Enflasyon ve rant ekonomisi
Enflasyonun nedenleri, kaynakları hemen her ülkede tartışılıyor. Öne çıkan unsurlar; fosil yakıtlarının fiyatlarındaki artış, iklim değişikliği kaynaklı tarım ürünü fiyat artışları ve salgın sonrası ortaya çıkan tedarik zincirinin kopmasının yarattığı arz sorunları olarak sıralanıyor.
Bu tespitler özellikle ortodoks iktisatçılar tarafından sık sık dile getiriliyor. Ancak bu gelişimin geri planı, iman ettikleri neoklasik kuram nedeniyle olsa gerek, pek konuşulmuyor. Öte yandan bu yaklaşıma karşı çıkanlar, parasal genişlemenin kime yaradığı, işçi ücretlerindeki aşınma ve gelir ve servet eşitsizliğinin yarattığı etkiler irdelendiğinde, enflasyonun asıl kaynaklarına erişilebileceğini ileri sürmekteler.
Özellikle 2008 krizi sonrası şirketlere, bankalara aktarılan milyarca doların işsizliğin daha üst oranlara ulaşmasını engellediği, ancak teşvik paketlerinin yükünün ücretli sınıfın üzerinde kaldığına ilişkin tartışmalar gittikçe artıyor. Kimi zaman bu tartışmalar 1980’lere kadar götürülmekte; ABD için Reagan’a, İngiltere için Demir Lady M. Thatcher’a kadar uzanmakta. Tartışmanın uzun bir döneme yayılmasındaki ana etken ise her iki ülkede o yıllarda uygulanan politikaların sermaye sınıfını, özellikle büyük sermayeyi koruduğunun, bunun da efektif talepteki istikrarı bozduğunun ileri sürülmesi. Aslında durum 1980’lerden daha kötü. Çünkü o dönemde küresel ekonominin üzerindeki borç yükü düşüktü. Hâlbuki şu anda 2022 yılının ilk çeyreği itibarıyla küresel borç stoku 305 trilyon dolar düzeyinde.
Benzer bir tartışmayı elbette ülkemiz için de yapabiliriz. Özellikle son yirmi yıldır yapılan 2002 öncesi ve sonrası tartışmasına girerek rant, daha doğrusu crony (yandaş) ekonomisi-enflasyon ilişkisi ele alınabilir.
Bu enflasyon başka
2002 öncesi enflasyon oranında bütçe açıkları belirgin rol oynardı. Bütçe açığının ana nedeni de tarım sektörüne yönelik teşvikler, buğday, fındık, şeker pancarı ve çay gibi ürünlerin alımı ile KİT’lerin zararlarıydı. Elektrik hem hane halkına hem de sanayiciye düşük fiyattan verilirdi. Çiftçiye, sahip olunan yem fabrikaları ve gübre fabrikalarından düşük fiyatlı girdi satılırdı, böylece çiftçi, tarım ve düşük maliyetli girdiye erişimden dolayı sanayi de desteklenmiş olurdu. KİT’lerin bazıları kötü yönetildiği için bolluk içinde yokluk da çekiliyordu. Örneğin üretilen çay işlenmediği için Karadeniz’e dökülürken, kentlerde çay kuyrukları olurdu. Buna rağmen 2002 yılına kadar devlet fabrika açmaya devam etti.
Bazı KİT’ler çok düşük maliyetle kurulmuştu (İskenderun Demir-Çelik gibi). Bazı KİT’ler ise sektörlerinde tekeldi (Telekom, TÜPRAŞ gibi). Bunlar kâr ediyordu. Neoklasikler bile kamu tekeli özel sektöre tercih edilmelidir derken, Türkiye özel sektör tekeli yarattı. İktisat bölümü birinci sınıf öğrencisi daha ilk dönem monopol (satıcı tekeli) ve monopsonun (alıcı tekeli) toplumsal refah kaybına neden olduğunu öğrenir. Türkiye’yi idare edenler bunu görmezlikten geldi. Sermaye sınıfı da kopyacı danışmalarının aklına uyarak bu politikalara destek verdi, bazıları da bundan nemalandı.
Sonuçta bugün az sayıda firmanın egemen olduğu (başta enerji ve madencilik sektörü olmak üzere) temel girdi piyasasındaki fiyatlar nedeniyle sanayici yüksek maliyetlerden dolayı ağlıyor. Halk ise buna ek olarak izlenen faiz ve kur politikası nedeni ile artık temel gıda mallarına bile erişmekte zorlanmakta. Halkın ağlamasının bir önemi olmadığını iktidar elde ettiği deneyimlerle anladı. Bundan dolayı da kayırılmış sektörler ve firmalara kaynak aktarılmaya devam edilirken kamu kesimi tüketim harcamaları ve SGK açıkları da artık kapatılamayacak boyutlara kadar geldi.
Özetle bu enflasyon başka. Çünkü fiyatlar, hem hükümet harcamaları hem de yaratılan özel tekeller, oligopolist piyasalar ve bunlara destek veren iktisat politikaları nedeniyle artıyor. Bu çarpık yapılanmaya hukuk, eğitim sisteminin işlevsiz hale gelmesi de eklenince istikrara erişim umudu daha da zayıflıyor. Çoğunluğu Suriyeli mülteciler ve Mart 2022 itibarıyla büyük kısmı döviz cinsinden (yüzde 66’sı) 3 trilyon 109 milyara erişen kamu borcu da (2002 sonunda borç stoku 258 milyar TL idi) krizin tuzu biberi olmakta.
Türkiye, daha önce hiç yaşamadığı bir krizin içinde. Bu krizi çözmek zaman alacağı gibi klasik ortodoks politikalarla çözmek de mümkün değil. Çözüm önerilerimiz haftaya.
Okuma Önerisi: Semih Akçomak, Ahlaksız Büyüme
Ömer Faruk Çolak, Ekonomide Masallar Gerçekler
Öner Günçavdı, Yolun Sonu