Faiz ve kırılganlık
Hem fiyatlama davranışı bozuluyor hem de TÜFE’de fiyatı artan veya aynı kalan ürün sayısının yayılım endeksi bozuluyor. Üstelik ara malında yüzde 60’a varan fiyat artışları var ve ÜFE-TÜFE makası had safhada açık. Belli ki enflasyon elden kaçma sinyalleri veriyor ki “ılımlı” veya orta seviye yüzde 15-20’lik enflasyonların tipik özelliğidir. Algılana veya alternatif biçimde ölçülen enflasyonun kaç olduğunu tartışmıyorum bile. Para politikası enflasyona göre gevşek seyrediyor. Yeni bir gelişme mi? Değil. Sürekli dur-kalk döngüsü yaşanan, sürekli risk primi dalgalanması yaşayan, sürekli kur dalgalanması ve parası kalıcı değer kaybı yaşayan bir ekonomiden söz ediyoruz. Üstelik on yıla yakın süreden beri böyle. Bunlar artık kalıcı, hatta “yapısal”, eğilim halini almış özellikler olup “orta gelir tuzağı” lafının edildiği yıllardan bugüne orta gelir tuzağı dahi hayal olmuş görünüyor. Rezerv de yok. Durum bu.
Bakalım. Risk primini ölçen bir istatistik olarak CDS’i görelim. Grafik bize “stresli yaz” olan 2013 sonrası CDS artışının –ki o dönemde çok sert biçimde yükseldiğini düşünüyorduk- son 3-4 senenin seviyelerinin yanında düşük kaldığını gösteriyor. O dönemde ne olmuştu? Bernanke konuşmuş ve Fed varlık alımlarını azaltmaya başlayacağını söylemişti. Ardından bütün 2014 boyunca Fed faiz artışının ne zaman başlayacağı tartışılmıştı. “Kırılgan 5’li” ortaya çıkmıştı.
Yazdan beri faiz artışının tartışıldığı Türkiye'de faizler sonunda Ocak 2014’te gecikmiş biçimde artırıldı çünkü döviz rezervleri erimeye başlamıştı. Yükselen enflasyon da genel riske ek olarak yabancı yatırımcı tarafından faizlerin artacağına dair ilave bir risk göstergesi olarak algılandığı için kur-enflasyon ikilisi sonunda daha fazla rezerv eritilemeyecek noktada merkez bankasını faiz artırmaya mecbur bıraktı. 3 Aralık 2013’te yeni rekor seviye olacak şekilde 115 milyar USD’ye yükselen brüt döviz rezervi 7 Şubat 2014 itibarıyla 13,1 milyar USD düşüşle 102 milyar USD’ye gerilemişti. Bu dönemde banka 3,15 milyar USD’lik 23 Ocak 2014 müdahalesi dâhil toplam 10,2 milyar USD döviz satışı yaptı. Haziran 2013-Şubat 2014 arası döviz satışı ise toplam 23,9 milyar USD’ye ulaşmıştı. O zaman bu kadar rezerv satışı analistlerin gözüne çok görünüyordu.
Yine de analistlerin fazla döviz satıldığını düşünmelerine rağmen net rezerv tutarı 7 Şubat 2014 verisi ile 33,4 milyar USD idi. O süreçte net rezerv brüt rezervden daha az erimişti. Neden? 10,2 milyar USD döviz satışının üzerindeki miktarın kaynağı 2 milyar USD kadar ROM çıkışı –bankaların merkez bankasında tuttukları parayı biraz çekmeleri- ve kamu mevduat azalışıydı. Bankacılık sektörünün Merkez Bankası’nda tuttuğu ve bankanın politika değişikliği ile serbest bırakabileceği YP zorunlu karşılık ve YP cinsi ROM toplamı ise 64 milyar USD idi. Fakat sonuçta piyasaya 13,1 milyar USD verilmiş oldu. Evet, Ocak 2014’te hem bu kadar döviz verildi, hem de işe yaramayacağı çabuk anlaşılınca faiz yükseltildi. Haziran 2013 sonrası bankaların fonlama maliyeti zaten 260 baz puan artmıştı. Fakat 28 Ocak 2014 faiz kararıyla birlikte bu artışın üzerine 280 baz puanlık artış eklendi. Bu kadar net bir faiz artırımının etkileri elbette derhal görülecekti. Nitekim mevduat faizlerinde ortalama artış 190 puana yaklaşırken, ticari kredi faizleri 260 baz puan arttı. Ancak zaten azalma sürecine giren tüketici kredilerinde artış o kadar fazla yansıtılamadı. Konut kredilerinde artış 120 baz puan, ihtiyaç kredilerinde 140 baz puan oldu. Mevduat faizi daha fazla arttığı için tüketici kredilerinde spread daraldı. İyi tarafı dolarizasyona karşı bariyer oluşturmasıydı. Tüketici kredisi hızla hem bankalar açısından, hem tüketici açısından cazip olmaktan çıktı. Amaç da zaten biraz buydu çünkü hane halkı borcu o dönemde dahi çok hızlı yükselmiş durumdaydı.
Tanıdık geliyor mu? Son 10 yılın hikâyesi buna benziyor. Faiz indirilsin deniyor ancak (a) enflasyon düşmediği (b) risk primi sık sık yükseldiği (c) döviz borcu yüksek olduğu (d) cari açık bir eğilim olarak kapanmadığı için TL değer kaybediyor, enflasyon daha da yükseliyor ve başa dönüyoruz. Dur-kalk modeliyle hiçbir yere gidilemeyeceği o kadar açık ki… Bugünkü fark rezervlerin tümden eritilmiş olmasında. Yine Fed varlık alımını azaltacak yine Fed faiz artıracak vs. 2022, en geç 2023 başı için manzara böyle. Tabii pandemi bitmedi ve Delta varyantının yayılması Fed’in para politikasını sıkılaştırma sürecini geciktiriyor.