Enflasyon ve süper bono yerine süper mevduat
UĞURCAN ÖZSES
YMM
Türkiye gibi yüksek enflasyon ve cari açık yaşayan ülkelerde, dış ülkelere ihraç edilen mal ve turizm gibi hizmet bedellerinden daha fazla tutarda mal ve hizmet ithalatı yapılmaktadır. İthalat lehine olan bu farkın iç tüketime ve tüketim için kullanılacak yatırımlara tahsis edilmesi yaşanan sorunların esasını oluşturmaktadır. Globalleşen dünyada bir mal ve hizmet ihracatını aşan tutardaki ithalat fazlasının yarattığı “cari açık”, dış ülkelere borçlanmak suretiyle karşılanmaktadır. Doğal olarak borçlanılan cari açığa paralel olarak bu ülkelerde fiktif bir refah artışı yani büyüme görülmekte, eşit dağılmasa da hane halklarının önemli bir bölümü farkında olmadan borçla edinilen bu refah artışından paylarını almaktadır. Ancak, gelir seviyesi düşük ülkelerde bu refah artışı toplumun büyük bir kesimince fark edilmeden tüketim alışkanlığı yaratmaktadır Bu durum artan bir şekilde mal ve hizmetlere olan talebi körüklemektedir. Böylece, günde 3 ekmek tüketen bir ailenin, bununla yetinmeyerek yan komşudan borçla aldığı üç ekmeği daha tüketmesi ile modern çağın hastalığı enflasyon oluşmasına yönelik bir süreç başlamaktadır. Artık borçlanılarak alınan ekmek ile sofrası daha zengin hale gelen ailenin refah seviyesindeki bu artış, zamanla kanıksanır hale gelmekte ve aile bireyleri gelinen refah seviyesinin doğal ve olağan bir büyüme olduğuna inanarak daha fazlasını talep etmektedirler.
Bu durumda aile ekmek tüketimini hiç kısmadan, hatta çoğaltarak sürdürmek istemekte, ancak alınan ekmek sayısının çoğalması ile gittikçe artan bir sayıda ekmek dilimlerinin faiz olarak geri ödenmesi zorunluluğu ile karşılaşmaktadır. Bu aşamadan sonra artan borcun geri ödenememe riski ve fırsatı, komşuyu faiz olarak daha çok ekmek dilimi talep etmeye itmekte ve durum sürdürülebilir olmaktan çıkmaktadır. Böylece, gittikçe artan sayıda ekmek dilimlerinin faiz olarak ödenmesi nedeniyle aile önemli bir kayba uğramaktadır. Bu nedenle, komşudan borç ekmek alımının durdurulması ya da komşunun artık ekmek vermeyi azaltması hatta kesmesi ile refah seviyesinin azalarak başlangıçtaki üç ekmeğinde altına inilmesine neden olmaktadır, Ekmeğin ödenecek faizi ana borç taksitleri ya aileyi başlangıçta yediği üç ekmeğin daha azını aralarında paylaşmak zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmakta ya da sürdürülemez nitelikteki daha ağır koşullarda borçlanmayı kabul etmeye zorlamaktadır. Petrol gibi beklenmedik büyük bir kaynak bulunmadıkça, başlanılan seviyenin de altına inilmektedir.
Enflasyona neden olan mevcut talep
Henüz para ekonomisine geçmemiş bu aile örneğinden, değişim aracı olarak paranın kullanıldığı büyük topluluklara geçilince, azalan ekmeğin bölüşüm yöntemi değişmektedir. Aile arasında azalan ekmek sayısı, herkese daha az ekmek verilerek dengelenebilmekte ve sorun bireylerin adil bir şekilde, daha az ekmek tüketmesi ile sonuçlandırılmaktadır.
Ancak değişim aracı olarak paranın kullanılması ile piyasaya daha az sayıda arz edilen ekmeğin paylaşımı fiyatlarının artması yani enflasyonla dengelenmektedir. Aslında suçlanan zavallı enflasyonun görevi daha az sayıda arz edilen ekmeğin paylaşımını, fiyat artışlarıyla otomatik stabilizatör olarak sağlamaktan ibarettir. Yani matematik denklemi uygulanmaktadır. Azalan ekmeğe gelen talep seviyesi aynı kalırsa herkes daha azına razı olmak zorundadır. Bu durum iyi anlaşılmazsa sadece parasal şişkinlik olur ve toplumda bölüşümden daha çok pay kapma ve fiyat arttırma yarışı başlar. Sorun artık azalan ekmeğe, enflasyona neden olan mevcut talebi kesmek gereğidir. Ancak bu paylaşım, paranın kullanılmadığı aile içi bölüşüm gibi adil olmamaktadır. Bu durumda liberal sistem gereği parası olan üst gelir grubu, fiyatı artan ekmek bedelini, yüksek geliri ya da tasarruflarıyla karşılayarak, daha az ekmek almaya yani tüketimlerini kısmaya hiç yanaşmamaktadır. Böylece ekmeğin azalan kısmı diğer gelir gruplarınca, yine düşük gelir kesimlerine doğru gittikçe azalan seviyelerde paylaşılmaktadır.
Bu ortamda en alt gelir grubuna destek olarak aktarılan ilave gelir, ekmek miktarı aynı kaldığı için fiyatların daha da yükselmesine ve aynı sürecin daha da artarak sürmesine neden olmaktadır. Bu durum enflasyonun en acımasız yönüdür.
Sıkı bir para politikası uygulaması çözümün tartışılamayacak şekilde olmazsa olmazı
Bu durumda enflasyonu çözmek için arz seviyesinin artırılması akla ilk gelen çözümdür. Üretimi arttıracak daha uzun vadeli çözüler yerine ekmek arzının artırılması için en kolay seçenek 2003 yılından itibaren yaklaşık 10 yıl boyunca ülkemizde uygulandığı gibi bedeli yüksek olan, sürdürülemez nitelikte, rekabet gücünü yok eden, ülkenin kaynaklarını sömüren ve bu günlere gelinmesini sağlayan bir dış borçlanma politikası izlenmesidir. Bu borçlanmayla, geçici bir dönem için istedikleri zaman ekmeğini alıp gidecek sıcak ekmek sahiplerinin ekmek arzını artırmasıyla enflasyon çok aşağı seviyeye gelebilmekte ve geçici bir süre bolluk dönemi yaşanmaktadır. Ancak ekmek borcu kabardıkça, sıcak ekmek sahiplerinin artan ekmek dilimi talepleri ile tekrar başladığı noktaya daha ağır şartlarla geri dönülmektedir. Yapılan uygulama geçici olarak ekmek artışı sağlamakta ancak sorunu geleceğe ertelemektedir.
İkinci seçenekse, borç olarak alınan ekmeğin bedelinin sıkı maliye ve para politikaları ile kısılan iç talebin sağladığı mal ve hizmet tasarruflarınca sağlanan ürünlerin ihraç edilerek ödenmesidir. Ekmeğe karşı, komşuya mevcut ürünlerin ihraç edilerek borcun ödenmesi seçeneği ancak iç tüketimin gönüllü ya da zorunlu olarak azaltılması ile mümkündür. Aksi halde mevcut durumda yaşadığımız gibi, sırf ülke parasının değer kaybettirerek ekmek alımı için ihraç edilen ürünlerin ülke içindeki talebi karşılanamayacağı için fiyatlarının artması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü talep seviyesi azaltılamamıştır. Artan fiyatlar ihracatı yine başladığı noktaya taşıyacak rekabet gücü kaybedilecek ve olayın sarmal hale geldiği fasit daire oluşacaktır. Bu aşamadan sonra, zaman alsa da ekonomide rekabetçi kur ile dönüşüm sağlanarak başarıya adım adım yaklaşılacaktır.
Açıktır ki komşuya sürdürülemeyeceği belli olan bir şekilde borçlanılmak istenmiyorsa, petrol gibi vazgeçilemez bir ürünü temsil eden ekmekten vazgeçilemeyeceğine göre karşılığı olan mal ve hizmetin tüketiminin önlenebilmesi için gönüllü ya da zorunlu tasarrufların arttırılması ve sıkı bir para politikası uygulaması çözümün tartışılamayacak şekilde olmazsa olmazıdır. Gönüllü tasarrufların artırılması, kişilerin harcamalarını ertelemelerinin bedeli olarak tasarruf dönemi sonunda daha fazla ekmek ile ödüllendirilmeleri ile mümkündür. Hangi nedenle olursa olsun ertelemenin mükâfatının olmaması halinde ülkede tasarruftaki artışların önemli bir ayağı sekteye uğrayacaktır. Burada kendisini korumak için şimdiye kadar başarıyla uygulanan kur korumalı mevduat, gönüllü tasarrufları artırmasa da en azından büyük ölçüde talebe yönelmesini engellenmiştir. Ancak vadenin bittiği önümüzdeki 3 aylık dönemlerde yani Haziran ve Eylül aylarında gayrı menkul fiyat artışlarının cazibesi devam ederse, mevduatların bozularak bu alanlara ya da diğer mallara yönelmesi yüksek ihtimaldir.
Sorunun çözümü tasarruf, tasarruf, tasarruftur
Kısaca iç tüketim artışıyla büyümek yerine onun yerini alacak ihracatla büyümenin mümkün olmaması halinde daha az tüketerek yani belli bir küçülmeyle denge sağlanmadıkça enflasyonla mücadelede sonuca varmak çok zor olacaktır Önemle altının çizilmesi gerekir ki, hem obez hastayı zayıflatmak, hem de istediği kadar yemesine izin vermek gibi bir çelişkiye düşülmemelidir. Bu durum hastanın acı çekmesine sebep olacaksa da onulmaz ölçüde zarar görmesini önleyecektir. Sorunun çözümü tasarruf, tasarruf, tasarruftur.
Bu manada kamuoyunda sıkça tartışılan “Süper Bono”nun da gönüllü tasarrufları artırarak enflasyonu kontrol altına alınmasında çözümü sağlayacak şekilde çok önemli yararı olacağı açıktır. Ancak mevcut durumda yaratacağı cazibe bankalardaki mevduatların bonoya kayarak mevduat faizlerinde izlenen politikaya aykırı biçimde faiz artışları oluşmasına imkân verecektir.
Bu nedenle Süper Bono yerine, uygulanmakta olan dövize endeksli kur korumalı mevduat sistemi gibi, enflasyona endeksli hale getirilecek “Süper Mevduat’’ sistemi oluşturulmalı ve gecikilmeden uygulanmalıdır. Böylece genel manada tasarruflar arttırılacağı gibi, mevcut kur korumalı sistemden devre sonlarında sızarak ilave talep yaratabilecek satın alma gücünün piyasaya çıkmadan bu seçeneğe girebilmesi sağlanmalıdır. Bu sistemin kur korumalı mevduat sistemden farklı olarak, hiç faiz verilmeden ya da çok makul oranda bir faiz verilerek uygulanabilmesini sağlayacak bir cazibesi olacağı düşünülmektedir. Sistem kur korumalı mevduatta olduğu gibi bankalar tarafından yönetilmelidir. Döviz yerine enflasyon endekslemesi yapılırken uygulamanın en can alıcı noktası, mümkün olan en uzun vade ile taşlar yerine oturana kadar en az birkaç yıl zaman kazanılmasıdır. Enflasyon endeksli ödeme devrelerinin dönem sonlarında yapılması da çok yararlı olacaktır.
“Süper Mevduat’’ uygulaması, diğer önlemlerle birlikte tasarruf seviyesi üzerindeki yaratacağı olumlu etkilerle, enflasyonu kontrol altına alarak, sanıldığının tersine hazineye olan kendi maliyetini büyük ölçüde düşürecektir. Böylece bizzat bu araçla, ekonomik istikrar yönünde sağlanacak önemli katkı, aynı zamanda “Süper Mevduat’’ hesabının enflasyona endeksli yükünün de çaresi olacaktır.
Bir cepten bir cebe aktarma sonuç vermez
Gönüllü tasarrufları yeteri kadar arttırmak mümkün olamazsa, geriye gönüllü tasarruflarda yeteri kadar sağlanamayan açığı da telafi edecek bir şekilde zorunlu tasarrufların artırılması kalmaktadır. Böylece harcanabilir gelir seviyesinin azaltılmasıyla talep artışlarının önlemesi sağlanacaktır. Bunun için özellikle orta ve üst gelir gruplarına hitap eden mal ve hizmetlerin KDV, ÖTV gibi harcamalar üzerinden alınan dolaylı ve gelir vergisi gibi dolaysız vergi oranlarının yeteri kadar artırılmaları ve zamanında tahsil edilmeleri gerekecektir. Toplanan bu gelirlerin tekrar ekonomiye dönmemesi ve diğer tasarruf önlemleri ile birlikte bütçenin fazla vermesi olmazsa olmaz koşuldur. Aksi halde bir cepten bir cebe aktarma olacak ve tüketim kısılamadığı için sonuç değişmeyecektir. Gönüllü tasarruflardaki yetersiz seviye bir yana, enflasyonun çok altında kalan faiz oranları nedeniyle kredilerin sadece ihracat ve üretime yönelik olarak ve de mutlaka proje bazında selektif olarak verilmeleri gerekir. Bu ucuz kredi uygulamasının tüketimi arttırıcı bir şekilde genele yayılmasının önlenmesi şarttır. Her ne kadar taksit sayılarının azaltılması ve tüketici kredilerine ulaşmanın zorlaştırılması gibi tedbirler alınmışsa da, sıkı para politikası bağlamında uygulamanın daha da arttırılarak sürdürülmesi yararlı olacaktır. Ayrıca tüketimin özendirilmesinin önlenmesi için çok kritik istisnalar dışında özellikle tüketici kredilerinin BSMW oranlarının hatırı sayılır biçimde artırılarak, gerek ekonomik düzenlemelerle gerekse elde edilen gelirle bütçeye katkıda bulunulması sağlanmalıdır. Böylece düşük faizli kredilerin tüketimi özendirmesine imkân verilmemelidir.