Finans felsefesinin uygulama alanları ve büyük bir başarı hikâyesi

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Gökhan Taşpınar

Kurumsal Yönetim Danışmanı

Finans felsefesinin tanımı

Finans, kısa ve uzun vadeli ihtiyaç duyulan kaynakların en uygun şekilde temin edilmesi ve bu kaynakların rasyonel şekilde kullanılmasıdır. Felsefe ise bilginin kaynağını, yolunu araştırmak ve sorgulamak suretiyle bilgiye ulaşmak demektir. Bu anlamda finans felsefesi, bir işletmenin faaliyetine devam etmesi ya da yatırımlarını finanse etmesi için ihtiyacı olan kaynakların, rasyonaliteye uygun araştırmalar ve analizler yapılması suretiyle temin edilerek işletmenin hedeflerine uygun olarak optimum şekilde kullanılmasıdır.

Bu felsefe, finansı sorgulayan, finansa bütüncül perspektiften bakan, finans alanında rasyonel, kantitatif ve tutarlı bilgiler ortaya koymaya çalışan ve finans alanında olması gerekeni ele alan bir felsefedir. Finans felsefesinin kaynağı ise, paraya, yani paranın ihtiyaçları temin etme gücüne dayanmaktadır.

Finans felsefesinin uygulama alanları

Filozofların işletme finansıyla ilgili sorgulamaları genel olarak işletme varlıklarının yönetimi, finansal kriz ve buna ilişkin çözüm yollarının bulunması ile ilgilidir. Özellikle Stoacılık felsefesinin kurucularından Marcus Aurelius döneminde Roma İmparatorluğu ekonomik ve toplumsal refah düzeyinde en parlak yıllarını yaşamıştır. Bu anlamda Stoacılığa dayalı finans felsefesi günümüzde uluslararası ölçekteki işletmelerde etkin şekilde kullanılmaktadır. Bu şirketlerde, kurumsal hedeflere uygun şekilde, risk yönetimi, stratejik yönetim, iç kontrol sistemlerinin etkin şekilde işleyişi ve kurum kültürünün yaygın hale getirilerek kurumsal yönetimin optimum şekilde sürdürülmesine ilişkin olarak finans felsefesi kullanılmaktadır. Stoacılık felsefesine dayalı finans yönetiminde işletmelerde uzun yıllar oluşan işletme körlüğünün önlenmesine yönelik kurumsal çözümler uygulanmaktadır. Ancak ülkemizde daha kısa vadeli hedeflere yönelik plan ve programlar yapıldığından, değer temelli yönetim anlayışına uzak bir yönetim benimsendiğinden, şirket sahiplerinin ve üst düzey yöneticilerinin süreç yönetimine gereken sabrı gösteremedikleri ve işletme körlüğüne dayalı dirençleri kıramadıklarından bu felsefeye uygun stratejik finans yönetimi ülkemizde başarılı olamamaktadır. Stoacılık dışında finans felsefesine bir örnek de Aristo’nun bu konudaki felsefi düşüncelerine verilebilir. Aristo, birleşerek büyümenin ihtiyaçların temin edilmesini pratik hale getirdiğini ifade eder. Çünkü felsefe, finansal sistemlerin kabulü ve yayılmasında lokomotif görevi görmüştür. Dolayısıyla, kurum kültürü ve felsefesi olmayan, kural odaklı, koşulsuz patron ve yöneticilere itaat güdümlü, etik değerlerden uzak, şirket çalışanlarının içsel motivasyonundan bihaber, sadece ve sadece kar odaklı işletmelerin verimli olmaları, sürdürülebilir bir büyüme ivmesi yakalamaları mümkün değildir. Bunun aksine işletmelerin finans felsefesi kapsamında kurumsal ve finans yönetime ilişkin aşağıdaki kurumsal çözümlerin uygulanması durumunda önemli başarılar kaydedilecektir:

- Finans yönetiminin yetkin yöneticiler tarafından yürütülmesi suretiyle, nakit yönetimini de kapsayacak şekilde orta ve uzun vadeli finansal planlamanın yapılması, erken uyarı sinyallerinin dikkate alınarak buna uygun şekilde finansal süreçlerin etkin şekilde yürütülmesi, şirketin zarar ve kayıplarını ciddi şekilde azaltacaktır.

- Kurumsal yönetim kapsamında, şirketin vizyonunu da göz ardı etmeden stratejik yönetim esaslarına göre yönetilmesi, şirketin rotasından ayrılmasına izin verilmeyecek şekilde tek adamın kararları yerine yönetim ve icra kurullarının görev yapması, gerektiğinde iç denetim kurullarının işletilmesi, şirketi muhtemel risk ve kayıplardan koruyacaktır.

- Şirketin ana faaliyet konusu işler dışındaki getirisi düşük iş ve faaliyetlerden uzak durması, fizibilite yapılmaksızın özellikle de makro-ekonomik belirsizliğin arttığı dönemlerde krediyle finanse edilen yatırımlara girişilmemesi, telafisi zor olan kayıp ve zararların minimize edilmesine katkı sağlayacaktır.

- Şirketin stratejik yönetim politikası kapsamında; ar-ge çalışmalarına yapılacak yatırımlarla, dünyadaki teknolojik, dijital gelişmelerin dışında kalmayacak şekilde inovatif üretim-satış politikaları oluşturarak bu yönde faaliyet göstermesi de rekabet gücünü ve pazar payını artıracaktır. Bu konuda Bill Gates’in 30 yıl önce ifade ettiği gibi; “Dijital sinir sistemi, işinizi düşünce hızında yapmanızı sağlayacak; bu, XXI. yüzyılda başarının anahtarıdır.”

- Şirketin “işletme körlüğü” tuzağına düşmeden, uzun süredir devam eden, kangren olmuş sistem ya da süreçlerle ilgili sorunlarının, zaman geçirilmeksizin etkin şekilde çözülmesi ve bu anlayışın bütün şirket personeline empoze edilerek etkin şekilde uygulatılması, orta ve uzun vadede ortaya çıkabilecek beklenmedik zarar ve kayıpları minimize edecektir.

- Her şirketin kendine özgü oluşturacağı ve tüm çalışanları tarafından benimsenerek yaşama geçireceği “Değer Temelli Bir Kurum Kültürü”, şirketin vizyon ve stratejilerini etkin şekilde uygulayabileceği yol haritasına önemli ölçüde katkı sağlayacaktır.

Finans felsefesiyle ilgili ‘Atatürk dönemine ilişkin başarılı uygulamalar

Finans felsefesi sadece kurumsal yapıya özgü düşünülmemelidir. Para, insan için sadece bir iktisadi değişim aracı değil aynı zamanda bireyler, aile ve devletler için, toplumdan kurumlara ve hatta uluslararası alana yayılan bir güç aracı olmuştur. Dolayısıyla bu araç, liderlerin yönetim biçimlerine yansıyarak onların kamu ekonomisine ilişkin finans felsefelerini şekillendirir. Finans ve felsefesi aynı zamanda ülkelerinde ekonomik yönden çığır açan liderlerin üzerinden ortaya konacak bir felsefesidir. Bu konuya örnek olarak verilebilecek en başarılı lider ise her türlü zorluk ve imkânsızlığa rağmen bir ülkenin sadece siyasi değil ekonomik kaderini de değiştiren, dünyada ekonomik buhranın yaşandığı dönemde ülke ekonomisinin gelişimine ve kalkınmasına ivme kazandıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bütün stratejileri ve buna ilişkin eylemleri, plan ve program dahilinde olan Atatürk bu projeksiyon kapsamında 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi’ni düzenlemiştir. Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’nde ifade ettiği görüşler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik stratejisiyle ilgili ipuçları da vermektedir: “Ekonomi her şey demektir. Yaşamak ve mutlu olmak için ne lâzımsa, hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, emek demektir." Ve nihayet bunun için, "Yeni Türkiye Devleti iktisadî bir devlet olacaktır." Şeklindeki düşünceleri ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomik ve finansal projeksiyonun temel felsefesini ortaya koymuştur. Tam bağımsız ekonomi konusunda net olan Daimi Önderimizin bu konudaki görüşleri dikkat çekicidir; "Tam bağımsızlık için şu kural vardır: milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet, ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz." Yeni ekonomi politikasına ilişkin görüşleri de netleşen Atatürk; “Bu noktada bir felsefeyi size hatırlatayım. Elinizde olanla yetinmek, bitmez tükenmez bir hazinedir. Yetinmeyi, tükenmez hazine saymak, yoksulluğu fazilet bilmek felsefesine de artık iktisat dönemi son versin. Eğer vatan denilen şey, kupkuru dağlardan, taşlardan, çorak düzeylerden, çıplak ovalardan ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Oysa bu vatan çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değen, en çok değen topraktır." şeklindeki sözleriyle ekonomik refah ile ilgili temel felsefesini de ortaya koymuştur.

İşte bu süreçte savaştan yeni çıkmış, henüz kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin artan ekonomik ve sosyal görevlerinin bir uzantısı olarak Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT), devlet eliyle özel sektöre, ekonomiye katılım için yön göstermek amacıyla Atatürk liderliğinde devletin, mal ve hizmet sunumunu gerçekleştirmek için kurulmuştur. Ülkemizin bugün sahip olduğu sınai üretim gücü bu kuruluşlar eliyle yaratılmış, tarımsal sanayi bunlar sayesinde gelişmiştir. Yani bu sürece ilişkin finans felsefesi, sadece kamu finansman dengesinin sağlanması ve buna ilişkin vergi politikalarının uygulanması üzerine değil, uzun vadeli üretim kapasitesinin arttırılmasına yönelik ekonomi politikalarının etkin şekilde uygulanması üzerine kurgulanmıştır. Bu anlamda Atatürk’ün ekonomi politikasının temelini oluşturan karma ekonomi süreci de başlatılmıştır

Atatürk dönemi finans felsefesi dünya buhranı sonrasında, ulusal ekonomi anlayışına dönüşmüştür. Bu süreçte Türkiye ekonomisinin o dönemde en önemli yapıtaşını oluşturan tarım ve hayvancılık faaliyetlerine ve kooperatifçiliğe önem verilmiş ve o dönem için devletin güçlü olduğu tarım sektörü milli ekonominin dayanağı haline getirilmiştir.

Atatürk, güçlü bir finansal projeksiyon için, mevzuat alt yapısının sağlanması gerektiğine inandığından, finans felsefesi doğrultusunda Bankacılık ve para piyasası açısından ilgili dönemde önemli düzenlemeleri yaşama geçirmiştir. İlk olarak TCMB’nin kurulması suretiyle para politikalarında başta Türk Lirasının değerinin korunması ve fiyat istikrarının sağlanması olmak üzere temel fonksiyonunu tam anlamıyla yerine getirmeye başlanmıştır. Bankacılık Yasası’nın yürürlüğe girmesi ile Bankacılık Sistemi’nin düzene oturtulması ve bankacılık işlemlerinin kurallarına uygun şekilde yapılması sağlanmıştır. Yani Atatürk dönemiyle birlikte ulusal finansal altyapısının oluşturulması önem kazanmış ve finansal düzenleme ve standartlarla Bankacılık ve Para Piyasası disipline edilmiştir. Tam bağımsız ekonominin bağımsız ve etkin finansal bir yapıya bağlı olduğunu öngören Atatürk, bu alanda yaşama geçirdiği önemli düzenlemelerle ekonomiye yeni bir boyut kazandırmıştır. Ulusal Ekonomi projeksiyonu kapsamında yerli firmaların ihracatına önem veren Atatürk’ün etkin ekonomi politikaları sayesinde 1923-1938 yılları arasında ihracat %71 oranında artmıştır.

Atatürk, ülkenin tüm bölgelerine yayılan yatırımlarla, yeni bir yapılanma sürecinin başlayacağını ve ekonomik kalkınmanın beşeri sermaye hareketleriyle ivme kazanacağını öngörmüştür. İşte tam bu noktada Atatürk rasyonel finans felsefesine dayanan projeksiyonuyla önemli adımlar atmış, ülke ekonomisinde çığır açmıştır.

Günümüz devlet yapısı için çok daha önemli olan “finansal yönetim anlayışı”, Atatürk döneminde yeni bir anlam kazanmıştır. Savaştan yeni çıkmış, yıpranmış, kaynakları azalmış, Osmanlı döneminden yüksek montanlı borç devralmış bir ülke yönetiminden, yeni bir politik sisteme dönüştürülen bir ülkenin kurumsal finansmanının karşılanarak güçlenmesi büyük önem arz etmekteydi. Bu süreçte, kamu ve özel sektörün, finansal sıkıntıları çok yüksek boyutlara ulaştığından sermayeye birikiminin artırılması ve bu sermayenin kullanımı konusunda bankacılık ve finansal sisteme, ağırlıklı olarak yabancı kuruluşlar yön vermekteydi. Atatürk, çağının gerektirdiği devletin gereksinimleri doğrultusunda ekonomik yönden ulusal kurtuluş ve bağımsızlığın çözümü konusunda öncü olarak yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, yüzyıllardır süre gelen hanedan anlayışından halkın iradesini ve idaresini referans alan bir yönetime geçmesine liderlik etmiştir. Böyle bir yapı ve ulus-devlet anlayışından hareketle yeni bir devletin inşasını ve finansal kurumsallaşmayı gerektirdiğinden Atatürk, 16 Mart 1923’de yaptığı konuşmada, devletin yönetimindeki hükümetin ekonomi ve finansla ilgili görevini iki temel başlıkta şöyle açıklamıştı “Hükümetin iki hedefi vardır: Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır. Hükümetin varlığının sebebi, memleketin güvenliğini, milletin huzur ve rahatını temin etmektir.”

Atatürk’ün finans felsefesi, bir bütün olarak ele alındığında “para ve sermaye piyasaları, yatırımlar ve finansal yönetim” odağında üç aşamalı, 1929 öncesi ve sonrası iki dönemli bir projeksiyon olarak açıklanabilir. Ekonomi mekanizmasının işleyişinde paranın kaynağının bulunması ve ihtiyaçların yerine getirilmesi sorunu doğal olarak devlet yöneticilerinin veya siyasi liderlerin piyasalara bakışını ve yönetim felsefelerini etkilemektedir. Atatürk’ün finans felsefesi, 1929 öncesi daha liberal bir yaklaşım olarak değerlendirilirken; 1929 sonrasında daha devletçi bir yaklaşım taşımaktadır. Bu değişim ve projeksiyonu ise “ulusal duruş, ekonomik bağımsızlık, milletin korunması ile ihtiyaçları ve refahına odaklanma, kişisel menfaatlerden daha çok toplumsal menfaatler ve sosyal devlet anlayışını esas alma gibi değişmeyen ilkelere dayanmaktaydı. Atatürk’ün finansal bağımsızlık ilkesi, birey, toplum ve devlet felsefesinin en temel ilkesidir. O’nun uygulamaya koyduğu finans ilkelerinden bazıları; ulusal bağımsızlık, toplumsal refahın artırılması ve millet egemenliğine dayalı bir finans anlayışının işlerlik kazanmasıdır. Bu akılcı felsefeye dayanan ekonomik stratejiler sonucunda Atatürk döneminde hem yerli üretim artmış hem ithalata dayalı katlanılan maliyetler azalmış, hem de yurt geneline yayılan ulusal yatırım felsefesiyle sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve ekonomik gelişme işlerlik kazanmıştır.

Sonuç;

Antik çağdan itibaren finansal yönetimin dayanağını oluşturan finans felsefesi, özellikle Roma İmparatorluğu’nun en parlak dönemine imzasını atan Stoacılık felsefesinin öncülerinden bilge kral Marcus Aurelius döneminde başarılı şekilde uygulanmıştır. Ayrıca sanayi devriminin ivmesini oluşturan yeni buluşların üretimde kullanılması ve buna yönelik sermaye birikiminin temin edilmesi, üretim hacminin artırılmasına ilişkin olarak sermaye birikiminin marjinal verimliliği yüksek yatırımlarda optimum şekilde kullanılması aşamalarında finans felsefesinden yararlanılmıştır. Bununla birlikte asıl önemlisi savaştan yeni çıkmış ve henüz kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve daimi lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından finans felsefesi etkin şekilde kullanılmıştır. Atatürk’ün temel finans felsefesi, ulusal kaynakların kurumsal altyapısının sağlanması,, ülke ve toplum refahının sağlanması amacıyla optimum şekilde kullanılmasıdır. Atatürk, kısaca finans felsefesine dayalı uzun vadeli sürdürülebilir ekonomi modeline ağırlık vermek suretiyle para ekonomisi yerine üretim ekonomisinin hedeflendiği ekonomi politikalarının uygulamaya konulmasını tercih etmiş ve başarılı olmuştur. Dolayısıyla, her türlü zorluk ve imkânsızlığa rağmen bir ülkenin sadece siyasi değil ekonomik kaderini de değiştiren, dünyada ekonomik buhranın yaşandığı dönemde ülke ekonomisinin gelişimi ve kalkınmasına ivme kazandıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün finans felsefesinin, bir bütün olarak iç dinamikleri ve milli unsurları göz önünde bulunduran rasyonel bir finans anlayışına dayandığı söylenebilir. Piyasa ve ekonomik şartların ağır olduğu günümüz koşullarında ise ekonomi yönetiminde daimi önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün modelini örnek almak, ülkemiz ekonomisini üst seviyelere taşıyacaktır. Bununla birlikte kurumsal yönetim düzeyinde de finans felsefesi dayanak olarak kullanılmak suretiyle sürdürülebilir sağlıklı bir büyümeye ilişkin hedeflerin ve stratejilerin yaşama geçirilmesi ile şirketlerde kurum kültürü ve kurumsal yapının güçlendirilmesine önemli katkı sağlayacaktır.

Kaynakça

  • TAŞPINAR, G. “Stratejik Finansal Yönetimin Şirket Verimliliğine Etkileri”,10.12.2022 tarihli Ekonomi Gazetesi
  • TAŞPINAR,G. “Şirket İflaslarının Altında Yatan Gerçekler ve Bunun Önlenmesine İlişkin Kurumsal Çözümler”
  • KARYAĞDI,N; SELÇUK M.; ATAY,Ö. “Yeni Ekonomide ve Ağdaş Toplumunda Değer Temelli Yönetim” 2021
  • ERGİN, F. “Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi
  • ÖVGÜN, B. “Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsü Olgusu”, 12.03.2009
  • BENZER,M.H, “Cumhuriyetin İlk Yıllarındaki Türkiye Ekonomisi,
  • PALALI, B.H., “Atatürk Dönemi Finans Felsefesi”, Kasım/2023 tarihli Y.Lisans Tezi
  • Benligiray,S. İktisadî Bir Bilim Dalı Olarak ‘Finans’ın Bilim Felsefesi Perspektifinden Eleştirisi” İnsan&İnsan Sayı 2,
  • Köylüoğlu,B. “Stoazim Felsefesi ile Liderlik ve Kurumsal Yönetimde Başarı”, 19.01.2020
  • MORRİS,T. Aristı General Motors’u Yönetseydi

 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar