Fed’in “bastığı" paralar gerçek hayatta işimize yarayacak mı?
Youtube ve Twitter aleminin en popüler videoları ve finansal sohbetlerin en heyecanlı konusu muhakkak ki “ABD Doları’nın” çöküşüdür. Nasıl ki Wikipedia’da Georgia Guidestones başlığını okuyan her ergen Youtuber koronavirüsünü “gizli ve karanlık” güçler! tarafından dünya nüfusunu 500 milyona düşürmek için yapılmış bir operasyon olduğunu şıp diye çözüyorsa, Fed’in attığı her adımı değerlendirmek için de “para basılıyor” tespitini yapmak mümkündür. “Basılan” trilyonlarca dolara rağmen altın fiyatlarının neden 2011 zirvesi olan 1900 doların altında kaldığı veya nasıl enflasyon yaratmadığı sorularının da elbette cevapları var. Dahası eylül ayından bu yana Fed bilançosu 400 milyar dolar daha büyük, yani “para basılmış” ve bu işleme 75 baz puan faiz indirimi de eşlik etmiş olsa da dolar endeksi daha yüksek, euro ise çok daha düşük bir seviyede bulunuyor.
Trump’ı dinlemeyen ve seviyesi Fed tarafından belirlen(e) meyen (zira dolar fiyatı serbest piyasada belirlenir) bir dolarla karşı karşıya görünüyoruz. Ancak kafamızda netleşmesi gereken başka bir soru var. Fed “para basmadan önce” yani 2008 öncesinde piyasalarda likidite nasıl sağlanıyordu? Teknoloji balonu sırasında Fed bilançosu büyümediği ve hatta faiz artırıldığına göre balon nasıl oluştu? Keza konut balonu sırasında Fed varlık alımı yapmıyordu? Soruları 1929 krizine ve öncesine kadar da uzatabilirim. Elbette Fed para basmıyor, elbette varlık alımları yani Fed’in bilanço büyütme operasyonları öncesinde de piyasalarda likidite kavramı vardı. Ve bu likiditeyi finans sistemi yani bankalar sağlıyordu.
Ancak 2008 krizinin yarattığı güvensizlik, yeni regülasyonlar vb. gelişmelerin ardından oluşan boşluğu Fed kendi bilançosu ile doldurmak zorunda kaldı. Bilançosunu küçültmeye başladığı dönemde de ana varsayımı bankaların tekrar geri dönerek piyasa likiditesini sağlayacaklarıydı. ABD gibi gelişmiş bir piyasada vergi ödemeleri ve hazine ihalesi nedeni ile repo faizlerinin gerçek anlamda “patlaması” çok da akla yatkın bir durum değil. Nitekim ana nedenin bu olmadığını Fed de biliyor ve repo operasyonlarını uzun süredir sürdürüyor. Nisan ayında bu operasyonları nasıl sona erdirecek, piyasanın tepkisi ne olacak ve bankaların yeniden aktif rol oynaması sağlanabilecek mi, hep beraber göreceğiz. Piyasa faizlerinin yeniden yükselme riski son derece gerçek. Geçen yıl ortaya çıkan ve resesyon tartışmalarını tetikleyen ABD getiri eğrisinde çarpılma, belli oranda şu anda da ortaya çıkmış durumda. Ancak geçen yıl da paylaştığım gibi bu sadece ekonomik yavaşlamanın neden olduğu bir durum değil, ABD dışı aktörlerin çok ciddi miktarda ABD tahvil talebi söz konusu. Bizler gibi sıradan insanlar için bir yatırım aracı olabilen ABD tahvillerinin sistem içinde asıl yeri teminat piramidinin en tepesinde olmasından kaynaklanıyor. 2018 ve 2019 yıllarında Çin Merkez Bankası PBoC’nin yaptığı stres testlerinde ekonominin yüzde 4.2 büyümesi durumunda bankaların sorunlu kredi stokunun 5 katı artacağı öngörülüyordu. Elbette Çin daha yüksek bir büyüme sağlayacak imkânlara sahip, ancak bankacılık sistemi daha büyük sorunlar yaşayacak. Euro Bölgesi bankalarının, Almanya dahil olmak üzere durumu ortada. Bir gün doların çökeceğinden benim de şüphem yok, ancak görünen o ki önce çok daha yükselecek. Kısa vadede bu görüntüyü tersine çevirebilecek en önemli dinamik Çin’in büyük bir ekonomik paket açması ve piyasaların dolar tahvillerden bir süre için uzaklaşarak euro ve diğer varlıklara girmesi olacaktır. Ama bu olsa bile ana trendi değiştirmeye yeteceğinden şüpheliyim. Tek kelime ile tüm yazıyı özetlemem gerekirse 1.0750 kırıldığı takdirde dünyada önemli bir değişiklik oluyor demektir.