitüler kurması, temel bilimler konusundaki öğretimin hızla geliştirilmesi ilk adım olabilir. Araştırmanın maliyetinin yüksek olduğu alanlarda “geliştirme” sürecine öncelik verilebilir. Araştırma, geliştirme ve ticarileştirme faaliyetlerindeki yetkinlik ihracatı kalıcı olarak artırıp, ithalatı azaltabilir.

2035’e kadar devam edecek bir perspektif planın ödünsüz uygulanması, Türkiye’yi bir ”teknoloji ülkesi” konumuna getirir. Cari işlemler dengesinin kalıcı olarak “fazla” vermesi ekonomiyi prangalarından kurtarır. Hızlı büyüme ivmesinin sürdürülmesi ekonominin makus talihini yenerek çağdaş uygarlık düzeyine yükselme yolunda hızla mesafe almasını sağlayabilir.

Bu başarı, örneğin dört yıllık bir süre içinde, yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 6 dolayına yükselebilir.

Milli gelir artışı Türkiye’nin tüm sorunlarını çözemeyeceği için gelir dağılımının iyileştirilmesi, toplumdaki kutuplaşmanın azaltılması ve demokrasinin derinleştirilmesi için de önlem alınması gerekir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar