Faturanızı vermezlerse
Kurumlar vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içerisinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanır ve safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümleri uygulanır. Dolayısıyla kurum kazancının tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanunu'nun değerlemeye ait hükümleri ile Gelir Vergisi Kanunu’nun indirilebilecek giderleri düzenleyen hükümleri de dikkate alınmak durumundadır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun "İndirilecek Giderler" başlıklı 40/1. maddesinin (1). bendinde; kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin, (7). bendinde de Vergi Usul Kanunu’na göre ayrılan amortismanların safi kazancın tespitinde indirim konusu yapılabileceği hükme bağlanmıştır.
Bu bilgilerin ışığında yazımızda, bir mükellefin amortismana tabi bir iktisadi kıymet alıp da bu kıymetin faturasını alamadığı bir durumda veya harcamasını belgelendiremediği bir durumda bu kıymeti envanterine kaydedip amortisman ayırıp ayıramayacağı yahut gider yazıp yazamayacağı sorusuna cevap arayacağız.
Dikkat edilirse, giderlerin düşülmesi veya amortismanın ayrılıp gider yazılabilmesi için, Gelir Vergisi Kanunu’nun ilgili maddelerinde belgeye bağlama ve belgeyi deftere kaydetme koşulu, KDV Kanunu’ndaki gibi aranmamış, sadece işlemin gerçekliği, bedelin emsale uygunluğu ve illiyet bağı öne çıkartılmıştır. Aksi düzenleme ise KDV Kanunu’nda söz konusudur. Bu kanunda, yüklenilen KDV’nin indirilebilmesi için, işlemin gerçekliği, bedelin emsale uygunluğu, illiyet bağı gibi özelliklerin yanı sıra işlemin geçerli bir belge ile tevsik edilmesi ve belgenin deftere kaydedilmesi de birer ayrı koşul olarak karşımıza çıkmaktadır (KDVK md.29). İki vergideki bu farklılık ise doğaldır. Zira gelir vergisi bir kazanç vergisidir ve gerçek kazancı, safi tutar olarak mükellefin gerçek mali gücü kapsamında vergilemeyi hedefler. Buna karşılık KDV, böyle bir hedefi olmayan bir muamele vergisidir.
Bu nedenle bence bu mükellef; işlemi gerçekse, aldığı amortismana tabi iktisadi kıymeti işletmesine getirip işiyle ilgili olarak kullanmaya başladı ise, bu iktisadi kıymetle üretim yapıyorsa, kıymetin bedeli emsale uygunsa, bu kıymeti defterine kaydederek amortisman ayırmaya başlayabilir. Ancak belge alamadıysa, belgeyi alamadığını vergi idaresine bildirmesi, böyle bir durumda basiretli bir davranış olacaktır. Eski bir Danıştay Kararına konu bir hadiseden hareketle örnekleyelim. Müteahhit yaptığı binaya asansör de koyduysa, ancak asansör firmasından belge alamadıysa, maliyetlerde asansörü dikkate almayıp, binayı asansörsüz mü kabul edeceğiz. Böyle yaparsak, müteahhidin kazancını gerçeğe aykırı matrah üzerinden vergilemiş oluruz.
Vergi idaresinin mükellefin kendisine yapacağı bu ihbar üzerine olayı inceleyip, fatura vermeyeni cezalandırması gerekir. Mükellefin alımı gerçekse ve gerçeğe uygun bedele dayanıyorsa, mükellefe hiçbir cezai işlem yapılamaz veya amortismanın reddi yoluna gidilemez. Zira mükellefin faturayı zorla alma hak ve yetkisi yoktur. Zaten böyle bir yola gidecek olursa hareketi suç oluşturacaktır.
Burada önemli olan harcamanın gerçekliği, bedelin emsale uygunluğu ve tabii ki harcama ile faaliyet konusu arasında illiyet bağının bulunmasıdır (Bütün bunların ispat yükü de belgesiz kayıt yapandadır).
Bu gibi bir olaylarda idari anlayış ise maalesef, biraz “ipe un sermeyi” çağrıştırmaktadır. Nitekim geçmişte Şanlıurfa Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından 64958909-213-15 sayı ve 24.5.2016 tarihli Özelgesi ile “Satın aldığınız makinalara ilişkin faturanın satıcı firmadan alınamaması durumunda, söz konusu makinaları envanterinize kaydedebilmeniz ancak, satıcı firma hakkında yapılacak bir vergi incelemesi sonucunda işlemin gerçekliğinin ortaya konulması halinde söz konusu olabilecektir. Öte yandan, belirtilen şekilde yapılacak bir tespit sonrasında envanterinize kaydedebileceğiniz iktisadi kıymetler için amortisman ayırabileceğiniz tabiidir” şeklinde görüş açıklanmıştır. Yani vergi idaresi diyor ki, durumu bana bildir, tarh zamanaşımı süresi içerisinde satıcıyı bir ara incelerim, -eğer bu arada mükellef kaybolmazsa, adresini değiştirmezse, işi bırakıp adres-i meçhule gitmezse- ve eğer satışa rağmen fatura verilmediğini saptarsam amortisman ayırırsın, yoksa ayıramazsın.
Sağlıklı belge düzenini oluşturacak ve kontrol edecek gelir idaresi veya VDK’nın konuyu hemen üzerine gidilecek bir konu olarak görmeyip, tarh zamanaşımı süresi içinde sürüncemeye bırakıp, belgesini alamayan mükellefi zorda bırakması, gider yazma veya amortisman ayırma hakkını geciktirmesi veya elinden alması, hem yasa hem de mükellef hakları ile bağdaşmamaktadır. Şimdi burada idarenin, söz konusu tespiti yapana kadar, mükellefin gerçek ve safi gelirlerini vergilendirdiğini, yani hukuka uygun vergi saldığını söyleyemeyiz.
Bence idari anlayışın, “sen gider yaz veya amortisman ayırma hakkını kullan, haksız kullandığını tespit edersem seni cezalandırırım, sana fatura vermeyeni de ben inceler cezalandırırım” şekkinde olması gerekirdi. Mükellef haklarını içselleştirmediğimiz sürece, daha çoook af kanunu ve matrah artırımı yaşarız. Fatura vermeyenlerin veya yarı oranda fatura koşulu ile satış yapanların çoğaldığı yönündeki duyumlardan hareketle idarenin bu gibi durumlarda yapılacak uygulamayı bir sirküler ile düzene bağlamasında yarar vardır.