Fak Fuk Fon’dan aile sigortasına…
Hayat pahalılığının çok yüksek düzeyde seyrettiği bir dönemde cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerine gidilince aile yoksulluğu ile mücadele de siyasi vaatlerin ilk sıralarında yer aldı. 14 Mayıs seçimine 6 gün kala muhalefet “Soğan”ı hayat pahalılığının, ekonomik sıkıntıların simgesi haline getirirken, iktidar da ekonomik sıkıntıların farkında olduğunu ancak özellikle savunma sanayii ve enerji alanındaki ilerlemenin önemini vurgulamaya çalıştı. Sonuçta, hayat pahalılığının derinleştirdiği kentlerde yaşayan aile yoksulluğunun ilacı olacak “aile sigortası”, yani “aileye yaşamasını sağlayacak bir ücret garantisi verilmesi” konusu iktidarın ve muhalefetin seçim vaatlerinde benzer ifadelerle yer buldu. CHP genel başkanlığına seçildiği günden bu yana yoksullukla mücadele ve aile desteklerini sürekli gündeme getiren Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu hassasiyetinin, Millet ittifakının Temel Politikalar metninde de net şekilde yansıdığı görüldü. 21 yıllık iktidarını geçmişte ailelere yaptığı sosyal yardımlara borçlu olduğu sık sık dile getirilen Ak Parti de bu kez 2023 seçim bildirgesinde Aile Sigortası kavramına muhalefetinkine benzer şekilde yer verdi. Böylece yoksullar için Aile Sigortası kavramının ileride neredeyse partiler üstü bir anlayışla devlet politikası haline gelebileceğinin işaretlerini aldık.
Turgut Özal’ın Fak Fuk Fon’u başarılı olamadı
Türkiye’de yoksullukla mücadeleye siyasi yaklaşımlar, devletin yoksullukla mücadele denemeleri elbette yeni değil. Hemen aklımıza ekonomi muhabirliğine adım attığımız günlerde karşımıza çıkan halk arasında Fak Fuk Fon (Fakir Fukara Fonu) olarak anılan kaynak ve örgütlenme geliyor. ANAP’ın tek parti iktidarı döneminde Başbakan Turgut Özal’ın girişimiyle 1986 yılında 3294 sayılı kanun ile Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kuruldu. Fak Fuk Fon’un amacı “sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi olmayan, bu kurumlardan maaş alamayan, fakrü zaruret içinde ve muhtaç durumda olanlara geçici olarak yardımda bulunmak, bu gibi kişilerin eğitim ve öğretim imkanlarını geliştirerek üretken duruma gelmelerini sağlamak” olarak belirlendi. Fon’un çok sağlam gelirleri vardı. Trafik cezalarının yarısı, RTÜK reklam gelirleri hasılatının yüzde 15’i, Gelir ve Kurumlar vergilerine ek olarak alınan paralar fonda birikiyordu. Fonun yönetimi doğrudan Başbakanlığa bağlıydı. Fon yönetimi her il ve ilçede özel idareye bağlı kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma vakıfları aracılığı ile ihtiyaç sahiplerini buluyor, yardımı ulaştırıyordu. Siyasi etkilerin öne çıktığı uygulama başarılı olamadı. Yardımların siyasi seçicilikle ulaştırıldığı, fondaki paraların amacı dışında kullanıldığı bu sistem yürümedi ve zamanla işlevini yitirdi. Son olarak 2018 yılında yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Fon kurulunun oluşumuna ilişkin hükümler yürürlükten kalktı. Fonun bazı işlevleri Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu’na devredildi.
ILO’ya 52 yıl önce “aile sigortası” sözü verilmişti
Türkiye aslında Aile Sigortası kavramına yabancı değil. Bundan tam 52 yıl önce Türkiye yoksul vatandaşlarına asgari aile geliri sağlayacağına uluslararası düzeyde söz vermişti. Devletimiz 1971 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi’ni imzalamıştı. Ancak aradan geçen 52 yılda sistem hayata geçirilemedi. Şimdi 14 Mayıs seçimleri öncesinde hem iktidardaki Ak Parti, hem de ortak Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu önderliğindeki Millet İttifakı, Aile Sigortası oluşturmaya söz verdi. Seçimle iktidara gelecek siyasi iradenin yoksul ailelere nasıl sürekli yaşam geliri sağlayacağını hep birlikte göreceğiz.
Dijital dönüşüm seçim kampanyalarında
Artık sonuna gelmekte olduğumuz partilerin seçim kampanyaları nasıl bir dijital dönüşüm yaşadığımızı bizlere iliklerimize kadar hissettirdi. Türkiye tarihinin parti bayrakları ve basılı el ilanlarının en az çevre kirliliği yarattığı, hoparlörlü araçların en az gürültü kirliliği oluşturduğu bir seçim kampanyası dönemini geride bırakmak üzereyiz. Sosyal medya mecralarını kullanma arzusu ve yeteneği uluslararası istatistiklere yansıyan ülkemiz seçmeninin bu niteliği, siyasi partileri seçim kampanyalarını ağırlıklı olarak bu mecralardan yürütmeye yönlendirdi. Dijital ortamdaki seçim reklamları, videolar, siyasal içerikler neredeyse tüm sosyal medya hesaplarını kapsamına aldı. Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu, bir kısmını evinin mutfağında çektiği onlarca video ile seçmenlere ulaşmaya çalıştı. Ak Parti başta olmak üzere birçok partinin reklamları bir anda karşımız çıktı. Parti mitinglerinin duyurusu ve canlı yayını ağırlıklı olarak sosyal medya hesaplarından yapıldı. Elbette sosyal medyayı en etkin kullanan, bu seçimin en gözde kesimi ilk kez oy kullanacak 5 milyon dolayında genç seçmen dijital kampanyanın odağını oluşturdu.
Biri seçmeni gözetliyor ve etkiliyor mu?
Dijital dönüşümü hissettiğimiz bu seçimde dünyanın son dönemde çok tartıştığı, sosyal medya hesaplarından toplanan büyük verilerin analizini yapan yapay zekâ yardımıyla seçmen algısının değiştirilebilmesi kavramıyla da tanıştık. ABD seçimleri, Brexit oylaması, Brezilya seçimleri başta olmak üzere başa baş gitmiş birçok oylama öncesinde büyük veri analizlerinin özellikle oylamaya en fazla bir hafta kala algının değiştirilmesinde kullanıldığı öne sürüldü. Kılıçdaroğlu’nun bu yöntemlerin Türkiye’de de kullanılacağına dair işaretler aldıklarına dair uyarıları konunun daha fazla gündeme gelmesini sağladı.
Tabii ki dijital ortamdaki bilgilerle yapılan büyük veri analizleri ile bu verilerle sahte algı yaratma işini birbirinden ayırmak gerekiyor. Büyük veri analiziyle seçmen eğilimlerinin kamuoyu anketlerinden çok daha hızlı ve etkin olarak nasıl saptandığını merak eden okurlarımıza TEPAV’ın (www.tepav.org.) internet sitesindeki değerlendirme notunu okumalarını öneririm. TEPAV Maliye ve Para Politikası Araştırmaları Merkezi Direktörü Coşkun Cangöz’ün “Google Trendler üzerinden 2023 seçimlerine bakış” notundan çok şey öğrenebilirsiniz.