Enflasyondaki gerileme aldatıcı olmasın
Bu ay 12 aylık manşet enflasyonda hızlı bir düşüş yaşadık. TÜFE yüzde 55.2’den yüzde 50.6’ya gerilerken Yİ-ÜFE’deki gerileme daha da fazla, yüzde 76.6’dan yüzde 62.5’e oldu. Geçen sene mart ayında her 2 endeksin de yüksek artış göstermiş olması (sırasıyla yüzde 5.5 ve 9.2), 12 aylık enflasyon rakamlarının hızlı bir şekilde gerilemesine sebep oldu. Ancak enflasyonda kaydedilen bu düşüşün ne maliye ve para politikalarında sıkılaştırmayla, ne de kredi artışlarını yavaşlatarak sağlanmadığını gayet iyi biliyoruz. Bu durumu ortaya koymak için uzun uzun rakamlar vermeye de gerek yok. MB politika faizi Eylül 2021’de yüzde 19 iken bugün yüzde 8.50. Toplam TL kredi hacmi Eylül 2021’de 2.5 trilyon TL iken bugün 6 trilyona yaklaşmış durumda. 2.5 senede yüzde 140 artış. (Aynı dönemde TÜFE endeksindeki artış yüzde 122.5 oldu.) 12 aylık bütçe açığı ise Eylül 2021’de 93 milyar TL iken, bugün 190 milyar TL’ye yakın (ki asıl yüksek açıkları önümüzdeki aylarda göreceğiz.) Hepimiz biliyoruz ki, son dönemlerde aylık enflasyon hızının yavaşlamasının arkasındaki temel (ve hatta “tek”) neden döviz kurlarının regülasyonlar ve KKM ile baskı altına alınmış olması. (Kurlar uzun süredir 19-20 bandında seyretmekte.)
Belirli bir eşiği geçtikten sonra (bu eşik gelişmiş ülkelerde yüzde 6-7, bizim gibi ülkelerde ise yüzde 20 ve üstü olabilir), enflasyonun kendi kendini besleyen bir yapıya bürünme ihtimali artar. Bu durum genellikle sabit ücretli kesimin hayat pahalılığıyla yüzleşmesiyle ortaya çıkar. Batıda çalışan kesimler demokratik haklar çerçevesinde gösteri, protesto ve grevlerle aşınan alım güçlerinin ücret zamlarıyla telafi edilmesini isterler. Bizim gibi ülkelerde ise ücretlerde alım gücü düzeltmesi daha çok siyasetçilerin insiyatifine kalmıştır. (Tabii, bugünkü gibi seçimlere çok az kalmış dönemlerde siyasetçi değil aşınan alım gücünü düzeltmek, üstüne daha da fazla zam yapmak durumunda kalır.) Bu ortamda üreticiler de gerek artan işgücü maliyetlerini karşılamak, gerekse de enflasyonun ileride daha da artma ihtimaline karşı işletme sermayelerini korumak amacıyla ürünlerine (belki de o an için yeterli olacak zammın da üzerinde) zam yapmak durumunda kalırlar.
Bazı (heterodoks) ekonomistler ücretlere yapılacak zamların enflasyonu daha da körüklemeyeceğini, sadece yüksek enflasyon nedeniyle ücretlilerin düşmüş olan alım gücünün geri gelmesini sağlayacağını, böylece ekonomide bozulmuş olan sermaye-ücret bölüşümünün düzeleceğini ve alım gücününün artmasıyla da üretim ve yatırımların artacağını savunuyorlar. Ancak kazın ayağı pek de öyle değil. Öncelikle böyle ideal bir durum olması için para ve maliye politikalarının halihazırda ekonomide dengeleri bozacak seviyede bir stimülasyon yaratmamış olması lazım. (Türkiye ekonomisinde şu anda her 2 politika da maksimum genişleme üzerine kurulmuş vaziyette.) Aksi takdirde, ortaya çıkan tüketici talebi enflasyonu daha da yukarı taşıyacaktır.
İkincisi, ekonomide üretim ve kapasite artırıcı yeni yatırımlar için yeterince iştahın var olması lazım. Ancak bugünlerde iktisadi (ve de siyasi) belirsizlikler en üst seviyelere çıkmış olduğu için sermayedar kesimden böyle bir insiyatif beklemek haksızlık olur. Ayrıca, her ne kadar sübvansiyonlu ve eksi reel faizli krediler firmalar açısından avantajlı olsa da, bu kredilere erişimin belirli çevrelerle sınırlı kaldığı söylenebilir. Öte yandan, yatırım kredileri aynı zamanda uzun vadeli olmak durumundadır. Ancak Türkiye ekonomisinde TL üzerinden uzun vadeli kredi tesis etmek bugüne kadar pek mümkün olmadı. Hele bugünkü gibi enflasyon başta olmak üzere belirsizliklerin had safhaya çıktığı bir ortamda bu imkansız. Diğer alternatif olan döviz kredileri ise hem bu kredilerin maliyetinin anormal yükselmiş olması, hem de Türkiye’nin döviz açığının olması nedeniyle uygun değiller.
Ücret zamlarının enflasyonist olmaması için 3. şart ise dış ticaret dengesinin daha da bozularak yeni bir döviz krizine yol açmaması olur(du). Ancak, gelen son rakamlardan da görüyoruz ki, enerji fiyatlarındaki gerilemeye rağmen dış ticaret dengesi giderek açılmakta. Senenin ilk 3 ayında dış ticaret açığı 35 milyar dolara yaklaşmış durumda. (Bu açığın 9 milyar doları net altın ithalatından kaynaklanmakta. Ancak bunun altında yatan sebep DTH’lara ve hatta borsaya yatırım yapma sebebiyle aynı: TL’ye olan güvensizlik.) Tabii ki paralel bir şekilde, cari dengede de hızlı bir bozulma söz konusu. Kısa vadede, MB rezervleriyle cari açıkları bir şekilde kapatabilse de, TL’nin geldiği reel seviyeler dikkate alındığında, orta vadede kurlarda yeni bir dengelenmenin kaçınılmaz olduğu
söylenebilir. Tabi, bu gelişme enflasyonda da (yukarı doğru) bir yeni dengelenmeyi beraberinde getirecektir.