Geçerliliği yarım gün olan bir yazı...
Evet, yarım gün; çünkü bu yazının saat 14.00’ten sonra hiçbir anlamı kalmayacak. Merkez Bankası saat 14.00’te politika faizi konusunda nasıl bir karar alındığını açıklayacak ve durum netleşecek.
Göreceğiz; politika faizi sabit mi tutulacak, cimrilik edilecek ve küçük bir artışla mı yetinilecek, ağırlıklı beklenti doğrultusunda 5 puanlık bir artış mı yapılacak, yoksa olması gereken ama sürpriz sayılabilecek bir kararla 5 puandan fazla bir artışa mı gidilecek...
Hangi durumda neler olabileceği daha önce defalarca yazıldı, çizildi; bu köşede biz de yazdık.
Ama şu soruyu bir kez daha gündeme getirmek gerekir.
Politika faizi niye artırılıyor?
Tek amaç hep dile getirildiği gibi enflasyonla mücadele mi, yoksa enflasyonun yanı sıra yabancı yatırımcı çekebilmek için uygun ortam oluşturulmaya mı çalışılıyor?
Ama mevcut oran da, bugün belirlenecek oran da (çok büyük bir sürprize imza atılarak rekor bir artışa gidilmezse), bu iki amaca da hizmet etmiyor.
Yüzde 30’lardaki bir faiz ve buna göre oluşan mevduat faizi Türk parasının enflasyon karşısında güçlü durabilmesine, TL’nin getirisinin enflasyonun üstünde oluşmasına yetmiyor, yeteceğe de benzemiyor. Türk parasının getirisi en iyi olasılıkla bir yıl boyunca negatif seyredecek, bu belli.
Diğer taraftan faiz artırılıyor ama enflasyonun düştüğü de yok. Acaba “Farkında değilsiniz, biz faizi artırmasak enflasyon nerelere giderdi” diye mi düşünülüyor?
O klasik söylem!
Çok klasik hale gelen bir söylem vardır; genellikle bir sorun karşısında çaresiz kalan ve dikkatleri başka yöne çekmek isteyen politikacılar kullanır:
“Her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde...” Bu söz yarın da söyleneceğine göre demek ki bugün için ihtiyaç duyulan birlik ve beraberlik aslında her zamankinden daha çok değildir! Çünkü yarın daha fazlasına ihtiyaç duyulacaktır.
Bu sözün Merkez Bankası’yla ne ilgisi mi var?
Para Politikası Kurulu’nun her toplantı açıklamasında (muhtemelen bugün de göreceğiz) “Enflasyon görünümünde belirgin iyileşme sağlanana kadar parasal sıkılaştırma gerektiği zamanda ve gerektiği ölçüde kademeli olarak güçlendirilecektir” deniliyor.
Parasal sıkılaştırma her ay biraz daha güçlendirildiğine göre, demek ki bu ihtiyaç giderek artıyor.
Haziranda parasal sıkılaştırma için yüzde 15 düzeyinde bir politika faizi yeterli bulundu; bakıldı olmadı temmuzda yüzde 17.5 tercih edildi; ağustosta yüzde 25’te karar kılındı; eylülde daha da sıkılaştırma ihtiyacı doğdu ve faiz yüzde 30’a çıkarıldı.
Sıkılaştırma ihtiyacı bir türlü bitmiyor. Hani neredeyse söylenen şu:
“Her zamankinden daha çok sıkılaştırmaya ihtiyaç duyduğumuz şu aylarda...”
Başta şöyle yüklü bir sıkılaştırma yapsaydık daha iyi değil miydi?
Üstelik döviz girişi için de yetmiyor
Belirlenen politika faizi ve buna göre oluşan tahvil faizleri yabancı yatırımcı için yeterli olmuyor. İşte bir aydır yüzde 30 faiz uygulandı, Türkiye’nin ikinci el tahvil faizi yüzde 25 dolayında ve bu oranlar yabancı yatırımcının Türkiye’ye ilgi göstermesini sağlayamadı.
Hangi oran bir ilgi doğurabilir bilinmez ama bunun yüzde 30’lar olmadığı ortada.
Ama belki ekonomi yönetimi yabancıların gelip tahvil almasından umudu tümden kesmiş ve bankaların yurt dışından borçlanmasına ve o şekilde elde edilen dövizin Merkez Bankası’na devrine, çarkın da böyle döndürülmesine bel bağlamıştır, kim bilir...