Erken seçim, aday tartışmaları ve cumhurbaşkanı seçimindeki Anayasal boşluk

Numan Emre ERGİN
Numan Emre ERGİN PERSPEKTİF

Değerli okurlar, bugünkü yazımda siyasi bir amaç gütmeden, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi uyarınca yapılan ilk seçimin ikinci yıl dönümü vesilesiyle ve ekonominin içinde bulunduğu durum nedeniyle dile getirilmeye başlanan erken seçim, parlamenter sisteme dönüş veya güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş (bu sistem çeşitli siyasi aktörlerce dile getirilse de detayları tam belli değildir) konusunda basit bir matematik hesabına dayanan iki tespit yapıp pandemi sürecinde dikkatimi çeken Anayasa’daki bir boşluk ve bu boşluğun kapatılması için önereceğim yasal değişiklik hakkında değerlendirmelerde bulunacağım.

Bildiğiniz üzere, 2017 yılındaki referandumla kabul edilen Anayasa değişikliği ile bir yönetim sistemi değişikliğine gittik ve parlamenter sistemden “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçtik. Yeni sisteme göre yapılan seçimin ikinci yılını doldurması nedeniyle sistemin artısı eksisi yazılı ve görsel medyada yeniden gündeme gelmiştir. Siyasi aktörlerin de yakın bir gelecekte erken seçim ihtimaline göre hazırlık yaptıkları ve seçimin normal tarihi olan 2023 yılı öncesinde olabileceğini dile getirdikleri görülmektedir. Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçiminin zamanında mı yoksa erken mi olacağını kesin olarak bilmek zor olsa da, kesin olan bir şey varsa o da bu seçimlerin belediye seçimi takviminden ayrı olduğudur. Sonraki belediye seçimleri 2024 yılında olacaktır. Yani genel seçim tarihinin erkene alınması halinde yerel seçim ile arasındaki takvim açılacaktır. Peki iki seçim arasındaki takvimin açılması neden önemlidir?

Soruyla bağlantılı olarak değinmek istediğim ilk konu, muhalefet blokunun günün sonunda üzerinde uzlaşacağı cumhurbaşkanı adayının kim olacağıdır. Bu noktada, Ankara ve İstanbul gibi bazı büyükşehir belediye başkanlarının isimleri ara ara medyada gündeme gelmektedir. Ancak ben bu isimlerin aday gösterilmeleri ihtimalini şahıslarından bağımsız olarak düşük görüyorum. Çünkü, mevcut belediye başkanlarının cumhurbaşkanı adayı olmaları halinde belediye başkanlığı görevinden ayrılmaları gerekmektedir. Bu durumda, boşalan belediye başkanlığı makamına oturacak kişiyi belediye meclisi kendi içinden seçecektir. Dile getirilen belediyelerin meclis çoğunluğu iktidar blokunda olduğundan, söz konusu belediye başkanlıklarının boşalması halinde iktidar blokundan bir isim başkanlık koltuğuna oturacak demektir. İstanbul açısından Yüksek Seçim Kurulu’nun geçen sene yapılan belediye seçimlerinde, sadece büyükşehir belediye başkanlığı seçimini yenileyip il genel meclisi seçimlerini yenilememiş olması bu sonucu doğurmuştur. Muhalefet bloku, devlet başkanlığını kazanma ihtimali uğruna (hele de bir erken seçim durumunda 2-3 yıl için) mevcut iki metropolden birinin belediye başkanlığını kaybetmeyi göze alabilir mi? O gün gelince cevabı hep birlikte öğreneceğiz. Eldeki kuş, daldaki kuş...

İkinci olarak; bugün hâla tartışılmaya devam eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yakın gelecekte değişeceğini (en azından eskiye dönüş yapılacağını) şahsen düşünmüyorum. Bu düşüncemin başlıca nedeni, mevcut durumda bir paradigma değişikliği olmazsa, her ne kadar anketlere göre oy oranlarında bir azalma trendi olsa da iktidar partisinin hala birinci parti olması ve eski parlamenter sistemdeki gibi bir seçim olması halinde, 2002 yılında olduğu gibi %30 civarı oy alması halinde Meclis çoğunluğunu tek başına sağlama imkanının mümkün olmasıdır. Dolayısıyla, bir paradigma değişikliği olmadıkça, mevcut sistemi eleştirse de muhalefetin de (ve tabii ki iktidar bloku ortağının) bir süre daha bu sistemi devam ettirmek durumunda kalacağını düşünüyorum. Diğer taraftan seçim sonrasında, gerekli oy çokluğunun sağlanması halinde, parlamentoyu güçlendiren yürütmenin yetkilerini azaltan Anayasal değişikliklerin yapılması elbette mümkündür. Ama parlamento aritmetiği bunu ne kadar mümkün kılar bilinmez.

Bu iki değerlendirmeyi yaptıktan sonra yazımın asıl konusuna geçmek istiyorum. Konu, Cumhurbaşkanlığı seçiminden açılmışken, yaşadığımız pandemi sürecinde sistemde gördüğüm bir açığı (boşluğu) sizlerle paylaşmak istiyorum.

Malumunuz dünya birkaç aydır koronavirüsten kırılmakta ve virüs zengin, fakir, din, dil, ırk ayrımı yapmadan yayılmaktadır. Virüs yayıldıkça ekonomik ve sosyal hayat derinden etkilenmekle birlikte, birtakım siyasi risklere de neden olmaktadır. Bu siyasi risklerin başında devlet yöneticilerinin de bu virüsten etkilenmesidir. Nitekim İran cumhurbaşkanı yardımcısı, Brezilya devlet başkanı, İngiltere tahtının ilk sıradaki veliahtının virüse yakalandığı kamuoyuna yansımıştır. İngiltere başbakanının virüse maruz kalıp yoğun bakıma alındığı dönemde, bu ülkede yönetim zaafiyeti oluşup oluşmadığı tartışmaları gündeme gelmiştir.

Salgının en fazla etkilediği ülke olan ABD’de başkan Trump’ın koronavirüsle ilgili açıklamalarında birkaç kez kendisini, başkan yardımcısını ve dışişleri bakanını (bizdekinden farkı olarak ABD’de dışişleri bakanının “Devlet Genel Sekreteri” (Secretary of State) ünvanı da vardır) aynı karede gördük. Bu görüntü çok sık rastalanan bir durum değildir. Zira, güvenlik nedeniyle başkan ve başkan yardımcısı kamuoyu önünde fiziksel olarak çok fazla bir arada bulunmazlar. Hollywood filmlerinde denk gelmişssinizdir, ABD başkanı kaçırılır veya öldürülür, başkan yardımcısına apar topar yemin ettirilerek başkanlık görevi tevdi edilir ve böylece yönetim boşluğu oluşmaz. Filmlerdeki bu sahne elbette farazidir ama demokratik ve yasal dayanağı vardır. Zira, ABD başkanlık seçimlerinde, her ne kadar başkan adayları ön planda olsa da başkan adayı, belirlediği başkan yardımcısı adayı ile birlikte seçime girerler ve halk aslında hem başkanı, hem de başkan yardımcısını seçer. Dolayısıyla, başkan yardımcısı da tıpkı başkan gibi halk tarafından seçilmiş bir kişidir ve başkanlık koltuğunun boşalması halinde başkanlık yemini ederek göreve “seçilmiş ABD başkanı” olarak devam eder ve herhangi bir meşruiyet tartışması doğmaz.

Peki bizim ülkede durum nasıl? Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması durumunda “devlet-i âli”nin yönetimi zaafiyete uğrar mı? Bu sorunun cevabını ancak Anayasa’ya bakarak öğrenebiliriz. Anayasanın 101. maddesinde cumhurbaşkanının nasıl seçileceği, 106. maddesinde ise cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanların atanması ve Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması durumunda nasıl bir yol izleneceği düzenlenmiştir. Anayasanın 106. maddesine göre; cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilmekte, cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, cumhurbaşkanı yardımcısı cumhurbaşkanına vekâlet etmekte ve cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanmaktadır. Aynı maddeye göre Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde, 45 gün içinde cumhurbaşkanı seçimi yapılır. Yenisi seçilene kadar cumhurbaşkanı yardımcısı cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve ona ait yetkileri kullanır. Genel seçime bir yıl veya daha az kalmışsa Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi de cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte yenilenir. Genel seçime bir yıldan fazla kalmışsa seçilen cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi seçim tarihine kadar görevine devam eder. Kalan süreyi tamamlayan cumhurbaşkanı açısından bu süre dönemden sayılmaz. Genel seçimlerin yapılacağı tarihte her iki seçim birlikte yapılır.

Yukarıdaki Anayasa hükmünden görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde, cumhurbaşkanının atadığı yardımcısı 45 gün boyunca tüm Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanarak ülkeyi yönetebilmektedir. Bu durum, aslında atanmış birinin ülkeyi yönetmesi anlamına gelmekte olup demokratik meşruiyet açısından sıkıntılıdır. Diğer taraftan, devlet yönetiminde boşluk kabul edilemeyeceği için kanun koyucu bu meşruiyet açığına 45 günlük bir müsamaha göstermiş ve 45 gün içinde seçime gidilmesini emretmiştir. Peki bu süre içerisinde salgın hastalık, savaş gibi nedenlerle seçim yapılamazsa ne olacaktır? Bu sorunun cevabı maalesef Anayasa’da bulunmayıp, bu durum kanun koyucu tarafından öngörülememiştir. Her ne kadar Anayasa “yenisi seçilene kadar cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder” dese de, bu süre emredici hükümle 45 günle sınırlandırılmıştır. Bu sürenin uzatılması demokratik meşruiyet gereği düşünülemez. Ayrıca mevcut durumda, sadece bir tane cumhurbaşkanı yardımcısı bulunmaktadır. Bu makamın da aynı anda boşalması halinde ne olacağı ise Anayasa’da düzenlenmemiştir.

Pandeminin yeniden artmasıyla sokağa çıkma yasağı gibi önlemlerin uygulanması durumunda, kamu sağlığı açısından böyle bir ortamda bir seçim yapılması düşünülemez. Bu nedenle, böyle bir dönemde Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde, sağlık nedeniyle alınan önlemlerin 45 günü de aşması durumunda, ya devlet başsız kalacak ya da virüsün daha fazla yayılması riskine rağmen bir seçim atmosferine girilerek insanlar sandığa gitmek zorunda bırakılacaktır. Böyle bir ortamda yapılacak seçime katılım oranı büyük ihtimalle düşük olacağından bir demokratik meşruiyet tartışması gündeme gelebilecektir.

Anayasa’da öngörülmeyen bu boşluğun gerekli Anayasa değişikliği yapılarak bir an önce giderilmesi gerekmektedir. Bu boşluğun aşılması adına kısa vadede önerim, savaş, salgın hastalık gibi nedenlerle 45 gün içerisinde seçim yapılamaması halinde, halkın temsilcisi olan ve halk tarafından seçilen milletvekillerinden oluşan TBMM’nin kendi içinden seçeceği birini ya da en azından TBMM başkanını seçim yapılıncaya kadar cumhurbaşkanı olarak seçmesini sağlayacak bir Anayasa değişikliğinin yapılmasıdır. Diğer taraftan, uzun vadeli çözüm olarak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devam edecekse, ABD’deki seçim yöntemi benimsenerek, hem Cumhurbaşkanı hem de kendisine vekil ve halef olabilecek cumhurbaşkanı (baş)yardımcısının birlikte aday olup seçime gireceği bir Anayasa değişikliği yapılmalıdır.

Sözün özü: Otorite boşluk kaldırmaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar