Fado dinlerken…
Son günlerde Cristina Branco dinliyorum. Yayınladığı toplam 17 albümü ve dünya çapında sayısız konseriyle son dönemin en önemli Portekizli fado sanatçılarından biri. Kariyerine 27 yıl önce Hollanda'da büyük bir başarıya ulaşan Cristina Branco in Holland (1997) albümüyle başladı. Sonraki yıllarda Cristina'nın adı Avrupa çapında, sayısız mekân ve şehirdeki konserlerinde biletlerin tükenmesiyle büyük yankı uyandırdı. Bu yazıyı yazarken 2011’de Amsterdam’daki bir konserinden yapılmış kayıt çalıyor.
Branco, Amalia Rodrigues'in bir şarkısının sözlerinde olduğu gibi "Fado'yu yaşıyor ve fado ile nefes alıyor." Ancak, geleneksel, melankolik fado karakteristiğinden farklı bir yol izliyor; özgür, bireysel ve neşe dolu. Gelenekleri zayıf noktasından ihlal etmek yerine, kendi özgünlüğü ve yorumu ile geleneğin iyi tarafını öne çıkarmaya, onu yeniden canlandırmaya çalışıyor. Diğer müzisyenlerin Fado’da kendi tarzlarını buluyor olmaları gibi, Cristina Branco da kariyerine yenilikçiliği bir kenara bırakmadan geleneğe saygı duyarak kendini tanımlamaya çalışıyor.
Belki de bu nedenle 2012 yılında Uluslararası Mersin Müzik Festivali’nde izlediğimden beri onu takip ediyor, dinliyorum… Mersin’de bütün fadistalar gibi simsiyah bir kıyafetle sahneye çıkan sanatçı bizleri bütün bir konser boyunca hep ağlatmadığı için de son derece mutlu olmuştum. Diğer fadoculardan farklı olarak hayatımız gibi bir konser vermişti Branco. Yani kötü anları, acıları olduğu kadar iyi olan şeyleri, mutlulukları da anlatmaya çalışmıştı. Hatta, umut bile vardı ezgilerinde...
Aralarında Marea Duarte, Hollandalı Slauerhoff ve Shakespeare’in de bulunduğu şairlarin şiirlerini/sonelerini fado ile harmanlayarak yorumlamıştı.
Bir yerlere not almışım şöyle demişti sahnede:
“Amalia Rodrigues'in sesi beni çok etkilemişti. Şarkıcı olmayı hiç düşünmediğim günlerde Amelia gibi şarkı söylemeye özenirdim. Benim dinlemekten zevk aldığım müzik caz. Caz şarkıcılarındaki doğaçlamaları ve yorumları seviyorum. Ben de fado söylerken yorumlarımda cazdan yararlanıyorum. Anlamaya çalıştığım, çözmeye çalıştığım tüm duygularımı şarkılarla ifade ediyorum. Benim fadom sadece sahneye değil, bana ve yaşantıma ait. Bence fado şiirlere daha yoğun duygular katıyor, ama benim asıl amacım şiirlerin daha çok kişiye ulaşmasını sağlamak. Sizin ülkenizde nasıl bilmiyorum, ama Portekiz'de insanların çok fazla kitap okuduğunu söyleyemem. Bu yüzden şiirleri müzikle sunmak, onları daha çok insana ulaştırmak için harika bir yol."
Fado, yani kader, yazgı, alınyazısı, mukadderat... Hepimiz kendimizin ve sevdiklerimizin kaderlerinin güzel olmasını istemez miyiz? Ona ne kadar müdahale edebilir, ne kadar değiştirebiliriz? Hele karşımızda sonsuz bir okyanus varsa ve sevdiklerimiz, belki de hiç dönmemek üzere o ummana açılıyorlarsa; o kıyıda oturup kaderimizi beklemekten başka elden ne gelir? Ve de Afrika, Arap ve Avrupa insanının İber Yarımadası’nda biribirine karıştığı bir burgaçtaysanız... Elinize bir de 12 telli Portekiz gitarı geçmişse bir türkü çığırmayıp da başka ne yapabilirsiniz kaderinize?
Fado; balıkçı, kâşif ya da denizci olan sevgililerini, eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yüzyıl Portekiz kadınlarının artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlardan türemiş. Bu nedenle karmaşık duyguları; derin acıları, hüzünleri, özlemi, nostaljiyi, mutluluğu, aşkı bulmak mümkün sözlerinde ve ezgilerinde.
Amalia Rodrigues, Mariza, Dulce Pontes, Lucilia Do Carmo, Mafalda Arnauth, Rodrigo, Ana Sofia Varela, Carlos Ramos, Fernanda Maria, Misia ve Cristina Branco hemen aklıma gelen ünlü fadocular.
Fadoda tıpkı Neşet Ertaş’ın sazından dinlediğimiz Orta Anadolu’nun o harika bozlakları gibi ezgiler akıp gider, ama bu kez çorak topraklara değil, denize doğru, sonsuza dek dalgaların üzerinde yol alarak... Portekizce söyleyecek olursak bu, “fado”dur ya da hüzün, ıstırap, hayal kırıklığı, umarsız bekleyişlerin türküleri...
Neyse ki Cristina gibi bizim de umutlarımız var…