Enflasyon artarken krediler kısılabilir mi?
Dün açıklanan enflasyon verilerine göre temmuz ayı itibariyle TÜFE yüzde 80 oranına gelmiş bulunuyor. (2 gün önce açıklanan İTO İstanbul geçinme endeksi ise yüzde 99’u geçerek 1998 yılından beri en yüksek seviyesini görmüştü.) TÜFE ile yurtiçi üretici fiyatları arasındaki makas ise 65 puana yükselmiş durumda. Bu artan makas eğer ekonomik aktivitede kısa vadede anormal bir daralma görülmez ise önümüzdeki aylarda da TÜFE’nin yüksek kalacağının da bir işareti olarak görülebilir. Geçen sene ağustos-eylül-ekim aylarında TÜFE yüzde 2 civarlarında seyretmişti. (TÜFE ile yi-ÜFE arasındaki fark ise 25 puan kadardı.) Bu sene önümüzdeki 3 ayda bu rakamların oldukça üzerinde bir TÜFE görme ihtimalimiz çok yüksek. Bu da resmi enflasyon oranını yüzde 90’lara yaklaştıracaktır.
Enflasyonu körükleyen 2 olgudan bahsedebiliriz. Birincisi kurların yüksek seyrediyor olması. İkincisi ise ücret artışları ve düşük (daha doğrusu çok yüksek negatif) faizli krediler sayesinde ekonomik aktivitenin enflasyonu kontrol altında tutacak seviyeye geri çekilememesi. Esasında hükümet kanadı da bunun farkında. Son bir aydır uygulanan bazı makro ihtiyati tedbirler sayesinde kredi faiz oranları artarken kredi hacmindeki artış da bir miktar yavaşlamış bulunuyor. Ancak bu tedbirler ne kadar yeterli, yeterli değilse de ekonominin içinde bulunduğu dinamikler dikkate alındığında topyekûn bir iktisadi daralmaya gitmeden daha fazla sıkılaştırma ne kadar mümkün olabilir, ciddi bir tartışma konusu.
Öncelikle, faizlerde meydana gelen artışın manşet enflasyonun hala çok gerisinde olduğu, bu nedenle de yeteri kadar sıkılaştırıcı olmadığı söylenebilir. Ticari kredi faizleri Nisan ayında 20’ler seviyesindeydi, bugün ise 30’larda. İlk bakışta bunun önemli bir sıkılaştırma olduğu iddia edilebilir. Ancak unutmayalım ki, Nisan’da enflasyon yüzde 70 idi, bugün ise yüzde 80. Reel olarak bakıldığında faiz oranlarında bir değişiklik yok. Kredi artış hacminde de son 1.5 ayda bir durulma olduğu söylenebilir. Son yıllarda kredi hacmi artışında kamu bankalarının daha ön planda olduğundan hareketle, son dönemde artışlardaki bu durulmanın da ağırlıklı olarak kamu bankalarının inisiyatifiyle olması doğal. Ancak son bir yıldaki enflasyon gelişimine bakarsak (ki şirketler açısından yüzde 145’lik yi-ÜFE rakamı daha önemli), aynı süre zarfında ticari kredilerde görülen yüzde 67 oranındaki artışın şirketlerin anormal derecede artmış bulunan işletme sermayeleri ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olup olmadığı tartışılır.
Öte yandan hükümet kanadının verilen kredilerin kısmen döviz talebini artırdığı, onun da döviz arzının kısıtlı olduğu bir konjonktürde kurlar üzerinde baskı yaptığı şeklinde bir görüşü de var. Ancak bu görüş doğru olsa bile (ki mutlaka bir doğruluk payı var) kredi kısıtlaması ve tayınlaması yoluyla kredi artışının yavaşlatılması enflasyona paralel olarak artmakta olan ticari kredi talebi karşısında piyasada hiç de istenmeyen dengesizlikler yaratabilir. Şu bir gerçek ki, kısa bir süre için ortodoks politikalar dışında bir ekonomi politikası izlemenin siyasi bir mantığı olsa bile, süre uzadıkça ekonomik dengeleri piyasa içi (ve dışı) müdahalelerle sağlamak gittikçe zorlaşmakta.