Fayda ve emek-değer
Temel ihtiyaç mallarının fiyatının belirlenmesinde emek-değer kuramının rolü konusunda Pedro de Valencia’nın Adam Smith’i 171 yıl önce neredeyse kelimesi kelimesine öncelediğini görebiliyoruz. İspanyol skolastikler güncel sorunları teorikleştirirken hayli ileri gidiyorlar. Değişim değeri-sübjektif fayda ilişkisinde yazdıkları dikkat çekici bir modernliktedir. Keza paranın değeri konusunda objektif değer –örneğin paranın içerdiği kıymetli maden miktarı- ve atfedilen değer –estimación- ayrımı için Tomás de Mercado ilk sayılabilir. İspanyolların 15. Yüzyıl Floransa ilahiyatçıları Laurentius de Rodolphis ve St. Antoninus of Florence (Antonio Pierozzi)’den etkilendikleri, buna karşın 17-18. Yüzyılların büyük İtalyan ekonomistleri Davanzati, Serra, Montanari ve Galiani’yi etkiledikleri öne sürülüyor. Bu iddiayı gözü kapalı kabul etmemek için –Schumpeter’in tanıklığına rağmen- Ferdinando Galiani’nin Della Moneta’sına yıllar sonra tekrar göz attım. Galiani’nin, eklektik merkantilizminin dışında, para teorisinde Luís de Molina’ya belirgin bir üstünlüğünü göremedim. Ancak Molina’nın sadece çok kısa bir özetini okuduğumu söyleyeyim. Galiani’nin sübjektivist bir değer kuramını benimsediği açıktır. Della Moneta’nın ikinci bölümü tamamen fayda –utilità- ve nedret –rarità- üzerine kurulu bir değer teorisine ayrılmıştır.
Galiani’ye göre fayda ve nedret birlikte olmadan değer olmaz. Hava ve suyun faydaları çoktur ama değerleri yoktur çünkü bol bulunurlar. Öte yandan Japonya sahilinden getirilen bir torba kum az bulunur, ama faydası olmadığı için değeri yoktur. Galiani değer konusunda Salamanca okulunun öne çıkarmaya başladığı bir skolastik izleğini –fayda, talep, nedret, sübjektif değer- tamamen benimseyerek takip etmektedir. Galiani çok az referans verdiği için kaynaklarını doğrudan bilemiyoruz. Elbette Grotius ve Pufendorf da Galiani’nin kaynakları arasında olabilir çünkü aynı tez –fayda ve nedretin beraberliği- Pufendorf’ta da var. Ancak bu durumda dahi dolaylı yoldan Salamanca okulunun mirası devreye giriyor çünkü söz konusu Protestan yazarlar da 16. Yüzyıl İspanyol ilahiyatçı-hukukçularını takip ediyorlardı. Bir başka deyişle Katolik olmak Protestan yazarlar tarafından okunmaya da kaynak gösterilmeye de engel değildi. Sadece şu oluyordu; Katoliklere verilen referanslar sınırlı tutulabiliyordu. Pufendorf, Grotius’un tersine, sadece Suaréz’e gönderme yaparak –Salamanca okulunun diğer İspanyol öğrencilerine referans vermeyerek- bu yolu izlemiştir. Grice-Hutchinson, Galiani’nin, hatta Condillac ve Turgot’nun, Salamanca okulundan öğrendiklerinden hiç bahsetmeyerek fayda ve nedret üzerine kurulu sübjektivist bir değer teorisini yenilik gibi sunduklarını yazıyor. Oysaki sadece Salamanca okulunun değil, okulun takipçilerinin dahi bugünkü terminolojiyle beklenen fayda, riskten kaçınma derecesi, sosyal fayda fonksiyonu, malların ve paranın ortak arz/talebinin ‘doğal fiyatı’ belirlemesi vb. temaları geliştirdikleri görülüyor. Emek-değer Ortaçağ ilahiyatçılarının doğallıkla benimsedikleri kuram iken Amerikaların keşfi sonrası yağan altın ve gümüşle birlikte piyasalar hızla gelişince İspanyol ilahiyatçı/hukukçularının fayda temelli bir kurama geçiş yaptıkları anlaşılıyor.
Peki, emek-değer kuramı ne olacak? Uzun yıllar boyunca, başka açılardan Ortodoks sayılamayacak olanlar bile emek-değer kuramının geçerliliğinden kuşku duymamışlardı. Aslında emek-değer teorisi akademik iktisatçılar arasında pek de popüler değildi. Bunun nedeni, bu teorinin çatlaksız bir kale olmaktan uzak oluşu kadar neoklasik ekolün başka bir mantık ve formalizme dayalı oluşudur. Belki de Karl Korsch’un sosyoloji disiplini için söylediğini iktisat için de söyleyebiliriz: Neoklasik akademik iktisat sosyalizme (Marksizm’e) karşı oluşmuştur. Oluşmuştur ama hayli ilerlemiş ve başlangıç tematiğinden uzaklaşarak zenginleşmiştir. Marksist veya herhangi bir sol pozisyona destek olacak, hatta normatif temel sağlayacak bir adalet kuramının, bir siyaset felsefesi öğesinin bulunmasına ihtiyaç olmadığı görüşünü, yâni Marksist teorinin bütün ihtiyaçları karşılayacak kadar kapsamlı ve bilimsel olduğu iddiasını kabul etmek zordur. En azından Karl Polanyi piyasanın kurulan/kurumsallaştırılan bir yapı olduğunu yazmıştı. Bunun anlamı şudur: Kapitalizm piyasayı kodlar, standartlaştırır ve ekonomiye yeni değerleriyle birlikte bir cebir (algebra) yapısı giydirir. Emek-değerlerin (veya şaşırtıcı gelebilir ama sermaye-değerlerin) aynı zamanda moral değerler olabileceği fikri yeni değildir. Emeğin “değeri” var mıdır sorusu sadece emek-değer kuramı içinde ele alınmayıp daha genel bir ahlak felsefesi çerçevesinde de düşünülebilir.
Yeniden soralım: Emek-değer kuramı ne olacak? Bu soruyu defalarca tekrar edebiliriz. Hangi anlamda geçerlidir? Bir fiyat teorisi olarak geçerli olduğunu düşünmüyorum. Mesela Georg von Charasoff 1909'da rastgele bir üretim fiyatları vektörünün orijinal emek-değerler vektörü olarak kullanılabileceğini gösterdiği anda konunun “teknik” tarafı esas itibariyle bitti. Samuelson bunu 1971'de “iki sistemi yaz, birini sil, ve transformasyon operatörünü bulursun” (değerlerden fiyatlara dönüşüm) diye ifade etmişti ki bilmeden yapmıştı çünkü Charasoff gösterimi 1987 yılında İtalyancaya çevrilene kadar unutulmuştu. Zaten Kautsky de Charasoff’un Die Neue Zeit’a sunduğu makaleyi reddetmişti. Kautsky makaleyi muhtemelen anlamamıştı çünkü sayfalarca matematik gösterim vardı. Charasoff’un açmazı bu olmuştu. Marksistler matematiği görünce ilgilerini yitiriyorlardı; matematikçiler ise sadece matematiğe bakıyor ve Marksist kavramlara uygulanmasını garipsiyorlardı. Charasoff unutulmuştu ancak benzer gösterimler biliniyordu; yine de Samuelson'un başkasına pek de ihtiyacı yoktu. Öte yandan lineer cebir ile formelleştirilince tersinir olduğu için değerlerden fiyatlara bir operatör elde edilebiliyorsa aksi yönde bir transformasyon operatörü da elde edilebilmelidir. Tugan-Baranovsky’nin Kautsky’nin eleştirisine yanıt olarak geliştirdiği genişletilmiş yeniden üretimden başlayarak sonsuza kadar gidebilecek bir kapitalist birikim sürecinin nümerik koşullarının daha genel matematiksel anlamda doğrulanabileceğini ekleyeyim. Ancak muhtemelen bir emek-değer teorisine değil, bir sermaye-değer teorisine götürecektir: Luigi Pasinetti, Leçons sur la théorie de la production, 1985: 82-85; 220-221.
Açıkçası emek-değer kuramı bana genel bir makro gelir dağılımı kuramı gibi görünüyor; bir mikro fiyat mekanizması kuramı gibi değil. Morishima ve Roemer’in “temel Marxian teorem” dedikleri” neydi? “Kâr oranı pozitiftir sadece ve sadece artı-değer (sömürü) oranı pozitifse”. Ancak bu ispatın yapılabilir (uygulanabilir; viable) teknolojilerde her üretim faktörü için –yani sermayenin de toprağın da robotun da artı-değer (sömürü) oranları bulunabilir- geçerli olabileceğinin ilk işaretini Rus matematiksel iktisatçısı Vladimir Karpovich Dmitriev 20. yüzyılın başında (1898-1902) vermemiş miydi? Bu noktada işin içine ekonomi ve matematik ciddi biçimde giriyor ve sadece yorumla yetinmek mümkün değil. Dolayısıyla burada kesiyorum.