Enflasyonda hükümetin de yapacakları var
Geçen cuma açıklanan senenin son Enflasyon Raporu’na göre 2024 ve 2025 sonu TÜFE tahminleri %44 ve %21 olarak revize edildi. Bir önceki raporda bu tahminler sırasıyla %38 ve %14 idi. 3 ay içerisinde tahminlerde bu ölçüde bir değişiklik yapılması kolayca geçiştirilecek bir konu değil. Üstelik bu 3 ay içerisinde döviz kurlarında yukarı doğru bir hareket yaşanmamış olmasına rağmen. Temmuz-Ekim sepet kur ortalamasının önceki 3 aya göre değişimi sadece %2.1! Aynı sürede kümülatif enflasyon ise %8.6 oldu. TL’nin bu kadar güçlü bir şekilde değerlenmesinin enflasyon üzerinde çok daha etkili olması beklenirdi.
Gerek sunumda, gerekse de raporda enflasyonun hedeflerin üzerinde kalmasıyla ilgili 3 nokta ön plana çıkarıldı: Yüksek kalmaya devam eden beklentiler ve kira ve gıda fiyatlarındaki artışlar. Kira ve gıdadaki fiyat artışlarının ağırlıklı olarak “arz” kaynaklı nedenlere dayandığı söylenebilir. Kira artışlarında deprem felaketinin ve bunun sonucunda bölgede yaşayanların önemli bir kısmının Türkiye’nin diğer bölgelerine göç etmesinin payı var. Bu durumun ağırlıklı 2023’de gerçekleşmesi, bu seneye de sirayet etmediği anlamına gelmiyor. Ayrıca mültecilerle birlikte artan nüfusun yarattığı bir artı talep oluştuğu da muhakkak. (Gayrimenkul alımı karşılığı oturma izni veren ülkelerde ev alanlar binlerle ifade edilse bile bunların ev fiyatlarını çok artırdıklarından yakınılırken, bizde söz konusu olan milyonlar!) Piyasada bu talepleri karşılayacak bir konut stoğu yok, ve böyle bir stoğu yaratmak yıllar alacak. (Öte yandan ülkede 1 milyona yakın da boş konut olduğu biliniyor. Bunların piyasaya arz edilmesine yönelik tedbirler alınması faydalı olacaktır.)
Gıda fiyatlarındaki artışın dizginlenebilmesi için hem arzın artırılması, hem de gıda fiyatlarını artıran girdi maliyetlerinin düşürülmesi gerekiyor. Arzın artırılması tıpkı konutta olduğu gibi talebin artmasını dengelemek için gerekli (ki gıdada bir de artan turizm nüfusunun yarattığı ek talep de söz konusu). Tabii ki, Türkiye’nin tarımsal çıktısı kadar verimliliğinin de artırılması gerekiyor. Maalesef ki, veriler son 20 yılda Türkiye’nin tarımda işlenebilir arazilerin azaldığını ortaya koymakta. Ortalama arazi büyüklüğünün çok düşük olması da verimliliği azaltan etkenlerden biri. Bir de tüm bunlara küresel ısınma tehlikesini eklersek, tarımda yapılacak çok iş, alınması gereken çok tedbir var.
Görüldüğü gibi enflasyonun istenilen süratte ve istenilen seviyelere gerilemesinin önündeki iki önemli engel olarak görülen gıda ve kirada Merkez Bankası’nın yapabilecekleri sınırlı. Bu konuda merkezi hükümete önemli bir sorumluluk ve rol düşüyor. (Tabii, bu söylediğimden denenip hiç bir işe yaramadığı görülen kira artışını kanunla dondurma yöntemi anlaşılmasın.) Ayrıca gıda ve kira fiyatlarının kontrol edilmesini sadece enflasyonu düşürme amaçlı olarak görmemek gerek. Bunların “reel” olarak geldikleri fiyat seviyeleri hane halklarının alım gücünün çok üzerine çıkmış ve gelirlerinin çok büyük bir kısmını kaplamış vaziyette. (Kısaca ciddi ölçüde fakirleşmiş durumdayız.) Bu durumun bir an önce terse çevrilmesi gerekiyor.
Konuya hiç kamu maliyesi, bütçe açıkları ve buralarda yapılması gereken reformlar ve alınması gereken tasarruf tedbirleri yönünden girmedim. Tabii ki, harcamaların büyük bir kısmı zorunlu, ancak görüyoruz ki kamuda yapılabilecek tasarruflar da var. Ancak bugüne kadar bu konuda fazla dişe dokunur tedbirler alındığını da görmedik. Halbuki, Hükümetin de bu konuda aktif efor gösteriyor olması enflasyonist beklentilerin daha hızlı kırılmasını sağlayacaktır.
Daha önceki bir yazımda Merkez Bankası’nın bu sene başında ortaya koyduğu dezenflasyon patikasının en az 9-12 ay gecikmeli olarak gerçekleşebileceğini belirtmiştim. Nitekim, sene başındaki enflasyon raporunda yer alan “Enflasyon Tahminleri” grafiğini son rapordaki ile karşılaştırırsak ilk raporda %14’e 2025 sene sonunda ulaşılması öngörülürken son raporda bu tahmin Kasım 2025’e taşınmış gözüküyor. Yaklaşık 11 aylık bir fark. Ancak açıkçası hala yukarı yönlü önemli riskler de var.