Faizleri düşürtüyoruz, nerede yatırımlar!
Dün Sayın Cumhurbaşkanı’nın Grup Toplantısı’nda yaptığı açıklamalar sonrasında zaten son dönemde iyice zayıflamış TL’de bir raund daha satış yaşadık. Ben bu yazıyı yazdığım sırada dolar kuru 10.50 seviyelerine yaklaşmıştı. Piyasanın konuşmaya tepkisinin irrasyonel olduğunu söylemek çok zor. PPK toplantısına bir gün kala “milletimizi faize ezdirmeyeceğiz” şeklindeki ifadelerin kurlar üzerinde menfi bir etkisinin olmamasını herhalde kimse beklemez. Konuşma öncesinde 100 baz puan kadar beklenen faiz indirimini piyasalar artık 200 baz puana kadar fiyatlıyorlar.
Konuşma öncesinde bile TL her türlü göstergeye göre tarihi en zayıf seviyelerindeydi. TL’deki zayıflama salt faiz politikasında yapılan yanlışların da ötesinde dünya ekonomik konjonktüründeki gelişmelerden de payını almakta. Ve bu konjonktürde kısa vadede bir değişim beklemek de gerçekçi değil. Özellikle ABD dolarının gelişimine baktığımızda daha 6 ay öncesine kadar 1.22’lerde seyreden euro/dolar kurunun 1.13’lere gerilediği görülüyor. Önümüzdeki dönemde de özellikle oldukça yüksek gelen Ekim ayı enflasyonu ile birlikte Fed’in faiz artırımlarına beklenenden önce başlayacağı konusundaki beklentiler güçlenmiş durumda. Tabii ki, Biden yönetiminin meclisten geçirdiği altyapı yatırımlarına yönelik büyük montanlı harcama paketinin de büyüme ile birlikte (ama doğru, ama yanlış) enflasyon beklentilerini de yukarı çektiğini görüyoruz. Öte yandan, Avrupa’nın kronik büyüme problemi ise Avrupa Merkez Bankası’nın şahin bir tutum sergilemesini engelliyor. Aksine zayıflayan euro’nun ihracata destek olarak AB’nin büyümesine katkı sağlayabileceğini de düşünüyorlar. Bu şartlar altında doların 1.10 seviyelerinin altını bile kırması çok şaşırtıcı olmayacaktır.
Diğer gelişmekte olan ülkelerin ekonomik durumu ne olursa olsun, doların güçlenmesi paranın bu ekonomilerden de dolara kaymasını körüklüyor. Kısacası, MB’nin faiz politikasından bağımsız olarak TL’de zaten bir baskı görüyorduk, ve de göreceğiz. Ancak, bir de bizde ısrarla yapılan politika yanlışları ile birlikte TL hergün (menfi anlamda) rekor üstüne rekor kırmaya devam ediyor. Çok basit bir şekilde ifade edilirse, ‘resmi’ enflasyon yüzde 20’lerin üzerine tırmanırken hâlâ TL’de duran ‘dirayetli’ tasarruf sahibine nette yüzde 15’in altında bir faiz ödenmesi, “ben senin birikimlerinin üzerine en az senelik yüzde 5 bir vergi getiriyorum” demekle eş anlamlı. Kur serbestiyetinin olduğu bir piyasa ekonomisinde bu esasen “tasarruflarını TL’de tutma” sinyali vermekten başka bir şey değil.
Sn. Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında değindiği faiz-yatırım ilişkisine gelirsek. Bu 2 parametre arasında birebir bir ilişki yok. Sadece konut kredi faizlerinde yapılacak olan aşırı sübvansiyon ile “talep” tarafında sağlanacak “geçici” bir canlanma ile konut sektöründe bir hareketlenme yaşanabilir. Ancak bu metod zaten son senelerde fazlasıyla denendi. (Diğer tüketici kredilerinin körüklenmesi ise bilindiği (ve tecrübe edildiği) gibi doğrudan cari açık üzerinde baskı oluşturmakta.) Ayrıca artık hanehalklarının (faiz ne olursa olsun) daha fazla borçlanma iştahı kalmadığı gibi, buna aracılık eden finansal kuruluşların bilançoları da ciddi şekilde zayıflamış durumda.
Zaten Sn. Cumhurbaşkanı tüketici kredilerin değil, doğrudan sanayicilere seslenerek (ya da onları hedef alarak mı diyelim!) ticari kredilerin kullanımının artmasını istiyor. Ancak, belirttiğim gibi düşük faizler ille de yatırımlar artacak anlamına gelmiyor. (Belki biraz farklı bir örnek olacak ama gelişmiş ekonomilerde faizler 2009 yılından beri eksi seviyelerde. Ancak bu süre içerisinde yatırımlarda kayda değer bir artış olmadı.) Sanayici yatırım yapmak için faizlerden daha çok yapacağı yatırım ile ilgili geleceğe dönük talep projeksiyonlarına bakar. Belki, TL’nin bugünkü zayıf durumuna bakarak ihracata yönelik bir yatırım yapabilir. Ancak, yukarıda da değindiğim nedenlerle ana ihracat pazarımız olan AB’nin durumu çok net değil. İhracatçımız pandemi sonrasında birikmiş talebi iyi değerlendirdi. Ancak bu talebin devamının geleceği hiç kesin değil. İkinci olarak, yatırımlar prensip olarak en az yatırımın geri dönüşüm süresi kadar uzun vadeli kredilerle finanse edilmek durumundadır. TL üzerinden bakarsak Türkiye’de böyle bir piyasa hiç var olmadı. (Zaten uzun vadeli TL faizler referans olarak alınsa bile bu faizler şu anda yüzde 20’lerde.) Döviz kredisi almak ise TL’nin bu değer kaybı karşısında cesaret ister. (Zaten bugün üstü vurgulanan da TL krediler, döviz kredileri değil.) Yatırımcıyı yatırıma sevk etmekte zorlayan bir diğer etmen de ürün fiyatlaması için en önemli faktörlerden biri olan ücretlerin geleceği. Ancak artık herkesin fikir birliğine vardığı nokta ‘siyaseten’ yeni senede asgari ücretlere resmi enflasyonun oldukça üzerinde bir artış getirilmesi gereği.
Maalesef, gerçekçi bir para politikasına dönülmediği sürece ekonominin çarkları doğru çalışmayacak ve bizi gittikçe dibe doğru sürükleyen bu faiz-kur-enflasyon girdabı içinde kalmaya devam edeceğiz.