Enflasyon beklentileri yüksek seyrediyor
Merkez Bankası’nın finans sektörü, reel sektör ve hanehalkları ayrışmasının yapıldığı enflasyon beklentileri raporunu haftabaşı yayınlamasıyla ekonominin gidişatı ile ilgili tartışmalar bu konu üzerine yoğunlaşmış durumda. Keza, MB geçen haftaki PPK kararında da “Kurul enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışlarının öngörüler ile uyumunun dezenflasyon süreci açısından göreli öneminin arttığını vurgulamıştır” şeklinde bir ifade kullanarak konunun önemine atıfta bulunmuştu.
Raporda 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentilerinin ağustos ayında reel sektörde piyasa katılımcıları için 1,3 puan azalarak yüzde 28,7 seviyesine, reel sektör için 1,2 puan azalarak yüzde 53,8 seviyesine gerilerken, hanehalkı için 1,1 puan artarak yüzde 73,1 seviyesine yükseldiği görülüyor. (MB’nın 12 ay sonrası enflasyon tahmini ise yüzde 14 civarında!) Özellikle reel sektörün ve hanehalklarının beklentilerinde kırılması zor bir direnç olduğu ortada. Finans kesimi ise programa mutlak surette devam edilmesinin şart olduğunun farkındalığıyla (aksi takdirde altından kalkılamayacak derecede büyük bir çöküntü olacağının da bilinciyle) beklentilerinde göreceli olarak daha iyimser.
Esasen “hanehalklarının toplamının enflasyon beklentisi”nin pek de bir önemi yok. (Türkiye’de sendikalaşma oranı çok düşük, ve sendikalar da oldukça etkisiz olduğu için çalışan kesimlerin ücretlerin belirlenmesindeki gücü de sınırlı.) Önemli olan hanehalklarının çok küçük bir bölümünü temsil eden varlıklı kesimlerin beklentileri. Onların beklentileri de enflasyondan çok, döviz kurlarına odaklanmış vaziyette. Hatta öyle ki, o çevrelerde 3 hafta önce kurlar biraz kıpırdadıktan sonra en çok sorulan sorular “döviz kurları kontrolden mi çıkıyor, ne zaman TL’den dövize geri dönelim?” oldu.
Yatırımcıların varlıklarını döviz üzerinden hesaplama hassasiyetine MB’nin özellikle önem vermesi gerekiyor. (Ancak bu hassasiyet MB’yi orta vadede “trilemma” sorunları ile de karşı karşıya bırakabilir.) Yatırımcının kısa süreli de olsa döviz karşısında kayba tahammülü yok. Nitekim 5 Temmuz’da kıymetli madenler dahil toplam YP mevduatlar 169.8 milyar dolar ile en düşük seviyesine gerilerken, o tarihten beri geçen 1.5 ayda 6 milyar dolar kadar artarak 175.7 milyar dolara çıkmış bulunuyor. (Bu artışın 1.5 milyar doları altının ons fiyatındaki artıştan kaynaklanıyor.)
Reel sektörün beklentisi ise hiç iç açıcı değil, çünkü bu yüksek beklentinin enflasyon üzerinde doğrudan etkisi var. Yüksek enflasyon bekleyen üretici ürün fiyatına bu beklentinin işaret ettiği paranın zaman değerini fazlasıyla ilave ediyor. (Malın tahmini rafta kalma süresine göre fiyatını yüksek tutuyor.) Öncelikle bu beklentinin kırılması gerekiyor. Bunun için de üreticinin malını yüksek fiyattan satamayacağı (ve hatta gerekli ciroyu yapabilmek için fiyat indirimlerine gitmesi gerektiği) gerçeğini idrak etmesi gerekiyor. Bu da ancak ve ancak ekonominin ciddi şekilde soğutulmasıyla olabilecek bir şey. (Her ne kadar üretim ve kapasite kullanım rakamlarında gerileme varsa da elektrik tüketimi, dolaylı vergi tahsilatları ve enerji-altın dışı ithalat gibi pek çok diğer veri henüz net bir soğumaya da işaret etmiyor doğrusu!)
Sonuçta programın başarı şansı büyük ölçüde yerel varlıklı kesimin tasarruf kararlarında. Bu bağlamda, cari denge ve döviz dengesi açısından yabancı kısa vadeli yatırımcıların hareketi çok önemli değil. Onlar kısa vadede (mümkünse kaldıraçlı olarak) TL varlıklara yatırım yapmayı, ve kendileri için uygun gördükleri kârlılıklara ulaştıklarında da bu piyasadan çıkmayı hedefliyorlar. Eğer, reel faiz politikası devam ettirilirse, bunların bir kısmı girerken bir kısmı çıkar, bu da piyasada zaman zaman gördüğümüz gibi küçük dalgalanmalar yaratır. Bunlara takılmayalım, bu işin doğası gereği.
Haftaya da yüksek enflasyonist beklentilerin kırılmasını bu kadar zorlaştıran faktörlerin neler olduğunu daha detaylı tartışmak isterim.