Faiz-döviz sarmalında ufuk kaybı
Bilim-kurgu filmlerini pek izlemem. İnanmadığımdan değil, gerçekleşmesinin giderek daha az zaman alacağından korktuğum için. Uzun zamandır dünyada teknolojik ilerleme ile insani gelişme arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu gözlediğim için. Bilişim ve genetik alanlarındaki hızlı gelişimin süreçlerde aktif ve üretici konumda bulunan azınlık ile pasif ve tüketici konumda olan çoğunluk arasında kapatılamaz bir mesafe yaratacağından, bunun da dünya barışı ve huzuru, dolayısıyla insanlığın geleceği açısından vahim sonuçlara yol açabileceğinden kaygılanıyorum. Ve maalesef ülkemizin gün geçtikçe pasif ve mağdur kampta yer alacağını kesinleştiren belirtiler artıyor. Dışa bağımlı kısır ve verimsiz ekonomik yapıyı dönüştüremediğimiz gibi, temel bilimleri ve yaratıcılığı dışlayan düşük kaliteli eğitim sistemini, hukuk güvenliği sağlamayan yargı düzenini, öngörülebilirliğin ön koşulu olan kurumsal ve makroekonomik istikrarı geliştiremiyor, aksine daha da bozuyoruz. Güncel olaylara ve gündeme baktığımızda da, ülkenin geleceği açısından umut verici sinyaller, sözgelişi 30-40 yıl öncesine oranla, giderek azalıyor. Açıklanan 'programlar ve politika setleri'nin kalitesi ve inandırıcılığı son beş yıl içinde büyük ölçüde gerilerken, son İzmir depreminde de gördüğümüz gibi geçmişteki felaketlerden ders alma ve reflekslerimizi / tedbirlerimizi geliştirme yeteneğimizi de arttıramıyoruz. Açıkçası kendini akıntıya bırakmış, sorumluluğu sürekli dış dünyaya yükleyen ve yakın geleceği bile öngörmekte zorlanan bir görünümümüz var. Baksanıza, yarım yüzyıldır çözemediğimiz faiz-döviz sarmalında uğraşıp duruyor, sabah akşam bunu tartışıyoruz.
YEP olmasa da hatalar ve zaaflar bitmez
Biliyorsunuz, YEP’in ömrü beklenenden de kısa sürdü; daha bir ay dolmadan Merkez Bankası açıkladığı raporda bu yıl sonu ve 2021 sonu için YEP’teki enflasyon rakamlarını %2’ye yaklaşan oranlarda arttırdı. Gerçi MB, böylece kendisinin daha iki ay önce yaptığı enflasyon tahminini de değiştirip yükseltmiş oldu. Tabii ekimdeki anlaşılması güç faiz kararı nedeniyle kendi yol açtığı kur artışının verdiği sorumluluğun da bu açıklamada etkisi olmalı. Aslında piyasalarda oluşan hayal kırıklığının nedeni faiz arttırılmaması değil; çünkü arttırılmayan sadece zaten fiilen uygulanmayan politika faiziydi, ortalama fonlama faizi bunun epey üstüne çıkmıştı. Yani MB Ağustos’tan itibaren düşük faizli fonlamadan vazgeçip haftalık repo yerine gecelik faizden veya ihale ile borç verip daha politika faizi %8.25 ‘te iken ortalama faizi %10.6’ya çıkarmıştı. Eylül toplantısında ise beklenmedik bir şekilde politika faizini 10.25’e çıkarınca nihayet gerçekçi bir yörüngeye girildiği izlenimi doğmuştu; bu da piyasalarda olumlu beklentilere yol açmıştı. Ekim ayında dövizi durdurma kaygısıyla fiilen %12.6’ya yükselmiş bulunan faizin artık resmi olarak da yaklaşık aynı düzeye getirileceği umulurken politika faizinin aynı seviyede tutulması, buna karşılık istisnai olması gereken “geç likidite penceresi” faizinin %14.75’e çıkarılması, para politikasına olan güveni sarsarak döviz fiyatlarındaki trendi tersine çevirdi. 2018’de de gördüğümüz gibi gerçeği resmen kabullenmekteki gecikme, sonunda hasarı arttırıyor ve MB kanalıyla göstergeleri kontrol giderek imkansız hale geliyor.
Öte yandan unutmayalım ki döviz kuru bağlamında sorun sadece faiz değil. Cari açık ve döviz rezervleri açısından da geçen yıla göre bile durum oldukça kötüleşmiş durumda. Ağustos sonu itibariyle rezervler yaklaşık 40 milyar dolar erimiş. Swap vb. borç dövizler de olmasa bu erime çok daha yüksek. Dışarıya net döviz çıkışı da 12 milyar doları geçmiş. Cari denge de, ekonomi ilk yarı yılda küçülmüşken çok tehlike arz eden bir gelişme ile, geçen yıl sekiz ayda 5.3 milyar dolar fazla verirken bu yıl aynı sürede 26 milyar doları aşan bir açık ile sonuçlanmış. Yani cari açığın milli gelire oranı yüksek büyüme dönemindeki düzeyde, yaklaşık %8 civarında... Pandemi ve kredi teşviklerinin bileşik etkisi, ihracatta daralmaya karşı ithalatın artışı ve turizm gelirlerinin düşüşü nedeniyle cari dengede yaklaşık 32 milyar dolarlık bir bozulma yaratmış durumda. Dış yatırım da hem iyice küçülmüş olan doğrudan yatırımların 2 milyar dolar daha düşmesi, hem de hisse senedi ve bonolardaki portföy yatırımlarının 15 milyar dolar azalması nedeniyle minimum düzeyde. Dış kredi kanalı da tıkanmış görünüyor; dünyanın en yüksek döviz faiziyle bile kaynak sağlamakta zorluk çekiyoruz. Bu tablonun döviz açısından kırılganlığı son derece arttırdığı açık.
Reel kesim de risk altında
Peki, faiz-kur kıskacından kurtulup ta bakamadığımız, oysa asıl bakmamız gereken reel kesim ne durumda? Yılın ilk yarısındaki büyük teşvikli kredi desteği istenen büyümeyi sağladı mı? İSO’nun ilk ve ikinci 500 büyük sanayi firması ile ilgili araştırması, 2019 yılında 2018’e oranla ciro artışının yarıya düştüğünü, enflasyondan arındırılınca bunun reel anlamda küçülmeye dönüştüğünü gösteriyor. Aynı şekilde dönem karlarında reel olarak %15’e varan düşüş söz konusu. Teşvikli kredi sürecinin tekrarlanmasında büyük zorluk bulunduğu ve kurlardaki sert yükseliş nedeniyle 2021’de durumun daha kötüleşmesi büyük ihtimal. Bu da sadece firmalar için değil borçlu oldukları bankalar ve bordrolarındaki çalışanlar için de kötü haber anlamına gelir.
Mecliste görüşülmekte olan yeni torba yasa ile Kurumlar Vergisi oranında %5’e kadar indirim öngörülmesi, reel kesime bu açıdan bir destek çağrışımı yapıyor. Ancak bunun zaten çarpık olan vergi sistemindeki dolaylı vergi ağırlığını arttırması ve dolaysız vergi tahsilatını düşürmesi, dolayısıyla bütçe açığını arttırması gibi olumsuz sonuçları da olacak. Daha önemlisi, biriken riskler ve artan kırılganlıklar karşısında böyle tartışmalı ve münferit adımlardan ziyade güven algısını süratle onaracak köklü politika değişikliklerine ihtiyaç var.