Enflasyonu TCMB’ye satmak
Şubat ayı enflasyon oranları beklenenin üzerinde geldi. TÜFE yıllık bazda yüzde 15,61, aylık bazda %0,91 olurken, Yİ-ÜFE endeksi de aynı dönemler için yüzde %27,09, ve 1,22’ye yükseldi.
TCMB bu gerçekleşmeler sonrası kamuoyu yatıştırmak için büyük bir olasılıkla sıkı para poltikası uygulamasına devam etmekte karalı olduğuna yönelik bir duyuru da bulunacak. Elbette kurum TCMB olunca söylediği de uyguladığı politikalar da önemli. Dolayısıyla bu söyleme inanmamız gerekir. Ancak öyle olmuyor. Çünkü TCMB 2011 yılından itibaren örselendiği için güven yitirmiş durumda. Güvenin olmadığı için de belirsizlikler arttı, hatta enflasyon oranının gerçekleşmesinde belirleyici olur.
Enflasyon tekrar iki haneli hale gelip, TL’sı da diğer ülke paraları karşısında değer yitince önce TCMB yönetimi değişti, sonra da sıkı para politikasına daha doğrusu enflasyon hedeflemesine geri dönme yolları aranmaya başlandı. Adeta enflasyon TCMB’ye satıldı, böylece işler iyi gitmez ise suçlu banka olacak, böylece sorundan sıyrılma işi de kurgulanmış oldu. Ancak bu arayışın olumlu sonuçlanması zor, neden mi?
Gelin önce bu soruya yanıt vermeden 2015 yılında Doç. Dr. Atilla Gökçe ile yaptığımız çalışmadan bir alıntı yapalım. Şöyle yazmışız o tarihte (kısaltarak):
“Enflasyon hedeflemesi… Açık ekonomide uygulanırken, döviz kuru kritik değişken haline gelmektedir. Çünkü enflasyon hedeflemesine giden ülkede enflasyon oranının düşmesi ile ulusal para değerli hale gelmekte, bu da cari açığı artırmaktadır. Cari açığın birikimli etkisi ise döviz kurunda hızla aşınmaya yani döviz kuru riskine neden olmaktadır. Bu durumda Merkez bankası için hedef sadece enflasyon olmaktan çıkıp, döviz kuruda (finansal istikrar) hedef haline gelmektedir. Çalışmamıza… göre diğer değişkenler sabit bırakıldığında enflasyondaki 1 puanlık artış, yaklaşık olarak 2 puanlık faiz artışına neden olmaktadır. Bundan dolayı enflasyon oranı artarken faiz oranlarının düşürülmesi anlamlı bir politika olmamaktadır. Böyle bir girişim bırakın faiz oranını düşürmeyisini, tam aksine faiz oranını yükselecektir. Benzer pozitif yönlü ilişki çıktı açığı için de geçerlidir. Dolayısıyla, büyüme oranını yükseltmek için kamu harcamalarının artırılması, ya da TCMB’ye müdahale ederek faiz oranlarını düşürmek ve böylece yatırımları artırma isteği, belli bir gecikme ile sadece enflasyon oranını yükseltecektir”. (Bu çalışmanın yeni hali yakın da “Enflasyon Hedeflemesi: Teori ve Türkiye Uygulaması” başlığı ile Nisan ayı içinde basılmış olacak).
Bu yazdıklarımıza bakarak bugün enflasyon hedeflemesine dönmenin başarı getirmesi zor dedik, çünkü Türkiye’de, dünya da 2015’den farklı. 2008 krizinin ardından girdiğimiz salgın süreci ile birkte özellikle gelişmiş ülkeler de enflasyon oranını ve faiz oranını sıfıra atalet kazandı. Yani Türkiye’deki sorundan çok farklı bir durum söz konusu.
Trump dönemin de başa geçen ABD Merkez Bankası Başkanı J. H. Powell 27 Ağustos 2020’de geleneksel Federal Reserve Bank of Kansas City, Jackson Hole toplantısında derdimiz ABD’de enflasyon oranını yüzde 2’düzeyi çıkarmaktır dedi. Bu ortamda parasal ve mali genişlemenin durudulmasının ya da azaltılmasının mümkün olmadığını da söyledi. Biden geldikten sonra da aynı politikaya devam edileceği hazırlanan 1,9 trilyon dolarlık paketle gösterildi. Powell bu söyleminde yalnız da değil, IMF Direktörü Kristalina Georgieva ile Avrupa Merkez Bankası Başkanı C. Lagarde aynı ağızda konuşuyor.
Enflasyonun “her durumda ve her zaman parasal bir olgu” olmadığı yaşadığımız son krizler gösterdi. Türkiye için de böyle. 2020 yılında yüzde 1,8 büyüyen bir ekonomi de, enflasyonunun kaynakları içinde başka değişkenlere bakılmalı. Örneğin,
-Kamu harcamalarının dağılımı,
- TCMB’ye güven ve yaratılan belirsizlik,
- Rekabetin unutulmuş olması, imalat sanayinde olipolist yapılanma,
- İmalat sanayinin yapısındaki bozukluktan kaynaklı ara malında yurtdışına olan bağımlılık,
- Dolaylı vergilerin (KDV; ÖTV) düzeyi,
- Döviz kuru artışı sonrası ortaya çıkan para ikamesi,
Bu başlıkların hepsi ayrıntılı işlenmeye muhtaç. Ancak artık enflasyondan sadece TCMB sorumlu tutmak da çözüm beklemek de doğru değil. TCMB’nin üzerindeki yük maliye politikası ve belirsizliği azaltacak siyasal adımlarla alınması gerekiyor.