Esenlik, mutluluk ve akıllı ekonomi

Yaprak ÖZER
Yaprak ÖZER HAYATIN İÇERİĞİ

Uzun zamandır sürdürülebilir, akıllı kentleşme modelini ve “Gayri Safi Esenlik” diye zaman zaman telaffuz edildiğine şahit olduğum, henüz cümlelerimizin içinde yer bulmayan “esenlikli ekonomi” modelini mercek altına almak istiyordum. Gelişmeler esenlikten eser bırakmadığından bugün yarın derken, baktım sonu yok…

Esenlik kelimesini önemsiyorum çünkü kültür eğitim ve gelecekten beklentilerimiz açısından bakıldığında esenlikte ortadan ikiye ayrılıyoruz. Kimimiz esenliği para pul servet olarak tanımlıyor. Cebi ne kadar dolu olursa o kadar sahip olabileceğini düşünüyor. Kimimiz esenliği hayatın yaşanabilir olması, yaşamın kalitesi, sevgi ve hoşgörü olarak tercüme ediyor.

Konuyu irdelemek üzere Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ı seçtim. Neden Tepebaşı, Eskişehir?… Eskişehir, tabii ki iller arasında çalışmalarıyla sürdürülebilir bir şekilde dikkat çeken bir coğrafya. Genellikle büyük şehir belediyesi mercek altında ama neden ufak bir yerleşke de özenli çalışmalarıyla anılmasın. Esenlik gösterişte olmaz, büyük illere mahsus bir kavram da değildir.

Ahmet Ataç karşıma çok güzel bir portföyle çıktı. Bire bir kendi kelimelerinden derleyerek ön anlatımını yapayım, bir kere “kaliteli zaman”, “matematik zekası”, “sosyal kuluçka merkezi”, “kent enstitüsü”… “Çoban Festivali”, “Tohum Takas Şenliği”… İçinde teknoloji olanı da var, sosyal dokuya vurgu yapan da var; esenlik dediğimiz şey işte bu!

Engelli olup doğduklarından beri destek alamadıkları için kaybolmuş gençlere el becerileri öğretmekle kalmamışlar, bildiğiniz kayıtlı istihdama katılacak kadar geliştirmişler… Çocuk senfoni orkestrasında yer alan minikler hayatlarında enstrüman görmemiş çocuklarımızdan oluşsa da Avrupa’dan madalyayla dönebilecek yetkinliğe gelmişler. Bu esenlik değil de ne?

Yaprak Özer: “Akıllı Kent” deyip duruyoruz, var mı tarifi paylaşır mısınız? Dört dönem görevde bulunan bir belediye başkanısınız. Ne anlamamız gerekiyor?

Ahmet Ataç: Baş başa olduğumuz bir Pandemi var örneğin. Bir yıl önce ortaya çıktı, dünyanın deneyimi yoktu. Diğer bir konu var; iklimsel ısınma… Yıllardır konuşuluyor, birtakım şeyler yapılıyor, ama çok şey yapılmıyor… Pandemi nedeniyle insanların 3 ay sokağa çıkmamasıyla doğa kendisini yeniledi. Yeşilin rengi, denizin mavisi değişti. Kentlere yaban domuzları, karacalar gelmeye başladı, yunuslar ortaya çıktı. Demek ki, insanoğlu, yaşantısında doğaya ve dünyaya ciddi zarar veriyor. Öneride bulunuyorum. Yılda bir ay insanlar doğadan elini ayağını çeksin, dünyayı dinlendirme ayı olsun. Böyle bir düşüncem var olur olmaz o ayrı bir şey.

İklimsel ısınmalar bizi çok etkiliyor, belediye olarak önlem nasıl alırız diye düşündük, çok ciddi enerji kayıpları vardı belediye binasından dolayı. Onu düzeltmek için BEBKA projesiyle 400 bin liralık hibe aldık. Belediyemizin çatısına 400 tane panel koyduk. Sonra Belediye’deki bu enerji kaynaklarını TEDAŞ’a bağladık. Hafta içi elektrik aldık, hafta sonu elektrik sattık, yüzde 20’lik tasarruf sağladık, faturalarda gözüktü. Yüzümüzü güneşe döndük. Ne kadar kıymetliymiş, yeni anladık. 2013’te Avrupa Parlamentosu’nda Başkanlar Sözleşmesi’ne imza attık; “2020’de karbon ayak izini yüzde 23 azaltacaksınız, bölgenizin sürdürülebilir enerji eylem planlarınızı gönderin” dediler. Kısa zamanda kabul edildi. Türkiye’de bir elin parmakları kadar sayıda enerji eylem planı olan belediye var. Zor bir iş.

Yaprak Özer: Taahhüdünüzü yerine getirebildiniz mi?

Ahmet Ataç: Getirdik, Sürdürülebilir Eylem Planı’nı da hazırladık, gönderdik, kabul oldu. Sonra anladık ki, eğer bu plan olmazsa, hibe programlarına giremiyorsunuz. Bu şekilde yolumuz açıldı. 2014’te de bu REMOURBAN Projesi’ni kazandık. Bizimle birlikte İngiltere’de Notthingham, İspanya’da Valladolid illeri de kazandı. Üç belediyenin konsorsiyumu 23 milyon Euro, biz buradan 5 milyon Euro hibe aldık. Gösterdiğimiz bir alanı 5 yılda akıllı şehir haline getirdik.

Yaprak Özer: Detaylarını paylaşır mısınız?

Ahmet Ataç: TOKİ’nin yaptığı yaklaşık 30 dönüm içinde 57 tane dubleks villanın olduğu bölgeydi. Bizim mülkiyetimiz olduğu için orayı gösterdik, kabul oldu. Yaklaşık 10 bin metrekarelik alanda, binaların iyileştirilmesi vardı. Dış yüzeylerini sıyırdık, camları, çatıyı değiştirdik, strafor vardı, cam yünü ve özellikli camlar konuldu. Fransa’dan çatı kaplaması tabir edilen paneller getirttik, güneş enerjisini normal enerjiye dönüştürecek ısı pompaları, palet kazanlar kullandık. Neticede orası bambaşka bir noktaya geldi.

Yaprak Özer: Peki vatandaşa bu model ne sağladı? Burada villalar vardı… Sınırlı sayıda insanlar mı oturuyor?

Ahmet Ataç: Buralarda sağlık ve sosyal projeleri var. Yaklaşık 120 Alzheimer hastamız gece gündüz kalıyor. Zihinsel engelli gençler var. Kreş var. Sağlıklı yaşlılar da var. Bir ilkokulumuz, bir aile hekimi var. Böyle bir tesis… Çocuk Senfoni Orkestramızın merkezine de yer ayırdık. “Yaşam Köyü” tabir ettik. Dünyada pek eşi benzeri olmayan bir yer.

Yaprak Özer: Tekrar soruma dönüyorum. Akıllı kent derken, dijital bir kent mi yoksa farklı yaşam kurgulayan bir nokta mı? Galiba geniş tabanda tanımlama yapıyorsunuz örneklerinizle…

Ahmet Ataç: Şimdi Alzheimer merkezi her yerde var mı? Yani bu bir örneklemedir. Ve mesela bugün bildiğim kadarıyla, İstanbul’da, Ankara’da ve büyük illerde bir Alzheimer hastasının aylık bakımı 10 bin-15 bin lira civarında. Biz burada neredeyse bedavaya yakın hizmet veriyoruz. Yani sosyal belediyeciliğin unsurları bunlar.

Zihinsel engellilerin montaj atölyesi var. Engellilere hobi çalışmaları, istihdam çalışmaları yapalım dedik. Oradaki gençler, 20 yaşın üzerinde… Türkiye’de engelli ailelerin en büyük endişesi, “Ben öldükten sonra benim çocuğum ne olacak?” Bu, cevapsız bir soru. Türkiye’de 20 yaşını geçen engellilerin gideceği hiçbir yer yok. Aileler çocuklarıyla beraber aylarca çıkamıyorlar. Biz bu gençlerimizi bulduğumuzda hepsinin elleri kasılı, kollarını kullanamıyor, yürüyemiyorlardı. Bu çocuklar şimdi montaj yapıyor.

Yaprak Özer: Kaç çocuk ya da kaç genç istihdam edildi. Bu çocukların ne ürettiklerine baktım, özellikli parçalar buldum; örneğin su tahliye boru kapağı üretiyormuş; beyaz eşya parçası; ocak düğmesi; menteşe pimi... Bu genç arkadaşlarımıza, el ve beden becerileriyle bir meslek, bir meziyet kazandırmış, 5 şirketten de istihdam ediliyor gerçeği…

Ahmet Ataç: Esas konu şu: Organize Sanayii’nde Arçelik… Çok iç içe olduğumuz bir firma olduğu için adını kullanıyorum. Yan sanayileri, bahsi geçen parçaları demonte şeklinde üretiyorlar. Bu parçalar bizim merkezimize geliyor, usta ve sosyal hizmet uzmanları, psikologlardan oluşan ciddi kadrolar var. Bunların montajlarını yapıyorlar. Dört senede 4.5 milyon adet montaj yapmışlar. Biz sağlamlar otursak yapamayız. O kadar çalışmaya odaklanıyorlar ki, inanılmaz bir şey. Ayrıca fabrika sahiplerinin kurduğu Eskişehir Organize Sanayi Bölge Başkanlığı adında bir birlik. Başkan Nadir Küpeli’ye gittim… “Başkan, bizim Tepebaşı bölgesinde bir montaj atölyesi var. Zihinsel engelli çocuklarımıza bunun parçaları sizden geliyor. Sizin orada bir merkez daha açalım” dedik. O da kabul etti, bize bir bina hazırladı. Oraya da 15 çocuk daha yerleştirdik. 2019 Ekim ayından bugüne kadar 3,5 milyon montaj yapmışlar. Küçük de olsa paralar alıyorlar. Zaten o çocukların orada bulunması, olağanüstü bir şey. Aile çocuğun nereye gittiğini biliyor, ne yaptığını biliyor. Gönül rahatlığıyla gününü geçirebiliyor. Bu insanlar su - elektrik parası yatırmaya gidemiyor çocuğunu ne yapacağını bilemiyordu.

Yaprak Özer: Bu model, Türkiye’nin her tarafında başka kurumlar tarafından da benimsenip uygulanabilecek bir model gibi geliyor.

Ahmet Ataç: Tabii tabii tabii… Çocuklarla eğitim çalışmaları yapıyoruz, İŞKUR’la beraber… Yanımızda Anadolu Üniversitesi’nin Özel Eğitim Bölümü’nün akademisyenleri de oluyor. Bu ilişkiyi kuruyoruz. Onlar üniversitede de sadece bunun teoriğini görüyorlar. Biz onlara burada pratiğini de göstermiş oluyoruz. Böyle bir ekip çalışması olunca… Bu çocuklar yaklaşık 6 aylık eğitim alıyorlar. Eğitim bittikten sonra istedikleri yerde yaptıkları işe ve branşa göre… örneğin montaj işçiliğiyse, Organize’deki fabrikalarda çalışabiliyorlar; maaşlı ve sosyal güvenceleri var. Böyle, yaklaşık 45 tane çocuğumuz var. Aynı zamanda down sendromlu çocuklarımızla 10 yıldır yürüttüğümüz Down Cafe’miz var. Bunların toplamı, bu eğitimlerden sonra dışarıda çalışan 45 tane çocuğumuz var. 4 tane çocuğumuz, KPSS kazandı. Bu çocukların istihdamda kalmaları, meşgul olmaları o kadar önemli ki…

Yaprak Özer: Belediyenizin fiziki özelliklerini hatırlatır mısınız?

Ahmet Ataç: Nüfusumuz 370 bin, toprak büyüklüğümüz 140 bin hektar. Kırsalda 50 tane de köyümüz mahalle oldu. Anadolu Üniversitesi, Devlet Demiryolları, Havaalanı, Otobüs Garı, her üç ulaşım noktası Tepebaşı bölgesinin içindedir. Demiryollarının fabrikası, TEİ Uçak Fabrikası bölgemizde. Ama Organize Sanayi, Odunpazarı bölgesinde.

Bölgemizi planlarken, hizmet sektörüne dönük planladık. Oteller, yeme-içme, eğlence merkezleri, alışveriş merkezleri gibi noktalar hep Tepebaşı bölgesinde. Üç mahallemizde yaklaşık 15 bin civarında öğrenci yaşar. Eskişehir’e gelen öğrenci biraz imkanı uygunsa, yurtlarda değil de kent içinde yaşamayı, kent hayatına katılmayı sever. Böyle de bir özelliği var Tepebaşı’nın. Mesela Osmangazi Üniversitesi Odunpazarı bölgesindedir ama oranın da birçok öğrencisi ya bizde ikamet eder ya da akşamları Tepebaşı bölgesine gelir.

1999’da geldiğimde, Tepebaşı bölgesi küçük bir kasaba gibiydi. Ben diş hekimiyim. Muayenehanem Tepebaşı bölgesindeydi… O zaman da siyasetle uğraşıyordum. Altyapımız yüzde 35’lerdeydi. Odunpazarı bölgesi ilk yerleşim bölgesi olduğu için yüzde 85’ti. Bizim bölgemizde bir tane bile spor sahası yoktu. Mağdur bir bölgeydi. Bugün parmakla gösterilen… Avrupa’da da ismimiz bilinir, Türkiye’de de çok iyi bilinir. Çağdaş, kadını, engelliyi, çocuğu, eğitimi önemseyen bir bölgeyiz ve bu bölgede de başkanlık yapmak benim için övünç vesilesidir.

Yaprak Özer: Hedefinizde ne var? Pandemiden nasıl etkilendiniz. Eskişehir’de ev sahiplerinin mutsuz olduğu bir dönemden geçtik. Kiracı bulamadılar, evler boş kaldı gibi…

Ahmet Ataç: Tepebaşı bölgesi cıvıl cıvıl bir bölgedir. Gece gündüz yaşayan bir bölgedir. Covid’le beraber öğrencilerin evlerine dönmesi, vatandaşın evde kalması bölgeyi ıssızlaştırdı. Tabii gelirlerimiz düştü, ciddi sıkıntılar yaşadık. Gelirlerimiz düşerken giderlerimiz de arttı. Sosyal belediyeciliği seviyoruz. Yıllarca aşevlerimiz çalıştı, erzak dağıtımları… Eskişehir soğuk bir bölgedir- mağdur çocuklara bot ve kaban dağıtırdık… 3000 çocuğa…

Yaprak Özer: Bu dilemmayı tüm dünya yaşadı ama bizim çocuklarımızın önemli bir bölümü daha ağır yaşadı. Geliri düşük ailelerde, dijital donanımı olmayan, eğitime bu nedenle katılamayan çocuklarımız çok yoğun oldu. Bu anlamda yaptığınız çalışmalar var mıydı örnek sayılabilecek?

Ahmet Ataç: Tabii ekonomi çok önemli. Ama hepsinin önünde sağlığımız var. Keşke çok daha az insanımızı kaybetseydik. Ben şimdi bir hekim olarak konuşuyorum, belediye başkanı olarak değil, bizim için en önemli kaynak insan kaynağıdır. Her şeyden önce okulların açılması çok önemli. Okul ne demektir, gelecek demektir. Bu çocukların önünü kapatırsak, bir yıl da olsa çok ciddi sıkıntılar çekeriz.

COVID’i iyi yönetemedik. Köy okulları daha önce açılabilirdi. Çocuklar dağa çıkıp, cep telefonuyla EBA’dan program dinlediler veya çatıya çıktılar. Köylerdeki COVID oranları genelde düşük veya sıfır oldu. Köy okulları açılsaydı, olumsuzluklar yaşanmayacaktı.

Yaprak Özer: Hepimizin COVID’den önemli şeyler öğrendiğini düşünüyorum. Yeni tüketiciden söz edilip duruyor olsak da “yeni vatandaş” var. Vatandaş ne istiyor? Siz neler öğrendiniz?

Ahmet Ataç: Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya neler çekti, gördük. Sağlığın piyasaya bırakılmasının ne kadar sıkıntılı olduğunu gördük. Sağlığa, eğitime siyaset üstü bakılması gerekir. Türkiye’de, Cumhuriyet döneminin tıp fakültelerinin ne kadar önemli olduğunu öğrendik. Hıfzıssıhhanın ne kadar değerli olduğunu öğrendik. Yetiştirilen Türk doktorlarının bu konuda gerçekten özveriyle gece gündüz çalıştığını gördük.

Herkesin kendisine bir çeki düzen vermesi gerekiyor. Bunu çok net görüyoruz. Hekim olduğumdan, belediyemiz birçok sağlık projesi yaptı. Alzheimer Merkezimizde ve sağlıklı yaşlılarda bir tane bile hasta kaybetmedik. Amerika’da, Avrupa ülkelerinde, Türkiye’de huzur evlerinde çok ciddi kayıplar oldu. Biz o tarihten itibaren merkezlerimize Alzheimer hastası almadık, içeridekileri korumak zorundaydık.

Yaprak Özer: Çoban Festivali nasıl bir şeydi, niye bir Çoban Festivali yaptınız?

Ahmet Ataç: Bölgemizde hayvancılık yapan çok insan var, onlarla beraber oluyoruz. Çobanlarla bir sohbetimde “Başkanım, ‘çoban’ deyince bize kız vermiyorlar, küçümsüyor, hor görüyorlar; üzülüyoruz” dediler. Çoban Festivali aklıma geldi, safiyane bir girişim, işi farklı noktalara götürdü. Festivale Anadolu’da yetişen koyun ırkları, çoban köpekleri, ilaçlar, üniversiteler geldi. Yarışmalar yapıldı. Çobanlar mutlu oldu. Bugüne kadar küçükbaş üreticileri, hiç bir araya gelememişler. Çok büyük sürü sahipleri var. Hepsini bir araya getirdik, bilimsellik girdi. Üniversiteler gelince, tabii Veteriner Fakültesi’nin öğretim üyeleriyle konferanslar yaptık, paneller yaptık… Birtakım pratik uygulamalar yaptık; hayvanın ateşi nasıl ölçülür? İşte gebelikte ne yaparsak hayvan daha kolay doğum yapar? Kuzu çiftleşmeleri denilen bir şey var, nasıl arttırabiliriz, bilimsel konulara da girildi. Hakikaten herkes memnun dönüyordu ki, inanılmaz bir şey.

Yaprak Özer: “Matematik zekası”nı niye önemsiyorsunuz belediye çalışmalarında?

Ahmet Ataç: Şahin Koçak diye bir hocamız var Bozdağ’da Matematik Köyü açmıştı Ali Nesin gibi… Yıllarca benim hastam oldu. “Bir Matematik Evi açsak, ne dersin?” dedim. Matematik Köyü’nde kullandığı bazı yapbozlar vardı, hiçbir yerde yaptıramamış, atölyede yaptırdım… Onun üzerine başladı bu. Kendi ifadesine göre, bir tek İtalya’da varmış, ikincisi Tepebaşı’nda oldu. Matematiğin sevimsiz yüzünü nasıl eğlenceli hale getiririz, bunun yollarını aradık. Başarılı oldu.

Yaprak Özer: Bir kerelik bir iş değil herhalde değil mi bu?

Ahmet Ataç: Sürekli olan, sürekliliği olan bir iş. 4. Sınıftan başlıyor, yukarıda yaş sınırı yok. 80 yaşında da isteyen gelebilir. İş o kadar ciddi oldu ki… “Görme Engelliler İçin Matematik İlk Seviye 1. Kitap Sayılar”… Kiril alfabesinde Türkiye’de tek olan bir kitap bu. Arkasından… Bir Japon hocamız “Japon Donguri Yöntemi” ve “Çizgilerle Matematik” diye kitaplar çıkaracak ciddiyete ulaştı.

Yaprak Özer: Tohum takasında ne yaptınız peki?

Ahmet Ataç: Tohum takasını zaten başka belediyeler de yapıyor. Tohum takasında Ata Tohumları ellerinde bulunanlar toplanıyorlar o gün. Biz mahalle olan köylerimizde köylü de katılıp ürettiği şeyleri satabiliyor. Hem tohum takası oluyor hem köy dikkat çekiyor. Şehirlinin oraya gidip görmesi, oradan ekmek peynir alması cazip ve eğlenceli oluyor. Tabii pandemi nedeniyle ara verdik. Bundan sonra devam edeceğiz aynı şekilde.

Yaprak Özer: Akıllı kent denilince dijital dönüşüm sormam bekleniyor, “akıllı” ile teknolojiyi birleştiriyoruz. Teknolojiyle ilişkinizi de biraz anlatabilir misiniz?

Ahmet Ataç: Kent Enstitüsü’nden bahsettik. Köy Enstitüleri’nin şehirdeki versiyonu. Bunu Anadolu Üniversitesi’yle birlikte yaptık. 30 tane Belde Evimiz var. Orada kadınlara ve çocuklara eğitimler var. Binlerce insan girer çıkar eğitim alır. Bunu online yaptık. Anadolu Üniversitesi’nin Açık Öğretim deneyimi olduğu için bayağı uğraştık uygulanabilir hale getirdik.

Eskişehir’de veya Eskişehir dışında kim olursa olsun, bu sisteme girebiliyor ve ücretsiz olarak faydalanabiliyor. Mesela pratik dersler koyduk burada: Girişimcilik, Müşteri İlişkileri, Fotoğrafçılık, Finansal Okuryazarlık gibi… Kayıtlarımız yaklaşık 3300 civarlarına geldi. Türkiye’de bir belediyenin ilk yaptığı online çalışma. Tabii burada üniversitenin varlığından dolayı, böyle bir avantajımız oluyor.

Çocuklar için ağız ve diş sağlığı var. Sosyal belediyecilik açısından önemli. İnsanlarımız ekmek almakta zorlanırken, gidip çocuğuna bir dolgu yaptırması mümkün değil yani. En büyük idealimdi, 5 yıldır hayatta. 55 bin çocuk elimizden geçti ve hiç kimseden ücret almadan yapıldı.

Yaprak Özer: O zaman Tepebaşı’nda dişler çürümüyor.

Ahmet Ataç: Sloganımız: “Çocuklarımızın Ağzında Çürük Olmayacak; Çocuklarımız Yüzme Öğrenecek, Enstrüman Çalacak”… Çocuk Senfoni Orkestramız var, 5 yıl önce buna karar verdik. Türkiye’de bonzai denilen illet var, uyuşturucu… Okulların önünde ekmek arasında satılıyordu. 1975’te Venezuela’da sokak suçlarının ve uyuşturucunun hakim olduğu bir dönemde devlet baş edemez durumda vatandaşa “Ne olur bize yardım edin. Ne yapalım?”… Bir piyanist bestekar, Jose Antonio isimli bir şahıs diyor ki, “Çocuklara keman çaldıralım”. Binlerce vatandaş, çocuk, genç müzikle uğraşmaya başlıyor; orkestralar kuruluyor. Orkestraların bir sürü çeşitleri vardır. Bütün dünyaya yayılıyor. Hakikaten Venezuela’da bu sokak suçları ve uyuşturucular minimum seviyeye iniyor. Aniden o aklıma geldi. Dedim, biz kalıcı bir şey yapalım. 40 tane keman aldık. Zaten Çocuk Merkezlerimizde birtakım enstrüman çalışmalarımız vardı. Üniversiteden de bir profesör arkadaşımız, bize öncülük etti. Bu işi başlattık. Bu iş o kadar büyüdü ki, bugün merkezimize kaydolan 2500 çocuk var. 550 çocuğumuz bilfiil üç orkestrada enstrüman çalıyor. İnanın, çocukların çoğu belki bu enstrümanların hiçbirini görmemiştir. Özellikle de hedefimiz oydu. Hiçbir yetenek sınavı falan yapmadan aldık bu çocukları… İnanın hiç geri dönen olmadı. Ya enstrüman çaldı ya koroda faaliyet gösterdi.

Eskişehir’de iki tane senfoni orkestrası var. Bir Anadolu Üniversitesi’nde, bir Büyükşehir’de… İlgili hocalar ücretsiz olarak bu çocuklara bu enstrümanları öğrettiler. Sahneye çıktığımızda 350 kişiyle çıkıyoruz, 26 tane konser verdik, iki tanesi yurt dışındaydı. Bir tanesi, Belçika’da Neerpelt’de Avrupa Komisyonu’nun 65 yıldır yaptığı bir etkinlik. Gittiğinizde 6-7 bin çocuğu, genci görüyorsunuz. Rock, tango orkestraları… Biz senfoniydik. Senfoni grubunda dokuz senfoni orkestrasıyla yarıştılar. Bizim çocuklar üçüncü oldular.

Diğer öğrenciler, hepsi müzik okuluymuş. Bizimkisi sosyal proje! Ama bu çocuklar Muammer Sun’a çaldılar. Rahmetli Hocamız Muammer Sun, çocuklarımıza beste yaptı. Rengim Gökmen, Gürer Aykal… Gürer Aykal, “Ben bundan sonra geceleri rahat uyurum. Bu ülkeye bir şey olmaz artık” dedi. Şefika Kutluer, Gülsin Onay, Fazıl Say… Eşlik ettik bunların hepsine. 45 öğrencimiz Konservatuar ve Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kazandı. Tabii bu çocukların hepsi müzisyen olmayacak. Ama her zaman dünyaya kalpleriyle bakacaklar.

Son bir konu; “Belde Evlerimiz”, kadın projeleri ve kadınların eğitim ve çalışmalarıyla ilgilidir. Kadınlarımızı kültür gezilerine götürüyoruz. Yaklaşık 110 bin kadınımızı Çanakkale’ye götürdük. Anıtkabir ve hayatlarında ilk kez Gazi Meclisi gördüler.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Anda kalmak 15 Kasım 2024