Fındık üretiminde “bakış açılarımızı” değiştirmeliyiz
Herhangi bir konuda “uzman” olduğumuzu söyleyebilmemiz için 10 bin saat o konu üzerinde çalışmış olma ölçüsü dünyanın her yerinde kabul edilmektedir. Uzmanlık , normal koşullarda değil, kritik değişim ve dönüşüm süreçlerinde kırılmalar yaşandığında, soruna en kısa yoldan, en düşük maliyetle, en yüksek zaman kazancı sağlayarak çözümler üretebilme birikimidir. Fındık üretimi konusunda uzmanlık iddiam yok, sadece gözlemciyim. O nedenle, yanılabilme özgürlüğünü kullanarak konuyu 4 alt başlıkta sorgulamayı deneyeceğim: Önce, fındık üretimi ile insanımız, ülkemiz ve müşterilerimiz bağlamını ele alınacak. İkinci alt başlıkta, fındık üretimini anlama ve anlamlandırma sorunlarımıza değinilecek. Üçüncü alt başlık, fındıkla ilgili aktörlerin sorumluluklarının neler olduğunu anlatmaya çalışacak. Dördüncü ve son alt başlıkta, fındık üretimi ve ticareti konusunda neden bakış açımızı neden değiştirmek zorunda olduğumuzun gerekçeleri paylaşılacak.
Fındık, insanımız, ülkemiz ve müşterilerimiz
Fındık, 200 yıldır ülkemiz insanının piyasayla tanıştığı; ürettiğini paraya dönüştürdüğü, yaşamına katkı yapan bir tarımsal üretimdir. Doğu Karadeniz Bölgesi’nden başlayarak Orta ve Batı Karadeniz Bölgesi’ne yayılmıştır. Fındık, yılda iki kez ilgilenmenin yeterli olduğu, üreticisini fazla yormayan, ama toplamda bu ülkeye 2,5 milyar net döviz değeri sağlayan yaygın tarımsal ürünlerimizden biridir.
Fındığın bakımı kolaydır, ama tarladan sofralara gelinceye kadar üretiminin aşamaları, çoğu tarımsal üretimde olduğu gibi “emek-yoğun” yapıdadır . Bakımı, hasadı, kurutulması, depolanması, işlenmesi ve nihai ürüne dönüşmesi ciddi istihdam yaratır; insanlara iş ve aş sağlar.
Bir toplumun gelişmişliğinin temel göstergelerinden biri de nüfusun yarısını oluşturan kadın istihdamının toplam istihdamdaki payıdır. Fındık, kadın istihdamına da önemli katkılar yapmakta, kadınlarımızın üretime değer katma alanlarını genişletmektedir.
Karadeniz Bölgesi’nde çok sayıda insanın yaşamına doğrudan dokunan fındık üretimi, siyaset kurumlarının ve siyaset yapıcılarının da ilgi alanındadır. Fındık üretiminin sürdürebilirliğinin sağlanması ve sağlanan gelirin niteliğinin artırılması gibi konular ciddi devlet politikaları gerektirmektedir. Oysa ülkemizde siyaset fındık üretimini oy derlemenin popülist amaçları için yaygın biçimde kullanmayı yeğlemektedir.
Ülkemizde, kendi tüketimimizin çok üstünde üretim yapılan ürün olan fındıkta, “tek üreticiyiz” algısı, ekonomide “Hollanda sendromu” diye bilinen bolluğun yarattığı “ disiplinsizlik ve verimsizlik” alanlarına sürüklenmemize yol açmıştır. Fındık ekosisteminin iklim, toprak, üretici, ticaretini yapan, işleyen, ürüne dönüştüren ve tüketenlerden oluşan aktörlerin bütünlüğü dikkate alınmadan yapılan uygulamalar sorunlarımızı büyütmektedir. Çok sayıda yasa ve yönetmelik çıkarılmıştır; ama uygulama deki disiplinsizliğimiz nedeniyle “kronik fındık sorumuzu” bir istikrara kavuşturmak mümkün olmamıştır.
Fındık, üretici cephesinde, ticaretinde ve işlenmesinde kendi insanımız kadar, ülkeye ciddi net döviz sağlayan ihracatımızla da son tüketicinin de yaşamına dokunmaktadır. Belirtilen özellikleri nedeniyle fındığı anlamlandırmamız küresel bakış açısıyla değerlendirilmesini gerektirmektedir. Fındık konusunu irdelerken, ürünü anlamlı kılan bütün paydaşların “ortak yararını” bulmadan, bu değerli ürünümüzle ilgili istikrarlı uygulamaların da yapılamayacağı açıktır.
Anlama ve anlamlandırma sorunu
Fındık üretiminin odağında üretici var. Fındığı diken, ocakların bakımını yapan, hasat eden, kurutan ve piyasaya sunan üretici kuşkusuz fındık tartışmalarının odağında yer almalıdır. Hangi alanda olursa olsun, üretimin amacı, maddi ve kültürel zenginliği artırarak insan yaşamını zenginleştirmek ve kolaylaştırmaktır. Fındık üretimi de üreticinin gelirini artırmalı, yaşamını zenginleştirmelidir.
Ülkemizde fındık üreticisinin bir dizi sorunu var:
Değişen iklim koşulları, bugün değilse bile çok yakın gelecekte üretimi etkileyecektir.
Fındık dikimi yapılan alanların büyük bir bölümü yamaç arazilerdedir; o nedenle bakımda ve hasatta teknoloji uygulamaları özel araç-gereç tasarımları gerektirmektedir. Yamaçlar ile taban arazilerdeki verim farkı dikkate alınmalıdır.
Ülkemizde tarımsal üretimin en büyük derdi olan arazilerin küçük parçalara bölünmesi fındık üretiminin de temel sorunlarından biridir.
Karadeniz, Gülcemal Vapuru’nun sağladığı ulaşım olanaklarından bugüne hızla göç vermiştir; fındık üreticilerinin büyük bir bölümünün birincil geçim kaynağı değildir. Asıl işi başka alanlarda olan üreticiler,” yan gelir kaynağı” olarak fındıkla ilgilerini sürdürmektedir.
Başka üretim alanlarımızda olduğu gibi fındık üretiminde ve ticaretinde de küresel borsalarda kural koyacak büyük ölçekli piyasa yapıcısı kuruluşlar oluşturulamamıştır; o nedenle Ar-Ge çalışmalarına ve yönlendirici teşvikler etkili biçimde yapılamamıştır. Ayrıca büyük ölçekli ve örgütlü fındık alıcıları karşısında, eşdüzey satıcı örgütlenme yoksa, işin kaymağını hakim örgütler yemektedir. Fındık alanında özel sektörde büyük alıcıları dengeleyecek örgütlenmeler gerçekleştirilemediğinde, bu dengelemeyi kamu değişik uygulamalarla yerine getirmeye çalışmaktadır. TMO’nun işlevlerinden biri de budur. Ancak, TMO gibi büyük alıcıların taban fiyatla birlikte mevsimlik ve kademeli tavan fiyatları da belirlemesinin istikrarlı uygulamalara katkı yapacağı görüşü yaygındır.
Kooperatifleşmede “gözetim ve denetim” şeffaflığının olmaması, üretici nezdinde kooperatif örgütlenmelere karşı güveni sarsmıştır. Alternatif ve güvene dayalı örgütlenmeler üzerinde özenle durulmalıdır.
Siyasi iradeler yaptıkları düzenlemelerde uzun dönemli geleceği güven altına alma yerine, kısa dönemli oy derleme tuzaklarına yakalanmıştır.
Ülkemiz hakim satıcı olarak, alıcıların “alternatif yaratma stratejileri” ciddiye alınmamış, boşluklar yaratmıştır. Bugün ABD, İtalya, Gürcistan, İtalya, Azerbaycan ve Şili gibi ülkelerin “fındık üreticisi” konumunu güçlendirmişse, onların önü kesemeyen bizim eksik ve yanlış uygulamalarımızdır.
Kamunun düzenlemeleri fındık üretiminde sürdürülebilirliği dikkate alan “ kalite ve verimlilik odaklı gelir yaratma” yerine “taban fiyatına dayalı gelir algısını” öne çıkarmıştır. Yapay zeka çağında rekabetin güçlendiğinin farkında isek mevcut uygulamaların sürdürülebilirliğe katkısının olmadığını da anlamış olmamız gerekir.
Onuncusu da, fındık üretiminde bir “ulusal strateji” tasarlayıp uygulamaya koyamamış olmamız ve tutarlı bir “sistem yaratılamaması” bugünkü çıkmazlarımızdır.
Günümüzde giderek yaygınlaşan “hakimiyetçi rekabet”, “Rakibin bütün hatlarına saldır, bütün potansiyellerini yok et. Eğer yok edemiyorsan işbirliği yap, düşmanını cebinde taşı” anlayışı üzerinde kuruludur. Böylesi bir rekabet anlayışında herhangi bir üründe var olmak ve varlık edinmek için, konuyla ilgili küresel anlamda net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma ihtiyacı vardır. Fındık konusunu anlamak öncelikli sorunumuzdur; bütün paydaşların yararını optimize ederek sürdürülebilirliği güven altına almak da ürüne anlam katmaktır. Fındığı anlamlı bir ürün haline getirmek için üreticiler, ticaretiyle uğraşanlar, işleyenler, tüketiciler, düzenlemeleri yapan siyasi iradeler ve bilgilendirmeyi sağlayan medya mensuplarının ortak sorumlulukları vardır.
Fındık üretiminde “aktörlerin sorumlulukları”
Fındık konusunda Fiskobirlik 2006 yılına kadar görev yapmıştır. AB üyeliği başvurusu nedeniyle “doğrudan desteklerin” kaldırılması bağlamında Fiskobirlik de devre dışı bırakılmıştır. Bu kez TMO devreye girmiştir. TMO’nun devreye girdiği 2006 yılında rekoltede büyük artış olmuştur; TMO da söz konusu yılda 240 bin ton fındık satın almıştır. Ayrıca önceki yıllın stokları da vardır. İki yıl sonra 2008’de yine fındık üretimi 860 bin ton dolaylarındadır; elde ciddi stoklar da vardır. TMO 2008’de 360 bin ton fındık alımı yapmıştır. Elindeki stoklarla ürün 690 bin tona çıkmıştır. Bu ürünün yaklaşık değeri 3 milyar dolar düzeyindedir.
Yerel seçimlerin yapıldığı yıllara denk geldiği için ortaya konan fındık alım politikasının sürdürülemez olduğu 2009 yılında anlaşılmıştır.2009 ve 2012 yıllarında 301 bin ton düzeyindeki ihracat devam etmiştir. 2014 yılında “don” olayı rekolteyi azalmıştır.2015 yılında da yine rekolte düzeyi yüksek olmuş; 2016’da “referandumdan” 3 gün önce TMO devreye girerek alım yapmıştır. Kulaklara hoş gelsin, algı kolay yönetilsin diye bu aşamada “regülasyon” kavramıyla fındık alımları gerekçelendirilmeye çalışılmıştır. Daha sonra 2017, 2018 yıllarında gelişmeler ve “taban fiyat” uygulamaları sürdürülmüştür. 2019’de 800-900 bin ton dolaylarında bir rekolte düzeyine erişilmiştir. TMO’nun açıkladığı fiyatlar 16 TL/kg fiyat 14 Tl/kg düzeylerine düşmüştür. 2009 yılında ise Mart ayında başlayan satışlarda Mayıs ayına kadar 20 TL/kg, 21 TL/kg ve 24 TL/kg fiyatla alımlar yapılmıştır. Fiyat artışı beklentisi, parası olan sektör dışından bazı insanların spekülatif amaçlı fındık alıp stoklama yapmalarına yol açmıştır. Fiyat 24 Tl/kg düzeyinden 19 TL/kg düzeyine inince Cumhurbaşkanı 22 Tl/kg fiyat açıklaması yapmıştır.
Tarım Kredi Kooperatifleri devreye girerek 23-25 TL/kg fiyatına alım yapınca, üretici 30 Tl/kg fiyat beklentisine kapılmış, piyasada bir istikrarsızlık oluşmuştur. Eylül-Ekim 220 döneminde bir önceki yılla karşılaştırıldığında ,İhracat da döviz bazında yüzde 37, miktar bazında yüzde 41 azalmıştır. İhtiyaç sahibi büyük üreticiler, ABD, İspanya, İtalya, Gürcistan’dan alımlarını hızlandırmıştır. Bu gelişme 100 yıldır alternatif üretici yaratmak için fırsat kollayan büyük fındık alıcısı kuruluşlara bekledikleri fırsatı vermiştir. Türkiye, “tek satıcı” konumunun hızla dışına itilmeye çalışılmaktadır; etkili olamayan politikalar ve uygulamalar da alıcıların alternatif kaynaklar yaratma ve erişmesinin önünü açmaktadır.
Rekolte 2020 yılında önce 550 bin ton dolaylarında tahmin edilirken 650 bin ton dolaylarına yükselmiştir. Fındık konusu 2020 yılında yeni bir olguyla yüzleşmemize neden de olmuştur: Covit-19 salgını nedeniyle kasabalarına ve köylerine dönen emekliler, okulların devre dışı olması nedeniyle uzun süre kalınca, fındık ocaklarına bakım artmış; verimlilik de görece yükselmiştir. Kasaba ve köylerine dönen, fındığı yan gelir olarak gören önemli kesim harcamaları da az olduğu için acil nakit ihtiyaçları da azalınca ürünü satıp büyük kentlere dönme ihtiyacı olmadığı için evlerde stoklama yaparak yüksek fiyat beklentisiyle fındığı elinde tutmaktadır.
Fındık konusunda üreticinin, ticaretini yapanın, işleyenin, tüketicinin ve düzenlemeleri yapan kamu yetkililerinin ortak sorumluluklarının bilincinde olması gerekiyor. Üreticinin desteklerden gelirini artırma anlayışının sürdürülebilir olmadığını anlaması noktasındayız. Üretici, “verimliliği ve kaliteyi artırarak gelirini artırma” anlayışını benimseyerek uzun dönemli gelecek yaratmaya özen göstermelidir. Fındık ticareti yapanlar ve düzenleyiciler , üreticinin geliri artmadıkça “arz güvenliği” olmayacağını, “tüketici istismarının” da yeni rakipler yaratacağını kavramalıdır ki fındık üretiminde sürdürebilirlik mümkün olsun. Regülasyonları yapan siyasi irade, istikrar yaratan “sistemi” yaratılamazsa, kangren olan sorunların çözülemeyeceğini kavramalıdır. Bütün aktörler, popülist tutumdan vazgeçmeli ki, ülkenin bekasına daha büyük katkı sağlanabilsin.
Fındık konusuna “bakış açımız” değişmeli
Fındık ülkemizde önde gelen bazı sanayi sektörlerinden daha büyük net döviz kazancı sağlamakta, daha büyük kitlelere iş ve aş yaratmaktadır. Fındık, üreticiye, ticaretini yapana, devlete ve fındık bileşeni olan ürünleri tüketenlere de değer katmaktadır. İnsanımıza, ülkemize ve müşterilerimize değer katan böylesi bir ürünün değerlendirilmesinde en büyük tuzak, “alışkanlıkların sürdürülmesidir”. Fındık konusunda zihni modellerimizin varsayımlarını sürekli sorgulamamız, üretimin ve ticaretin sürdürülebilirliğini güven altına alacak kararlar üretmeliyiz. Bizim değerlendirmelerimize göre yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
Tarım ve hayvancılık, gıda üretiminin önemli bileşenleridir. Covid-19 salgını sonrası yeni düzende bir numaralı sorun “iklim değişikliği”, iki numaralı da “gıda yeterliliği” olacaktır. Bu açıdan yurtiçi tüketimin çok üstünde üretimi yapılan fındık, kıt kaynaklardan biri olan döviz getirisi nedeniyle “var olma kadar varlıklı olmayı” da sağlayan “stratejik bürün” bağlamında ele alınmalıdır.
Verinin enformasyona, enformasyonun bilgiye, bilginin anlamaya dönüştürülmesi, çağımızda bütün üretim alanlarının temel girdisini oluşturur. Saha verileri ve küresel ölçekte büyük veriye hakim olmadan herhangi bir üründe “sürdürülebilirlik” yaratmak ve güven altına almak mümkün değildir. Söz konusu zorunluluğu dikkate alarak “dinamik fındık envanteri” olmadan söylenecek her sözün, yazılacak her yazının, alınacak her önleminin kararlılık ve sürdürebilirlik yaratamayacağını bilmeliyiz. Başta ülke yönetimde söz sahibi olan siyasi iradeler olmak üzere, bürokrasi, fındık üreticisi, yurtiçinde ve yurt dışında fındık ticareti yapan herkesin, fındık ekosisteminde etkileşim içinde olan bütün aktörlerin yararını en çoğa çıkaracak politikalar üretilmesinde bir ortak akıl ve dil yaratılması ivedi ve sorunumuzdur. Popülizmin kısa dönemli ve sığ yararlarına kapılmak, fındığın geleceğini tehlikeye sokmak olur. Siyasi irade, bürokrasi , fındık işleme ve ticareti yapan girişimciler, ihracatçılar, medya mensupları gibi bütün aktörlerin kaçınmaları gereken önemli sorun popülizmin cazibesine kapılmaktır.
Fındık üretiminin uzun dönemli geleceğini güven altına almak, “destek fiyatlarıyla gelir büyütme” anlayışını, “ fındık ocakların bakımı, yenilenmesi ve veriminin artırılmasıyla” gelir yaratmaya dönüştürebilirsek mümkün olabilir. “Fındık üretiminin sosyolojisini”, kentleşme, yapay zeka çağında rekabet sistemi bağlamında ele alarak yeniden yapılandırılması dikkate alınmalıdır. Fındık üretimi yeni yapılandırma, aktörler arasında yeni ve dengeli bir etkileşim, yeni bir kültür oluşturmalıdır.
Teşvik sistemleri-destekler- üretimde ve işlemede rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir kapsam ve rekabet edebilir öğrenme süreçlerini güçlendirecek biçimde düzenlenmelidir. Özellikle fındık ocaklarının yenilenmesi, bakım işlemlerinin disiplini, hasat kayıplarını önleyecek işi bilenlerin istihdam sorunu, kurutma, depolama, birincil ve ikincil işlemlerden son tüketiciye sunulan ürüne kadar değer yaratma zincirinin bütününü dikkate alan bir yapı, işlev ve kültür oluşturulması gerekmektedir.
Dünya genelinde ürün arzını artırırken, yüksek verimlilik, uygun kalite ve dengeli fiyatlandırma ile geleneksel ithalatçılarımızın sadakatını korumak da ivedi sorunlarımızdan biridir. ABD, İspanya, İtalya, Gürcistan, Şili ve Azerbaycan gibi ülkelerdeki fındık üretimindeki gelişmeleri dikkate alan bir “ulusal stratejiye” de ihtiyacımız var. Yeni bakış açımız ve çözüm arayışlarımız, üretimde verimlilik, düşük maliyet ve fiyat dengelerini öyle kurgulamalıdır ki, rakip ülkelerin fındık dikim alanlarındaki gelişme cazip olmaktan uzaklaştırılsın.
Fındık konusunun birinci elden uzmanı değilim. Yıllardır bu konudaki gelişmeleri izliyorum; özü, sözü ve davranışı birbirine uymayan ve “iç tutarsızlık” nedeniyle, çok değerli bir ürünün geleceğini tehlikeye atan gelişme süreci yaşadığımızı güçlü bir biçimde düşünüyorum. Tehlikeyi yaratmada bizim gibi bilgi paylaşan medya mensuplarının da eksikleri ve yanlışları olabilir. Açık ortamlarda, söze korkunun gölgesini düşürmeyen fındık tartışmaları yaparak bir “ortak akıl “ yaratamıyorsak; topluluktan toplum aşamasına geçtiğimizi söyleyebilir miyiz?
Burada yazdıklarımın virgülü bile tartışmaya açıktır; benim doğrularım, sizin beni ikna ettiğiniz noktaya kadardır. Yazdıklarımızın eksiklerini tamamlayan, yanlışlarını düzelten, gerekçelerle beni inandıranlar düşünce dünyamı zenginleştirir. Herkesi, kasaba kültürünün “savunmacı” tuzaklarına düşmeden, kimseyi yargılamadan “ fındık olayını sorgulamaya” çağırıyorum.