Esnasında ve sonrasında
Tüm dünya ile birlikte hacıyolu gözler gibi salgın için çözüm bekliyoruz. Teşbihte hata olmaz demişler. Şu sıralar Umreden gelenler hakkında yazılan çizilenleri okudukça, insan bu hacıyolu gözleme deyişinin acaba başka bir anlamı var mı acaba? diye merak ediyor. Bu virüs salgını inşallah bir zaman şu veya bu şekilde geçecek. Delip de mi geçecek yoksa çizip de mi? Kimi delecek diyor, kimi çizecek. Şu andaki bilgiler ve bulgular delip de geçeceği yönünde.
Malum bir sağlık krizi var. Zaten ekonomik vaziyetlerimiz limoniydi. Biz buz gibi ekonomik krizin ortasında vardır efendim hayır kriz yoktur efendim diye bağırıp çağırırken ekonomik krizin ağ babasıyla karşı karşıya kaldık. Bu sefer, hani alttan vuran depremler var ya, kriz öyle alttan vuruyor. Bir yanda sağlık krizi diğer taraftan ekonomik kriz iç içe geçti. Ekonomik kriz sağlık krizini daha ciddi hale getirirken, sağlık krizi de ekonomik krizi derinleştiriyor. İç içe iki kriz esnasında ve inşallah sağlık krizini sağ salim atlatırsak sonrasında yapılacak işler var. Atatürk’ün İsmet Paşa’ya Cumhuriyetin kuruluşunda yazdığı ve feci ekonomik tabloyu anlattığı mektubunun sonunda dediği gibi Allah yardımcımız olsun.
Bu kriz delip de geçecek. Bir kere yüzlerce insanımız hayatını kaybetti. Daha birçok vatandaşımız rahmetli olacak. Ateş düştüğü yeri yakar. Siz bir de o ölenlerin yakınlarına sorun delip de mi geçti yoksa çizdi mi? Bunun telafisi yok. Tesellisi de yok. Ölen öldü kalan sağlar bizimdir de diyemiyorsunuz. Kalan sağların en aşağı iki tane temel sorunu var.
Biri can korkusu. Yürek Selanik büyük çoğunluğumuz ev hapsinde; evcil hayvan dükkanlarında kafes camlarından bakan kediler, tavşanlar vesaire gibi camlarımızdan dışarıyı seyrediyoruz. Bilim kurgu filmi seyreder gibi. Ne olacağı belli değil.
Ben virüs salgını bir zaman geçecek diyorum. Bazı iyimserler salgın bir iki aya geçer diyorlar. Nereden anlayacağız? Geçtiğini TÜİK mi söyleyecek. Ne diyecekler yani? “Bugün az adam öldü. Hadi gözünüz aydın” deseler sokaklara mı koşacağız. Geri gelmeyeceği nereden malum. Virüs kapıp da hasbelkader iyileşti denilenler, kaptığının farkında bile olmayıp hafif grip diye atlattı sanılanlar, bildiğimiz kadarıyla şu veya bu şekilde kapmayanlar nereden bilecekler ki bu meret sahiden gitti. Ya gitmediyse! Aklı başında herkesin fikri aynı. Bir aşı ve tedavi bulunmadan en azından hiçbirimiz rahat edemeyeceğiz gayrı. Etmemeliyiz de.
İkincisi geçim korkusu. Benim ev mahpusunda, hanımla birbirimizi öldürmeden yaşamaya çalıştığımız fakirhaneye 50 metre mesafede bir zücaciyeci, bir internet salonu bir lüks düğün organizasyon mağazası, bir telefon teknik servis dükkânı ve az ilerdeki şarküteri ya battı ya da batıyor. Evden dışarı çıkmadığım için 100 metre sonra ne oluyor haberim yok. Camdan görebildiğim kadarıyla işte. Çoğu eskiden iş yerlerini açıyorlardı artık açmıyorlar da. Oturduğumuz apartmanda iki komşumuza 250’yi aşkın iş arkadaşlarıyla beraber patronları tarafından çıkışları verildi. İş yerleri kapanmış ne yaptıklarını bilmiyorum çünkü ev hapsindeler. Görüşemiyoruz. Zaten görüşsek ne konuşacağız. Onların dükkân ve ev kiraları durmuyor.
Yukarıda saydığım vatandaşların önemli bir kısmı aynı zamanda işveren. Söz gelimi şarküteride üç-dört kişi çalışıyordu. Onlar ne yapacak? Zor duruma düşen sayılarını bilemediğim büyük bir kitle var. Bir de onlara sormak lazım. Kriz delip de mi geçecek yoksa çizip de mi? Şu andaki bilgiler ve bulgular delip de geçeceği yönünde.
Salgın esnasında yapılacak, yapılması gereken şeyler konusunda gördüğüm kadarıyla fazla bir görüş ayrılığı yok. Toplumun fertlerinden yani emeklisinden, işçisinden, çiftçisinden, memurundan, küçük esnafından vesaireden başlayarak darbe yiyenlere yardım lazım. Lazım ama iki büyük sorun var.
Önce, öyle görülüyor ki bir sürü yerde kendisinden yardım beklenenler ‘Kendi yardıma muhtaç bir dede nerede alem himmet ede¹’ deyişini doğruluyorlar. Kısacası çoğu ülke devlet ve kurumları mali kaynaklar, personel, fiziki tesis ve alt yapı konularında sıfırı tüketmiş durumda. Bu sıkıntılara bir de kriz konusunda bilgi eksikliği, know-how’un neredeyse yokluğu eklenince devletler ve kurumlar bırakınız iş birliğini birbirleriyle rekabet ediyorlar! Bizdeki kim yardım toplayabilir, ABD’deki ventilatör alımı ve dağıtımı konularında eyaletlerle federal hükümet ve eyaletler arası didişmeye bir bakınız. İkincisi de yapılacak yardımın oluşturabileceği olumlu havayı kimin teneffüs edeceğinin kavgası. Yaşasın demokrasi.
Yardım lazım ama kriz esnasında bu yardım derde şifa olabilecek mi? Bizde yardım denince herkesin aklına para geliyor. Para saadet getirmez derler. Genellikle doğrudur. Bilmem bilir misiniz ama o lafın bir de devamı vardır. Para saadet getirmez ama parasızlık hayatı yaşanabilir olmaktan çıkarır diye. Bir düşünün kriz esnasında para yardımı ne işe yarayacak?
Diyelim ki birileri, bir yerlerden para buldu. Ve de geldi İnternet kafenin sahibine ulaştı. Benim yan komşu İnternet kafenin kirasını, elektrik parasını, vs. örtecek parayı verirseniz patron dükkânı açar mı? Çalıştırdığı kişileri işe geri alır mı? Bence açmaz ve dahi açamaz. Müşteri yok. İnternet kafelerin müşterilerinin neredeyse tamamı 20 yaş altında. Geriye kalanlar kriz esnasında yan yana oturmaya korkuyorlar. Yani müşteri gelmemesi garantiyken adam kira ödüyorum diye neden dükkânı açsın? Bu örnekte para bu işyerine yaramaz. Ama dükkân sahibi sofrasına yemek koyabilir. Yoksa o konuda da durum vahim. Türkçesi, kriz esnasında maddi yardım dükkân sahibinin işine değil ama şahsına lazım. Onu da üç ayda geri isterseniz adamın yediği boğazına dizilir. Lafı uzatmayalım. Sanıyorum bu internet kafe örneğini çoğaltabilirsiniz.
Peki her gün yazılı basında ve ekranlarda bol bol gördüğümüz ‘borçlandırma’ yardımı ne işe yarayacak. Okurlarım hatırlayacaklardır. Zombi şirketlerden bahsetmiştim² (2).
Yaşam desteğine bağlı olarak yaşatılan işletmelere zombi işletmeler deniliyor. Bu işletmeler teknik olarak ölmüşler ama biri oksijen pompalıyor, biri kan veriyor ve görünümde işletme yaşıyor. Bu oksijen ve kan çoğu kez kredi yolu ile yapılıyor. Düşük faiz ve kolaylaştırılmış ödeme koşullarıyla sunulan kredileri özellikle paranın bol olduğu geçtiğimiz yıllarda birçok zombi işletme yarattı. İsviçre’deki Bank for International Settlements’ın yaptığı (BIS) bir araştırma sonucuna göre on-dört kalkınmış ekonomide borsaya kote işletmelerin %12’si zombi şirketler. BIS’in Parasal ve Ekonomi Bölümü Başkanı Claudio Vorio bu rakamın 1980’lerde sadece %2 olduğuna dikkat çekiyor. Aynı derginin Bianco Research şirketinden aldığı bir başka araştırma sonucuna göre ABD’nin S&P 1500 şirketlerinden %14’ü zombi. Bizde kaç zombi şirket var bilmiyoruz çünkü bu konuda bir araştırma yok.
Biraz önce seyrettiğim TV haberlerinde bir devlet bankamız kredi kartı borçlarını üç ay erteledik, kredi borcu olan KOBİ ve esnaf borçlarını iki ay istemiyoruz diye anlatıyordu. Özellikle diğer devlet bankaları da benzer sinyaller veriyorlar. Bir de mutat çektir, çaktır, biiiz, onlaaar şeklindeki siyasi açıklamalar var. Öyle anlaşılıyor ki yardımın adı ‘borçlandırma’. İki-üç ay sonra bu borçlu vatandaşlar, KOBİ’ler ve esnaf define mi bulacak? Krediler nasıl ödenecek? Ödenmesinin bir garantisi yok. Eğer ödenmezse bu finans kurumları ne yapacaklar? Sizin anlayacağınız ‘esnasındaki’ yardım ve önlemler ‘sonrası’ için sorun yaratabilir.
Okurlarım ABD Başkanı Trump hakkındaki düşüncelerimi bilirler. Kamu adabı kuralları içinde buraya yazamıyorum. Ama bir laf etti hakkını vermek lazım. Diyor ki “Çözüm problemden daha ciddi sorun yaratmamalı”. Ama oraya kadar. Bermutat laf doğru da altı boş. Çözüm tekse ne yapılacak. İlerde sorun yaratır diye sorunu çözmeyecek miyiz yani? İşletmeler batıyor. İnsanlar işsiz kalıyor. Parasız kalıyor. Çoluk çocuk ekonomik sıkıntı içinde. Çoğu eve hapis. Öyle bekliyorlar. Esnaf hatta orta boy bir sürü şirket kapısını kapatıyor. Sokağa çıkma yasağı ister resmi makamlarca zorlansın ister gönüllü olsun alışverişi katlediyor. Beteri insanlar ölüyor kardeşim. Konu öyle bir lanse ediliyor ki sanki ortada bir tercih varmış gibi.
İşin acıklısı bazı aklına güvendiğim, ciddi yazarlar bile sanki bir ikilem varmış gibi yazıp çiziyorlar. Bir ciddi bilinen yazar öyle bir yazmış ki şöyle anlıyorsunuz: Bir ikilem var. Yazarın seçimi belli. Diyor ki: Sağlık sorunlarını çözeceğim diye ekonomiyi batıramayız. Yok canım! Onu hastalanıp nefes alamamaktan ölenlere ve yakınlarına da anlatın. Benim tercihim tartışmasız insan hayatı. Hiçbir önlemin maliyeti bir yakınınızın bir dostunuzun hatta birinin canının kaybı kadar yüksek değildir.
Neyse, diyelim ki aşı keşfedildi, tedavi bulundu. Yani sağlık krizi kontrol altına alındı. Gelelim sağlık sorunu kontrol altına alındıktan sonra öncesinde, esnasında ve sonrasında çıkan, çıkacağı belli, ebadı büyük ekonomik sorunlara. Canı yanmış, işsiz kalmış, para sıkıntısına düşmüş emekli, serbest çalışan, işçi, esnaf, küçük işletme ve diğerlerine ayağa kalkmaları için ekonomiyi nasıl canlandıracağız.
Onu da sonra tartışırız. Ama aklıma gelen ilk ve en önemli ön şartı hemen söylemek istiyorum. Bu iş ciddi. Bu işin altından eski hamam eski tas kalkamayız. Bu işi bir proje olarak ele alıp teknokrasinin sürükleyeceği bir örgütlenmeye gitmemiz lazım. Çözüm üç ay kredi ertelemesi, dört ay af falanda değil. Yoksa “Sen mi?” “Ben mi?” “Biiiz! Onlaaar! cektir caktır” formülü ile ciddi trajiğe, trajik faciaya döner.
Sağlıcakla kalın.
Dipnot:
¹Belki gençler bilmiyorlardır. Kendine hayrı olmayanın başkalarına hayrının dokunmasının pek olası olmadığına işaret eden bir deyiştir.
²Dr. Osman Ata Ataç, 25 Aralık 2020, Zombiler, Dünya Gazetesi