Enflasyon ne zaman gerileyecek?
Geçen hafta artış beklentisi 150 baz puanken Merkez Bankası’nın politika faizini 200 baz puan artırmasının bir nedeninin Aralık enflasyonunun beklentilerin üzerinde kalma ihtimali olabileceğinden bahsetmiştim. Nitekim, TÜFE 1,25 ile 0,90 olan beklentilerin bir miktar üzerinde kaldı. Açıkçası ben daha yüksek, 12 aylık manşet enflasyonu yüzde 15 seviyesine yaklaştıracak bir artış bekliyordum; artış bunun gerisinde kaldı ve 2020 enflasyonu yüzde 14,60 olarak gerçekleşmiş oldu. Ancak, enflasyon hesaplamasında daha önceki aylarda yapılmış olan “ayarlamaları” dikkate almasak bile, geçen sene vatandaşın enflasyonu resmi istatistiklerin oldukça üzerinde gerçekleşti. Bunun bir teknik sebebi ürün sepetindeki ağırlıkların 2020 Şubat başında bir önceki senenin harcama kalıpları dikkate alınarak belirlenmiş olmasıydı. Tabii ki, 2020’deki fiili harcamalar covid19 nedeniyle çok farklı oldu. (Aslında, normalde her sene harcama ağırlıklarının bir sene önceki fiili harcamalara göre değiştirilmesi doğru bir yöntem. Ancak, böyle beklenmedik harcama değişimlerinde yanlış sonuçlar çıkabiliyor. Keza, önümüzdeki ay bu sefer de 2020 harcamalarına göre ağırlıkların değiştirilmesi de doğru olmayacak, çünkü bu sene (pandemi atlatılırsa) harcama kalıpları geçen seneye göre gene değişecek.)
Enflasyon rakamlarına biraz yakından baktığımızda bu ay enflasyona en büyük etkiyi gıda fiyatlarının yaptığını görüyoruz. Gıdada bir yıllık artış da yüzde 20,61 ile genel TÜFE’nin çok üzerinde. Senelerdir gıda fiyatlarının enflasyon üzerindeki etkisinden, buna çözüm olarak da hem üretim miktarı, hem de fiyat seviyelerine yönelik olarak tarım sektörünün reformundan bahsediliyor, ama anlaşılan gidilen arpa boyu bir yol bile yok. Gıda ve genel TÜFE endeksinin son 10 yıldaki gelişimine baktığımızda gıda fiyatlarının kümülatif olarak TÜFE’nin yüzde 15 üzerinde artmış olduğunu ve bu farkın da giderek artmakta olduğunu görüyoruz. Bu aslında olmaması gereken bir anomali. Evet, bir grup ürünün fiyatları bir sene genel enflasyonun üzerinde artabilir. Ancak bu olgu 10 senedir böyle devam ediyorsa söz konusu piyasanın yapısı ve işleyişinde önemli bozukluklar olduğu su götürmez.
Enflasyonun yanısıra Türkiye’nin risk algısını yükselten geçen senenin en problemli gelişmelerinden biri de cari açıktaki anormal yükseliş idi. Her ne kadar son açıklanan Aralık ayı dış ticaret rakamları bu ay ihracatta yüzde 16, ithalatta yüzde 10 artış ve sonuçta da dış ticaret dengesinde az da olsa bir daralmaya işaret ediyorsa da, sene genelinde ticaret açığı 2018’e göre yüzde 55 artarak 48.9 milyar oldu. Bu artışta 13.3 milyar dolardan 25 milyar dolara çıkan altın ithalatının önemli bir payı var. Dünya altın ticareti istatistiklerine baktığımızda da Türkiye’nin ekonomisinin boyutlarına oranla anormal yüksek miktarda altın ithal etmekte olduğunu görüyoruz. Bu da başta “enflasyon yükselirken faiz düşürmek” şeklindeki para politikası olmak üzere uygulanan yanlış politikaların doğal bir sonucuydu.
Bugünden sonra para ve maliye politikalarının son derece koordineli yürütülmesi gerekiyor. Örneğin, bazı ürünlerde KDV ve ÖTV oranları bir miktar düşürülerek enflasyonun daha hızlı bir şekilde normalize olması sağlanabilir. Böyle bir tedbir tabii ki bütçe açığının ve dolayısıyla da kamu borçlanmasının da daha fazla artmasını beraberinde getirecek. Öte yandan, maliye politikalarının aşırı genişleyici olmaması ve bütçe açıklarının para basarak kapatılmaması da şart. Aksi takdirde, zaten ÜFE’deki artıştan da gördüğümüz gibi ciddi bir maliyet enflasyonu yaşamakta olan nihai satıcılar karşılarında ciddi bir talep görürlerse ürün fiyatlarını artırmaktan çekinmeyecekler, bu da enflasyonun tekrar kontrolden çıkmasına neden olacaktır.
Eğer para politikası sıkı tutulmaya devam eder ve yukarıda belirttiğim gibi bütçe finansmanı para basarak yapılmaz ise, Mayıs sonundan itibaren hem gerçekleşen enflasyonda, hem de beklentilerde belirgin bir düşüş görülecektir. Bu da MB’nin haziran toplantısında gevşeme yönünde ilk işaretleri vermesinin yolunu açacaktır. Böyle bir gidişat aynı zamanda senenin 2. yarısından itibaren Türkiye’nin finansallarında bir düzelmeyi de beraberinde getirebilir.