FED para politikası ve faiz patikası sınırı
Doç. Dr. Ata Özkaya
Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi
Bu hafta içerisinde gerçekleştirilecek olan FED FOMC toplantısı, birçok açıdan son dönemdeki en kritik toplantı olarak değerlendirilebilir. Haziran ayından itibaren ABD ekonomisinin resesyona girmesi olasılığını, finansal piyasaların gereğinden yüksek olarak fiyatladığını gözlemledik. Bu fiyatlamalar, basın-yayın kuruluşlarında ABD’nin iki çeyrek büyüme oranının sıfırın altında açıklanması ile “Teknik resesyon” şeklinde, matematik-ekonomik tanımın dışında bir kavram ile temellendirilmeye çalışıldı. Bu “teknik resesyon” tabirinin hatalı, yanlış yönlendirici olduğunu belirterek sözlerime devam etmek istiyorum.
FED’in para politikası ve faiz sürecini değerlendirebilmek için ABD ekonomik aktivitesinin seyrine bakmamız gerekmektedir. Ekonomik aktivitenin dinamikleri, sadece büyüme oranı ile ifade edilebilecek, buna indirgenebilecek tek-boyutlu bir sistem değildir.
Ağustos ayında ABD tüketici fiyatları genel seviyesinde yıllık %8.3 artış meydana gelmiştir. Ağustos’ta aylık değişim ise %0.1 artış yönündedir. Bu artışta, başat harcama kalemleri olan gıda ve barınma fiyatlarındaki artışın önemli katkısı olmuştur. Gıda fiyatlarında aylık % 0.8’lik artış söz konusu iken, barınmada %0.7’lik artış kayıtlara geçmiştir. ABD hükümetinin mali politikası yönünde uygulanan sübvansiyonlar neticesinde benzin fiyatlarında % 10 seviyesinde bir düşüş gerçekleşmiştir ve manşet değerde bu düşüşün etkisi baskındır. Öte yandan, elektrik ve doğal gaz fiyatları ise yükselmeye devam etmektedir. Dolayısı ile gıda ve enerji hariç baktığımızda aylık % 0.6 ‘lık artış ile, TÜFE dinamiği güçlü seyrini sürdürmektedir.
ABD ekonomik aktivitesinin hızı Ağustos’ta şu şekilde bir seyre sahiptir: Sanayi sektörlerinde satın alma yönetici endeks verileri %52.8 ile, ekonomik aktivitede hızlanmayı göstermektedir. Buna ek olarak, marjinal talepteki artış da bu verilere yansımıştır. Yeni siparişlerde ve üretim endekslerindeki artış, ekonomik aktivitede yaygın sektörel hızlanmaya işaret etmektedir. Üretim sektörlerindeki fiyat seviyesinde ise artış hızı yavaşlamaktadır. Ayrıca, sanayi sektörlerinin istihdam yaratma kapasitesi % 84 oranda güçlü seyrini korumaktadır.
Reel olarak kişisel tüketim harcamalarının Temmuz ayındaki durumu da ılımlı artışın devam ettiğini göstermektedir. ABD Hizmetler sektöründe satın alma yönetici endeksi Ağustos ayında %56.9’luk bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durum, ilgili sektörlerin ekonomik aktivitesinde genişlemeye işaret etmektedir. Tedarik sorunlarında kısmi iyileşme olduğunu da eklememiz gerekecektir. Bu da talebin arza yaklaştırılması sürecinin yavaş seyrettiğini göstermektedir.
ABD üretici fiyatları endeksinde Ağustos’ta yıllık %8.7 artış açıklanmıştır, aylık ise %0.1 azalma meydana gelmiştir. Temmuz ayı ile birlikte, ilk bakışta üretici enflasyonu hız kesiyor görüntüsü verse de, gıda ve enerji endeksleri hariç tutulduğunda % 0.2 ‘lik bir artış söz konusudur. Buna ek olarak, hizmetler sektöründe ise %0.4’ lük bir artış kaydedilmiştir. ABD mali politikasının benzin fiyatları üzerinde uyguladığı sübvansiyonların etkisi Temmuz’dan sonra Ağustos ayında da kendini göstermiştir. Enerji fiyatlarındaki düşüş % 6 seviyesindedir. Ancak, enerji hizmetlerini teşkil eden elektrik ve doğal gaz fiyatlarında ise artış söz konusudur.
Tüm bu gelişmeler ışığında, FED’in para politikası ve faiz patikasının geleceğini değerlendirirken dikkat edilmesi gereken husus şudur. Üretim birimlerinde ekonomik aktivite hızı sabit seviyede devam etmektedir, bütün ekonomiye katkısı da bu yöndedir. Bu sabit hızla genişleme süreci, ekonomik aktivitenin belirli bir stabiliteye ulaştığının da göstergesidir. Bu stabiliteyi matematik olarak şu şekilde değerlendirebiliriz. Sermaye üretkenliği hızı ile işgücü üretkenliği hızı birbirine yakınsamaktadır. ABD para politikası ve mali politika dinamikleri ise, işgücü ücretlerinin artışı ve işgücünün bu hızlanmadan aldığı payı yükseltecek şekilde yönlendirilmektedir. Aynı zamanda, sermaye-işgücü ikame esnekliği artmakta olduğu için, işgücünün aldığı paydaki artışın bir süre sonra “sınırlandığını” gözlemleyeceğiz. Her matematik ifade, ilişkisini açıkladığı kavramların gelecekte alacağı değerleri yakinen ya da olasılıklı bilebilmek için var olduğundan, biz de ABD ekonomik büyüme hızının 2023 yılı içerisinde yavaşlayacağını, yavaşlama miktarının yukarıda belirtilen “sınırla” ilişkili oranda olacağını öngörebiliriz. Bu yavaşlamanın ek %0.1-%0.3 seviyesinde işsizlik yaratabileceğini öngörüyoruz. O halde, ABD Merkez Bankası politika yapıcılarının karşılaştığı sorunu açıklıkla söyleyebiliriz: Önümüzdeki dönemde faiz patikasının maksimum değerini tespit ederek yukarıda bahsedilen “sınırlanmanın” nasıl yönetileceğini belirlemek, üretim birimlerini ve finansal piyasaları bu patika üzerinde mümkün olan en az sapma ile yönlendirebilmektir. Tabii ki bu yönlendirme MBS tahvil alım miktar/zaman adımlarını da kapsayacaktır.
Her ne kadar, küresel finansal piyasalarda 100 bps faiz artırımı fiyatlamalara girdi ise de; FED’in bu hafta içinde açıklayacağı faiz adımının 75 bps olmasının, ABD ekonomik aktivitesinin yukarıda genel hatları ile açıklanan dinamikleri ile uyumlu olduğunu değerlendiriyorum. Bu açılardan yaklaşıldığında, faiz patikasının orta-dönemde yerleşeceği sınır değerin % 4.25-4.5 olması olasılığı güçlenmektedir.
ABD için yaptığımız değerlendirme küresel ekonominin geleceği için yapılacak değerlendirmelerden farklı olmak durumundadır. Küresel ekonomik büyümeye ilişkin tahminler, genel itibarı ile üretim faktörlerinin alacağı fiyat seviyesi üzerinden düşünülmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde hükümetlerin büyük ölçüde enflasyonist politika pahasına büyümeyi hızlandırıcı önlemler alacağını düşünebiliriz. Bu yüzden, IMF ve Dunya Bankası gibi kurumların 2023 büyüme tahminleri altında yatan varsayımlarının geçerliliğini önümüzdeki dönemde sorgulamaya devam edeceğiz. Gelişmekte olan ülkelerde talep fonksiyonu davranışı, gelişmiş ülkelerden farklı dinamiklere sahiptir. Bu kurumlar, hatırlanacağı üzere son küresel büyüme tahminlerini oldukça aşağı seviyelere revize etmişlerdir. Küresel ölçekte ülkelerin büyüme patikalarında ayrımın, ülkelerin üretim kaynakları ihracatçısı mı yoksa ithalatçısı mı, şeklinde yapılması daha iyi olabilir. Bu değerlendirmeler yapılırken, söz konusu ülkelerin ayrıca dolar bazlı kırılganlıkları ya da rezerv avantajları dikkate alınmalıdır. Ayrıca, küresel enerji talebinin artacak olmasının etkilerinin de, büyümeyi önceleyen ekonomilerde nasıl üstesinden gelinebileceği birçok ekonomi-politik ve jeopolitik bileşene bağlı olacaktır. Bu konudaki incelememizi başka bir yazıya bırakmayı uygun görüyorum.