Enflasyonda zirveye daha var!
✔ Yıllık TÜFE artışı ekimde muhtemelen yüzde 86-88 aralığına çıkarak zirveye ulaşacak, kasım da bu düzeyde geçilebilir, aralıkla birlikte iniş başlayacak.
TÜİK eylül ayındaki tüketici fiyat artışını yüzde 3.08, üretici fiyat artışını yüzde 4.78 olarak açıkladı. Üretici fiyatlarıyla ilgili zaten bir tahminde bulunmak kolay değil. Tüketici fiyatlarındaki yüzde 3.08 de çok düşük ve şaşırtıcı bir oran mıdır; bunu söyleyebilmek için elde başka sağlıklı bir ölçüm olması gerekir. İstanbul Ticaret Odası’nın açıkladığı yüzde 6.06’lık artış sınırlı bir kıyaslama olanağı verebilir. Çünkü İTO endeksinin hem baz yılı, hem kapsanan maddeleri çok farklı. TÜİK ile İTO oranları arasında aylık bazda fark olması normal bulunurken iki oranın uzun dönemde çok ayrışıp ayrışmadığına bakılır. İşte sorun burada, son bir yıldaki artış TÜİK’te yüzde 83.45, İTO’da yüzde 107.42 düzeyinde. İki endeksin yıllık artışı arasındaki paralellik marttan bu yana bozuldu ve makas giderek açılıyor.
Biliyoruz ki TÜİK’te de “bazı şeyler” mart-nisan gibi değişmeye başladı. Sonucu görüyoruz...
Zirve ekim ya da kasımda
Eylül sonunda yüzde 83 olan yıllık tüketici fiyat artışı muhtemelen ekim sonunda zirveye çıkacak. 2021’i hariç tutarsak ekim ayları zaten yılın en yüksek artışının görüldüğü aydır. Bu ay da yüzde 4-5 dolayında bir artış görülmesi sürpriz olmaz. Bu durumda yıllık artış ekim sonunda yüzde 86-88 arasında oluşacak.
Kasım ayı da çok küçük oynamayla hemen hemen aynı oranda geçilebilir. Sonrasında ise malum baz etkisi devreye girecek ve düşüş başlayacak.
Yeri gelmişken kafaları çok kurcalayan bir konuya değineyim. Baz etkisini ister TÜİK’in oranlarına uygulayın, ister İTO’nun, sonuç değişmez. Yıllık oran yine düşecek, yine düşecek!
Bu konu üstünde niye bu kadar ısrarla durduğum da pek anlaşılamıyor ya da benim eksikliğim, iyi anlatamıyorum.
Bu konu iyi anlaşılsın istiyorum; çünkü baz etkili düşüş herhangi bir kararın ya da önlemin, yani bir becerinin sonucu olmayacak, kendiliğinden olacak. Bundan pay çıkarmaya çalışanlara karşı daha bilgili olunmasını sağlamaya çalışıyorum.
Niye bu hallere düştük?
Enflasyonda aylık oranlar tabii ki önemlidir de genel gidişat nasıl, o çok daha önemlidir.
Geçen yılın ocak ayından bu yana geçen 21 ayın Merkez Bankası faizi, enflasyon ve dolar kurunu tabloda görüyorsunuz. Geçen yılın eylülünden bu yana neler olmuş neler...
Oranları ve sayıları tekrara gerek yok.
Nasıl tepe üstü çakıldığımız tüm açıklığıyla ortada...
Gidişatı daha iyi görebilmek için bir de grafik oluşturduk. Acaba 2020’nin aralık ayını 100 kabul edersek Merkez Bankası faizi, TÜİK’in yıllık TÜFE artışı, İTO’nun yıllık ücretliler geçinme endeksi artışı ve dolar kuru nasıl bir yön çiziyor, ona bakalım istedik.
Buyurun! Nereden nereye gelmişiz değil mi...
Tabii ki bir soru da “Niye” sorusu.
Biliyoruz ki şu an yüzde 12 olan faiz aralıkta yüzde 9’a kadar inecek. Nasıl olsa “baz etkisiyle” yıllık enflasyon oranı da gerileyecek ya, dolayısıyla faiz niye indirilmesin ki!
VATANDAŞ ENFLASYONDAN YAKINIRKEN HEM HAKLI, HEM HAKSIZ!
TÜİK’in yüzde 3 olarak açıkladığı aylık ve yüzde 83 olarak duyurduğu yıllık artış düşük bulunuyor. Vatandaş, yaşadığı ve hissettiği enflasyonun çok daha yüksek olduğunu söylüyor.
Bunun nedenlerini birkaç kez yazdım.
Tekrardan zarar gelmez...
TÜFE kapsamında 400 kadar mal ve hizmet var. Açıklanan oran, ki tümüyle doğru olsa bile, bir ortalamayı gösteriyor.
Örneğin kiranın TÜFE'deki ağırlığı yüzde 4.4. Kendi evinde oturan için TÜFE'de kiraya yer verilmesi anlamsız. Kirada oturan ise mümkün mü gelirinin yüzde 4.4'ünü ödeyerek kiralık ev bulabilsin.
Dolayısıyla kirada oturan, oturmayan; sigara içen, içmeyen; çocuğunu özel okula gönderen, göndermeyen; işe kendi arabasıyla giden, gitmeyen; o ay ya da o yıl araba alan, almayan; çok çocuklu, az çocuklu ya da çocuksuz...
Aynı yaşta, hatta ikiz iki çocuğun masrafı bile farklı olabilir.
Dolayısıyla hiçbir hane için ideal bir enflasyon oranı hesaplanamaz, bunu hiçbir kişi ya da kurum yapamaz.
Önce bu gerçeği bir kabul edelim.
Gelelim diğer yöne...
TÜİK’in gerçekçi ölçüm yapmadığını söylemek çok kolay. Ama biraz detaylara bakmak gerek.
Son bir yıldaki artış yüzde 83 ama bu oran 400 kadar mal ve hizmetin ortalaması. Peki son bir yılda bazı sektörlerde ne kadar mı artış olmuş:
■ Ulaştırmada yüzde 117.
■ Gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 93.
■ Ev eşyasında yüzde 90.
■ Konut harcamalarında yüzde 85.
Daha düşük artışlar, ortalamayı yüzde 83’e çekmiş.
Ya haklı olunan yönler?
Gelelim madalyonun diğer yüzüne...
Gelir düştükçe harcama kalemleri azalır; endeksi oluşturan tüm mal ve hizmetleri zaten kimse tüketmez de, düşük gelirliler ister istemez iyice tüketim sınırlamasına gider. Artık tüketim malları yalnızca zorunlu olanlardır. Hatta zorunlu tüketim mallarının bir kısmından bile vazgeçilir.
Türkiye bunu yaşıyor. Gelirler reel olarak o kadar düştü ki, insanlar ancak karnını doyurma ve barınma çabası içinde. İşte barınma ve doyma harcaması da çok artıyor ve bu artış ortalama oranın çok üstünde olduğu için yapılan açıklamaya güven duyulmuyor.
Daha kötüsü ve vahim olanı iktidarda olanların da bunun yeterli olduğu yaklaşımını sergilemesi.
Ama daha kötüsü de var. Böylesine bir geçim zorluğu çekerken bunu normal bulanların da hiç azımsanmayacak sayıda olması.
BEN TÜİK VERİLERİNE GÜVENİYOR MUYUM?
Bugünlerde bu soruya o kadar çok muhatap oluyorum ki...
Sanki birileri bu soruya vereceğim yanıta göre TÜİK’e güvenecekler ya da tersi olacak.
O zaman söyleyeyim:
Güvenmiyorum!
TÜİK’e güven zaten zayıftı, madde fiyatlarının açıklanmasından vazgeçilmesi ve çok sık başvurulan yönetici kadrolardaki değişikliklerle bu güven tümüyle yok edildi.
Ama ben yalnızca TÜİK’e değil, metodolojisini açıkça ortaya koyamayan, madde fiyatlarını açıklamayan, endeksini bile kamuoyuyla paylaşmayan, geçmiş verileri ortada olmayan hiçbir çalışmaya güvenmiyorum.
Bu soruyu bana yöneltenlere de çok inandıkları bazı çalışmaların detayını incelemelerini öneririm.
Bulabilirlerse!
Bu önerim vatandaştan çok bu incelemeyi yapabilecek iktisat bilgisine sahip akademisyen dostlara...
Unutmayalım; yüksek oran her zaman daha doğru demek değildir.