Ekonomiye dikbaşlılık sökmez
Bu hafta küresel ekonominin lokomotif ülkeleri faiz kararı verecek. Türkiye küresel ekonomide karar verici değil fakat TCMB de bu hafta yeni politika faiz oranını belirleyecek. Faiz kararı bizim dışımızdaki ülkelerde gerçekleşen ve beklenen enflasyon oranı ile büyüme oranına göre belirlenmekte. Türkiye’de TCMB bağımsızlığını yitirdiği için, faiz oranını ekonomideki gerçekleşmelere göre belirleme gücü de yok. TCMB Para Politikası Kurulu, kendisine tebliğ edilen faiz oranını kurul toplantısı sonrası sadece ilan etmekle görevli. Bu haftaki toplantı sonrasında TCMB’nin faiz oranının 1 puan düşüreceği beklenmekte.
Beklenti böyle olunca döviz kuru da yükselmeye devam ediyor. Faiz oranına karşı TCMB’yi böyle davranmaya zorlayan iradenin faiz oranına bakışı yanlış olduğu için Türkiye de kaçamaz olduğu krizi olması gerekenden daha derin yaşamakta. Faiz oranı tasarruf, tüketim ve likidite tercihiyle ilişkilidir. Eğer para talebine parasalcı bakış açısıyla bakıyorsanız (ki bu dönemde böyle bakmak doğru) parayı elde tutmanın maliyeti para talebini etkilemekte. Paranın maliyeti enflasyon oranıdır. Eğer ulusal paranızın maliyeti %21 (TÜİK’in enflasyon oranı) ise halkın da, spekülatörün de, iş insanın da TL tutması için Merkez Bankası bu maliyeti karşılayan bir faiz oranını piyasalara, bankalar da tasarruf sahibine vermek zorunda. Mevcut durumda buna hayır deniyor.
Tavşan kaç tazı tut
Hal böyle olunca tasarruf sahibi TL cinsinden parasını dövize, dayanıklı tüketim malına, gayrimenkule yatırıyor ki paranın maliyetinden (enflasyondan) kurtulabilsin. Spekülatör de aynısını yapıyor. Üstelik TCMB’yi savunmasız gördüğü için kur oynaklığını kullanarak al sat yapıyor, böylece kârını ençoklaştırmaya çalışıyor. Sıradan esnaf da sattığı malı aynı fiyattan yerini koyamadığı için o da kendi çapında stok yaparak daha fazla kazanmaya çalışıyor. Yaşananlar ne ülkemiz için ne de bizim gibi istikrarsız ülkeler için yeni değil. Altmışlı, ellili yaşını sürenler hatırlar, yetmişler de, seksenlerde biz de daha evlenmeden taksitle buzdolabı alarak kendimizi enflasyona karşı korumak isterdik (1989 yılına kadar serbestçe döviz alamazdık). Özetle enflasyonist ortamda reel faiz negatif ise ulusal paradan kaçılır. Paranın dolanım hızı artar, enflasyon daha da hızlanır. Yani tavşan kaç tazı tut pozisyonuna gelinir.
Bu paradoksal gidişatı kısa dönem için çözmenin tek yolu ulusal parayı tutana reel pozitif faiz vermektir. Sonraki atacağınız adımlarla da kısa süreli çözümü daha uzun döneme yayarsınız. Yapısal önlemler ise sorunu çözer.
Olmaz ya yine de yazalım
Hükümet mevcut kısır döngüyü kırmak istiyorsa, artık faiz oranını yükseltmek de piyasalara ve halka yeterli güveni veremeyeceği için, onlara yeni bir istikrar çıpası gerekmekte. Kullanılabilecek iki çıpa var:
Birinci çıpa, IMF gitmek
Hemen yarın IMF’ye gidip stand-by anlaşması yapmak. Hükümet, IMF’ye gideceğini duyurduğu anda döviz kuru hızla aşağıya salınır. Sonrasında istikrar programı gelir. Bu durumda elbette IMF’ye şu sözler verilecek; “Dövizle köprü, saray, hastane yaptırmaktan vazgeçiyoruz, valilerimiz, banka yardımcılarımız lüks araçlarından vazgeçecek; yolsuzluğu engellemek için Sayıştay’ı güçlendireceğiz; TCMB’nin bağımsızlığını geri vereceğiz; hukuk devletini kuracağız” vb.
İkinci çıpa AB
Türkiye’nin 2001 sonrası yakaladığı istikrarda AB’ye tam üyelik görüşmelerine başlaması önemli bir belirleyiciydi. 2011’de Suriyelileri AB’ye tercih etmesi büyük hataydı. İkinci hata da elbette 2017 yılındaki Anayasa değişikliğiyle otoriter (başkanlık) rejime geçmesi oldu.
Uzun vadeli istikrar için Türkiye açıkça şunu açıklamalı: AB, tam üyeliğimiz kabul etse de, etmese de Türkiye hukuki, iktisadi alanda tümüyle AB kriterlerini uygulayacak.
Elbette AB’ye uyum kolay değil.
Muhalefetin bile gömlek değiştirmesi gerekir. Olur mu? Neden olmasın.
Okuma Önerisi: İktisat ve Toplum Dergisi, Aralık 2021 sayısı.