Enflasyonla mücadelenin birinci öncelik olduğuna ikna olmamız lazım
Temmuz 2023 enflasyonunun kamu zamanları nedeniyle çok yüksek geleceğini hepimiz bekliyorduk. Nitekim İstanbul’un enflasyonunu gösteren İTO Ücretliler Geçinme Endeksi aylıkta yüzde 9,84 olarak açıklandı. TÜİK’in Tüketici Fiyatları Endeksi yüzde 9,49 geldi.
Geçtiğimiz hafta sunumu gerçekleştirilen enflasyon raporu ve arkasından soru cevap kısmından edindiğimiz çıkarım enflasyonla mücadelenin sert faiz artışından ziyade makro ihtiyatı önlemler ile yürüyeceği yönündeydi.
Nitekim hafta başında BDDK üzerinden gelen kredi kartlarında uygulanan taksitlendirme sürelerinin; havayolları, seyahat acenteleri ve konaklama ile ilgili yurt dışına ilişkin harcamalarda uygulanmamasına ve söz konusu harcamalarda taksitlendirme yapılmamasına karar verildiğine ilişkin açıklaması bu yönde atılmış adımlardan biri olarak gözüktü.
Taksit sınırlandırması daha önce de gördüğümüz bir uygulamaydı. Fakat o dönemde bu adımlar ilk atıldığında kuyumculuk sektörü neredeyse boğulma noktasına gelince feryatları ancak bir sene sonra karşılık bulabilmişti. Atılan adımların hesapsızca yapılmasının ekonomiyi bir anda boğabileceği o dönemde test edilmişti.
En önemli etkenlerden biri de kamu harcamaları
Açıkçası taksit sınırlaması gelmesi beklenen bir uygulama olarak da adlandırılabilir.
Fakat son dönemde gerek Merkez Bankası tarafından getirilen ‘Seçici Kredi ve Miktarsal Sıkılaştırma Kararları’ çerçevesindeki uygulamalar gerekse de BDDK nın taksit sınırlandırması adımlarının enflasyonla mücadeleden daha çok ‘döviz talebi’ni ortadan kaldırmaya yönelik ya da döviz talebini kısıtlamayı amaçlayan ve bu yapılırken de cari açığı azaltmaya çalışan uygulamalar bütünü olduğunu görüyoruz.
O zaman akla hemen şu soru geliyor: Merkez Bankası konumu gereği fiyat istikrarını ön plana çıkarsa da acaba hükümetin birinci önceliği enflasyondan ziyade döviz likiditesi sorunu mu?
Enflasyon raporu sunumunda daha önceki rapor döneminde grafiklerden çıkarılan ‘Çıktı Açığı Grafiği’nin yeniden rapor içerisine girmesine sevindiğimi belirtmiştim.
Raporda TCMB bünyesinde takip edilen farklı çıktı açığı serilerinin ortalamasından elde edilen göstergenin, 2022 yılının ortalarından itibaren zayıflama eğilimi sergiledikten sonra 2023 yılı ikinci çeyreği itibarıyla güç̧ kazanmaya başladığı ifade edilmişti. Sanayi üretimi ve perakende satış hacmi göstergelerinin de bunu teyit ettiği belirtilmişti. İç talebin hala canlı olduğunu biliyoruz. Buradaki en önemli etkenlerden biri de kamu harcamaları.
Ancak Türkiye’deki enflasyonun asıl kaynağı maliyet enflasyonu. Enflasyonla kararlılıkla mücadele edilen bir süreçte Merkez Bankası’ndan beklenen önce güçlü bir faiz artışı ile talebin kontrol altına alınması, kurdan yaşanabilecek maliyet enflasyonu geçişkenliğinin azaltılmasıydı.
Hem büyüme hem enflasyon düşsün olabilir mi?
Anlaşılan ekonomi yönetimi açısından kurdaki oynaklığın azaltılması yeter şart gibi duruyor. Ancak yine Türkiye Ekonomi modelinde olduğu gibi yapay bir el ile kurdan gelecek maliyet baskısı önlenmeye çalışılıyor gibi gözüküyor.
Merkez Bankası hükümetin ve hükümete yakın çevrelerin faiz hassasiyeti, bankaların ellerinde bulundurdukları menkul kıymet yükü ve Kur Korumalı Mevduat’tan ani çıkışı tetikleyebilme ihtimali gibi temel nedenlerle beklenen yüksek faiz artışı yapmamış olabilir. Bu bir şekilde anlaşılabilir bir durum ortaya koyuyor. Ancak yıl sonu enflasyonunun yüzde 58 olarak tahmin edildiği bir patikada reel getirinin nasıl sağlanacağı sorusu da ortada duruyor.
Merkez Bankası faiz artışı ile yapamadığı sıkılaşmayı makro ihtiyati önlemler ile yapmaya çalışırken yine anlaşıldığı kadarıyla ortalığı fazla kırıp dökmeden, hükümetin yine hassas olduğu büyümeye fazla dokunmadan bu işi gerçekleştirmek istiyor.
Bir taraftan büyüyelim ama diğer taraftan da enflasyon düşsün yaklaşımı pek gerçekçi durmuyor. Makro ihtiyati önlemler talebin yoğun olduğu alanlara yönelmek yerine döviz talebi yaratan alanlara yönelince de aslında getirilen önlemlerin döviz likiditesine yönelik önlemler olduğu inancını doğuruyor.
Kamu harcamalarına ilişkin olarak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından idarelere, genelgenin düzenlediği konularda bünyelerinde gerçekleştirdikleri iş ve işlemlerle bu kapsamda elde ettikleri tasarrufları, izleyen dönemde tasarruf imkânı olan alanları bakanlıklar ve diğer idareler aracılığıyla 28 Temmuz'a kadar Hazine ve Maliye Bakanlığı’na resmi yazıyla bildirmeli konusunda bir talep yazısı gönderilmişti. Bu yazıya kamu kurumlarından nasıl bir dönüş olduğunu bilemiyoruz.
Bütçenin gelir ayağı için vatandaşlara ağır yükler yüklenmişken Kamu Kurumlarından yapılacak tasarrufları kalem kalem görmek istemek en tabii hakkımız. Bu yapılmadığı sürece Kamu Kurumlarından yapılan talebin sanki gelen zam tepkileri azaltmak adına yapılmış olduğu izlenimi hâkim oluyor.
Kamu tasarrufu olmadan talebi düşürebilmek, Türkiye’yi makul büyüme patikasına geri çekmek mümkün olmayacak.
Bir diğer konu yüksek enflasyon nedeniyle asgari ücret sahiplerinin ücretlerinin daha ücretlerini almadan açlık sınırı altında kalmaları konusu.
Enflasyonun önümüzdeki aylarda daha da yükseleceği göz önüne alınırsa Aralık ayındaki ücret artışları, emeklilere ve memurlara yapılacak ara zamlar seçim öncesine de denk geleceği için muhtemelen oldukça yüksek yapılacak. Özellikle emeklilere ilişkin durum telafi edilmek istenecek diye düşünüyorum.
Ortada henüz bir program yok
Yapılacak bu ücret ve maaş zamlarının bir taraftan maliyet enflasyonunu körüklerken diğer taraftan talebe de katkı sağlayacağı şüphesiz. Kamunun seçim dönemindeki muhtemel harcamaları ve sayılan etmenler enflasyonla mücadeleye gerçekten imkân tanıyacak mı?
Enflasyonla gerçekten mücadele edilmesi için toplumun tüm fertlerinin enflasyonla gerçekten mücadele edildiğine inanması, katlanılan büyük maliyetin herkes tarafından gücü ölçüsünde yapıldığını görülmesi, kamunun harcamalarını kontrol altına alarak bu fedakarlığa kendisinin de katlandığını kanıtlaması ve ortaya konan programın başarısı için siyasetin tüm desteği verdiğinin görülmesi lazım. Beklentiler kanalının çalışması için de iletişimin de kuvvetli olması gerekiyor.
Ama her şeyden önce bir program lazım. Ortada henüz bir program yok. Umarım Eylül ayında açıklanacağı beklenen Orta Vadeli Program beklentileri ve sorularımızın cevaplarını karşılar.
Unutmayalım ki şu an için alkışladığımız ağırlıkla geçmişin garip uygulamalarından geri dönüş.
Acaba Türkiye’nin 5 yıllık CDS’lerinin (Credit Default Swap) 370 puana kadar geriledikten sonra yeniden 400 puan üzerine çıkması dışarıdan da aynı şekilde bakıldığının bir göstergesi olabilir mi?