Enflasyon ve kur
Enflasyon neden düşmüyor? Olayın basit bir veçhesine anlaşılır biçimde bakalım. 2001 Krizi öncesi neler konuşuluyordu? Kurdaki artış önlenmeliydi; belki de para kurulu (currency board) gerekecekti. Olmadı, kur sabitlenebilirdi, ta ki enflasyon sıfıra düşene kadar. Ancak ödemeler dengesi krizi kaçınılmaz olurdu. Demek ki önden yüklemeli gidilmeli, baştan sert bir kur ayarlaması (devalüasyon) yapılmalı ve IMF’den çok yüklü miktarda kaynak temin edilmeliydi. Bu arada ‘yapısal reformlar’ hazırlanmalıydı ki bir daha fenersiz yakalanılmasın. Gerçekten de 1994 krizi sonrası kilit makro değişkenleri öngörmeye çalışan modeller kolayca başarı sağlıyordu çünkü mekanizma basitti. Kur artınca enflasyon ve faizler artıyordu. Nedensellik elbette bu sırayla gidiyordu ve her zaman bu sırayla gider. Kur neden artıyordu? Çünkü cari açık çok düşük olmakla beraber dev bütçe açıkları veriliyordu. Finansman yöntemi ağırlıklı olarak ‘para basmak’ olsaydı hızla hiperenflasyona yakalanırdık. Ancak ağırlıklı yöntem DİBS çıkarmaktı ve hazine tahvillerini tümden alacak birikim/sermaye yerleşiklerde olmadığı için –32 sayılı karar 1989’da bu nedenle alelacele çıkarılmıştı- yabancılar alıyordu. ‘Sıcak para’ girip çıktıkça zaten enflasyonist bir döngüye bütçe açığı yüzünden girmiş olan ekonomide kur şokları meydana geliyor, dur-kalk mekanizmasıyla 12-13 yıl heba edilmiş oluyordu. Bütçe açığını DİBS çıkararak, o kadar da para basmadan finanse etmenin sınırı vardı çünkü makro değişkenler limitte matematiksel tabirle “patlıyordu”. Limite 1999 yılında ulaşıldı ve başarısız program devreye girdi. Kötü şöhretli, Latin Amerika’da defalarca başarısız olmuş Tablita iki ek önlemle desteklendi ancak önemli bir şart olan önden yüklemeli devalüasyon yapılmadan devreye sokuldu. Yürümedi.
Sonra Derviş-IMF programı geldi. Ayrıca dünyada dolar bolluğu belirdi. 2005 yılında Türkiye’nin varlıklarına talep o boyuttaydı ki bankacılık sistemi tümden büyük Batı bankaları tarafından satın alınır mı alınmaz mı sorusu tartışılıyordu. Aynı yıllarda TL değer kazandı; konut ve araba kredileri inanılmaz bir hızla arttı. “Zenginlik hissi” yayıldı. Kısmen doğruydu çünkü IMF programı kendi mantığı doğrultusunda işe yaramıştı. Ancak büyük kısmı kurun düşük olması nedeniyle ithal malların ucuzlamasından kaynaklanan geçici bir durumdan ibaretti.
İlginç olan şu: 2008 Eylül ortası Lehman iflas ettikten sonra dahi TL aşırı değer kaybetmedi. Euro/dolar paritesindeki oynaklık etkisini bertaraf etmek için sepet kura bakalım. 2008 26 Eylül’de 1.52 olan sepet 2013 20 Eylül’de 2.33 idi. 27 Eylül’de 2.39’a çıktı ve tekrar geriledi. Son 7 yılın (84 ay) yıllık bileşik sepet kur değer kaybı yüzde 19,63; yaklaşık yüzde 20. Dönemin ortalama enflasyonu yüzde 12.5. Son 3 yıla bakarsak durum daha da vahim çünkü 2017 Eylül-2020 Eylül değer kaybı yıllık yüzde 29 seviyesinde. Oynaklık da çok yüksek; 80 aylık ortalamadan sapma olarak Brezilya’dan sonra en yüksek oynaklık söz konusu.
Bunlar bize ne söylüyor? Fazla uzağa gitmeden sadece döviz kuru geçişi-enflasyon ilişkisinden gidersek bu derece yüksek değer kaybıyla + oynaklıkla enflasyon düşebilir mi? Bir başka yan sonuç şu: Para politikası doğru yerde dursa bu derece yüksek değer kaybı olur mu? Değer kaybının bir eğilim haline gelmesinin diğer, yapısal nedenleri nelerdir? 2002 Eylül-2006 Eylül arası oynaklığın Euro/dolar paritesindeki oynaklıktan çok daha düşük ve TL’nin değer kazanmış olmasının nedenleri arasında para politikasının rolü ne kadardır? 2008 Lehman sonrası 5 yılda –kritik yıllar- sepet kur yıllık bileşik yüzde 9 civarında değer kaybederken değer kaybının son 7 yılda yüzde 20’ye son 3 yıldaysa yüzde 29’a dayanması bize ne söylüyor olabilir? Böyle bir ekonomide dolarizasyona şaşırmalı mıyız?