Enflasyon-faiz kıskacında işimiz zor
Biz ezeli sorunumuz olan enflasyonu konuşmaya devam ederken bir anda ABD ve dünya da enflasyonu konuşmaya başladı. ABD’de devreye girecek olan 1,9 trilyon dolarlık pandemi desteği paketinin ekonomideki canlanmayı hızlandıracağı beklentisi 10 yıl vadeli ABD tahvillerinin getirisini tırmandırmaya başlayınca bazı ünlü ekonomistler hemen enflasyon alarmı verdi. Pandemi nedeniyle ertelenmiş olan talebin de devreye girmesiyle ABD’de yaşanması beklenen talep sıçramasının enflasyonu tetikleyeceğini iddia edenler, bu gelişmenin ABD Merkez Bankası’nı (Fed) faiz artırmaya zorlayacağını, bunun da borsalarda paniğe yol açabileceğini iddia etti.
Fed Başkanı Powell ise bu olasılığı düşünmek için henüz erken olduğunu vurgulayarak faiz artışının şimdilik Fed’in gündeminde olmadığını belirtti. Ancak böyle bir tartışmanın başlamış olması bile ABD dolarının değer kazanmasına yetti ve özellikle Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin paraları dolara karşı değer kaybetmeye başladı.
Ağbal’ın enflasyonla cengi
Türkiye’deki enflasyonun dünyadakinden nasıl koptuğunu, önemli ekonomilerin pek çoğunda yıllık enflasyonun %2’nin altında kaldığı ortamda Türkiye’deki enflasyonun %15’in üzerinde seyrettiğini geçen haftaki yazımda belirtmiştim. Yazımın yayınlandığı 3 Mart günü açıklanan OECD verileri bu acıklı tabloyu bir kez daha yüzümüze çarptı. OECD verilerine göre yıllık enflasyonu %15 olan Türkiye’den sonra en yüksek enfasyona sahip olan OECD ülkesi İzlanda’da yıllık enflasyon %4.3, onu %3.5 ile Meksika ve %3.1 ile Şili izliyor. Türkiye %15 enflasyonuyla başka bir gezegenden gelip OECD’ye üye olan bir ülke gibi görünüyor. Siz istediğiniz kadar pandemi yılında bile büyüyen bir ekonomiye sahip olmakla övünün %15 enflasyonla güven veren bir ülke haline gelemiyorsunuz.
Bugün gelinen noktada, enflasyonla mücadele bir kez daha gündemde ve tokmak TCMB Başkanı Naci Ağbal’ın elinde. Ağbal yaptığı açıklamalarla, sıkı para politikasından sapma olmayacağını ve enflasyonla mücadelede zaferin ancak sabırlı bir çabayla kazanılanabileceğini vurguluyor. Ancak Ağbal’ı dikkatle izleyen finans çevreleri gibi ben de, özellikle 2017’den bu yana yaşananlardan sonra, Ağbal’a verilen desteğin kalıcı olacağına ikna olmuş değilim.
AKP’nin kaçırdığı fırsat
İkna olmuş değilim çünkü Türkiye’nin 1970’lerde başlayan kronik enflasyonla aşk-nefret ilişkisi hala sürüyor. 1980, 1994 ve 2001’de yaşanan üç büyük kriz de yetmedi bu ilişkiyi koparmaya ve sonunda 2002 yılında halkımız yeni ve farklı bir partiyi Adalet ve Kalkınma Partisi’ni(AKP) iktidara getirdi.
AKP iktidarı 2001 krizi sonrasında önemli reformlara imza atmış olan önceki yönetimden devraldığı kurumsal yapıdan yararlanarak ve IMF programını sürdürerek olumlu bir izlenim yarattı dünyada. AB ile bütünleşme yolunda atılan adımlar da bu süreci destekledi. Enflasyon 2004 yılında tek haneli rakamlara indi, TL değer kazandı. 2004 sonunda TL’den 6 sıfır atıldı, paramız kendine geldi. Türkiye ilk kez 2006 ve 2007’de 20 milyar doların üzerinde doğrudan yatırım sermayesi çekti. Kişi başına milli gelirimiz 2008’de ilk kez 10 bin doları aştı.
Türkiye’nin teknoloji ve sermaye desteği alarak ekonomisinin yapısını değiştirmesi ve kronik enflasyon bağımlılığından kurtulması için büyük bir fırsat doğmuştu. Ama iktidara sahip olanların birinci önceliği ekonomi değildi. Bugün de değil bence. Bu nedenle enflasyon-faiz-kur sarmalında Ağbal’ın işi zor görünüyor.