Fed'in yeni para politikasının etkileri...
Gelişmiş ülke merkez bankalarının pandemi sonrasında enflasyondaki yükselişe kayıtsız kalacağının ilk işaretini geçen hafta Fed Başkanı Powell’in konuşmasında gördük. Piyasalar, ortalama enflasyonun yüzde 2 olmasını hedefleyen yeni Fed politikasını enflasyondaki yükselişe para politikasının bir süre müdahale etmeyeceğinin işareti olarak okudu.
Konuşma sonrası piyasa tepkisi sınırlı oldu. Açıklama piyasalar için sürpriz değildi. Eylül toplantısında yeni politikanın işareti verileceği beklentisi bir süredir fiyatlanıyordu. Uzun vadeli faizlerdeki yükseliş, verim eğrisinin dikleşmesi ve doların değer kaybetmesi bunu gösteriyordu.
Konu hakkındaki görüşümüzü biliyorsunuz. Büyümenin yavaşladığı ve borç dinamiklerinin sürdürülemez boyutlara geldiği bir dünyada finansal baskılamayı “kötüler arasında en az kötü yöntem olarak” görüyoruz
Tasarruf sahibinden borçluya servet transferi olarak tanımlayabileceğimiz bu politika 2008 krizi sonrasında ismi konmadan zaten uygulandı. Ancak enflasyon seviyesinin ve nominal faizlerin düşüklüğü bu politikadan yeterli verim alınmasını engelliyordu.
Yeni dönemde enflasyondaki yükselişe bir süre göz yumularak bu süreç hızlandırılmaya çalışılacak. Bu sayede, sabit faizle geçmişte yapılmış uzun dönemli ihraçların faiz ve anaparası eritilerek finansal istikrarsızlık riski azaltılmaya çalışılacak.
Bu süreçte servetini korumaya çalışacak tasarruf sahibinin elinde sınırlı sayıda alternatif var:
(i) Sabit nominal faizli yatırım araçlarından değişken faizli veya enflasyona karşı korumalı araçlara geçmek;
(ii) Uzun vadeden kısa vadeye geçerek durasyon riskini azaltmak;
(iii) Altın, gayrimenkul gibi enflasyona karşı koruma sağlayan yatırım araçlarının ağırlığını artırmak;
(iv) Hisse senedi gibi reel olarak değer kazanan ve/veya temettü verimi sağlayan yatırım araçlarına yönelmek.
Yeni politikanın Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisini olumlu görüyoruz. Yeter ki nisan-temmuz döneminde olduğu gibi dramatik politika hataları yapmayalım.
(i) Fed’in faizleri uzun süre artırmaması risk iştahını destekler;
(ii) Doların değer kaybettiği, Euro'nun değer kazandığı bir ortam Türkiye için güzel olur;
(iii) Ortalama libor oranının artmaması ağırlıklı olarak değişken faizli borçlanan Türkiye için iyi haber.
Bu süreci bozacak, hatta tersine döndürebilecek gelişme uzun dönemli ABD devlet tahvili faizlerinde sert bir yükseliş olur. Bu durumda, 2013 yılında Bernanke’nin “Fed’in varlık alımlarını kademeli olarak azaltacağı” açıklaması üzerine gelişmekte olan ülke varlıklarındaki satış benzeri bir düzeltme görürüz.