Ekonomiye bir günlük ara

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

✔ Ağaç ateşe sitem etmiş, "Beni niye yakıyorsun" diye. Ateş, "Benim fıtratımda var yakmak" demiş ve eklemiş: "Beni zaptedemeyenleri, söndüremeyenleri suçla!"

1 Ağustos Pazar günü öğle saatleri. Dikimevi yakınlarındaki Ankara Hastanesi’ne gidiyorum. Hastaneye çok yaklaştım, telefonum çaldı, baktım rehberimde kayıtlı olmayan bir numara. Araç kullanırken telefonla acil bir durum olduğunu hissedersem çok nadiren ve çok kısa konuşurum, o yüzden numara kayıtlı olmayınca açmadım bile. Ardından diğer telefonum çaldı, aynı numara arıyor, yine açmadım. O sırada da pazar olmasının avantajıyla yol kenarında uygun bir park yeri bulup durdum. Telefon yine çaldı, bu kez açtım.

- Alaattin Bey mi?

- Evet.

- Aracınızı oraya park edemezsiniz!

Karşımda aklı sıra otoriter bir ses tonu takınmaya çalışan biri vardı.

Sanki biri beni uydudan takip ediyor ve daha park etmeden uyarmak için aramaya başlıyor, durur durmaz da oraya park edemeyeceğimi söylüyordu. Öyle bir acele vardı ki, aramaların saatine bakar mısınız; 11.49, 11.50 ve yine 11.50!

- Anlamadım, niye park edemeyeceğim, hem siz kimsiniz ki?

- Otele giriş çıkışları kapatıyorsunuz, eğer aracınızı oradan kaldırmazsanız çektirilecek, bilginiz olsun.

- Ne otelinden söz ediyorsunuz siz, burada otel filan yok.

- Sizin arabanızın plakası şu şu değil mi?

- O oğlumun arabası, hem siz nereden arıyorsunuz?

- Filanca tatil yöresinden.

- Tamam ben oğluma haber veririm, kaldırır arabayı oradan, ama herhangi bir giriş çıkış noktasına park ettiğini de sanmıyorum.

Oğluma telefon ettim, arabasını yanlış bir yere park edip etmediğini sordum, “Hayır” dedi, durumu özetleyip yine de arabasını oradan kaldırmasının iyi olacağını söyledim ve sonra beni aramasını istedim.

Bir otelin ya da turizm bürosunun önündeki yaya kaldırımına herkes gibi park etmiş oğlum da. Ama oraya gelen ya da gidenler olacakmış, kendi araçları yanaşacakmış, o yüzden arabasını kaldırmasını istemişler.

Araba oğlumun ama ruhsat benim adıma. Belli ki o yüzden beni aramışlar. İyi de bir otel ya da turizm bürosu, plakadan ismime, ismimden telefon numaralarıma nasıl ulaşabilir ki? Merak ettim ve bu “istihbarat derinliği” canımı da sıkmadı değil.

Hastaneye girmeden önce beni arayan numarayı çaldırdım.

- İyi günler orası hangi otel?

- Burası otel değil, filanca jandarma komutanlığı.

- Yani yanlış yere park ettiğini düşündüğünüz bir araba için plakadan isme, isimden telefonlara ulaşıp yana döne beni arayan siz miydiniz?

- Evet ben aradım.

- Siz ne hakla yanlışlığı bile tartışılacak bir araba parkı yüzünden telefonlarıma ulaşır ve beni arayabilirsiniz!

- Ben jandarma komutanıyım!

Tatil yöresinde ya da kırsal kesimde astığı astık tavrına her zaman el pençe divan durulmuş biri vardı karşımda. Bu küstah tavır canımı sıktı.

“Sen oranın jandarma komutanı değil, istersen çok daha rütbeli biri ol, umurumda değilsin” dedim ve kapattım telefonu.

Jandarma otopark bekçisi midir?

Siz Ankara’da, İstanbul’da ya da başka bir yerde çok kötü bir yere park edin. Park cezası yersiniz, en fazla aracınız çekilir. Ben plakadan isme, isimden telefona ulaşıldığına ilk kez tanık oluyorum. Bu yetki yalnızca jandarmada mı var yani!

Hadi diyelim jandarmaya böyle bir yetki verilmiş. El insaf; turistik yörelerimiz, ormanlarımız günlerdir yanıyor, kül oluyor. Ama Ankara’ya yüzlerce kilometre uzakta Ege yöresinde bir yerde bir jandarma komutanı kendisine yanlış park ihbarında bulunulduğu için beni buluyor ve üst perdeden uyarmaya çalışıyor.

Başını pencereden uzatsa herhalde ormanların yandığını görebilecek durumdayken...

Ne görev aşkı ama!

Ne görevlendirme ama!

ORMANLAR VATAN DEĞİL Mİ, ONLARIN DA SAVUNULMASI GEREKMİYOR MU?

Askerliğimi yıllar önce dört ay süreli kısa dönem olarak Antalya’da yaptım. Paralı değildi onu belirteyim. Askerliği gelmiş üniversite mezunlarında bir fazlalık oluşmuştu ve bu fazlalığı eritmek için dört aylık kısa dönem uygulamalarına gidilmişti.

Antalya’da yaz güneşi altında dört ay boyunca adeta sabahtan akşama yürümek dışında bir eğitim(!) almadık. Düşünüyorum da yaşları genellikle 25-30 arası sadece benim bulunduğum yerde 500 kadar hazır güç. O dönem Antalya’da bir yangın söz konusu olsa elde insan gücü var, ama bu konudaki eğitim sıfır!

Bu söylediğim yıllar önceydi, şimdi durum farklı mıdır; bilmiyorum ama doğrusu pek sanmıyorum.

★★★

Hadi Türk Hava Kurumu’nu adeta yok ettiniz...

Hadi makam uçağı ve aracı almaya gösterdiğiniz özeni felaket anında kullanılacak araçlar için göstermeyi hiç mi hiç düşünmediniz...

Peki diyelim ki dünyada hiçbir ülke bu boyutta bir yangın felaketiyle baş edebilecek uçak, helikopter ve ekipmana tek başına sahip olamaz...

İyi de biz yabancı ülkelerin yardım taleplerini "Bizi zayıf gösterir” diye geri çevirmedik mi? Azerbaycan’dan gelen yardım bizi zayıf göstermiyor da başka ülkelerin yardımıyla mı zafiyetimiz ortaya çıkacak?

★★★

Devlet paraya ihtiyaç duyduğunda İBAN verebiliyor. Kaldı ki o parayı banknot matbaasını çalıştırıp enflasyon pahasına bir günde yaratmak mümkün. Ama parayı verip bir günde ne onlarca uçak temin edebilirsiniz, ne de o güzelim ormanları yerine koyabilirsiniz. Hele hele can kayıpları; insanlar ve o gariban hayvanlar...

Elde koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun olanakları var. Hiç olmazsa tatil yörelerinde konuşlu askerlere biraz yangınla mücadele eğitimi verilip gerektiğinde bunların katkısından yararlanılamaz mı?

Türk askerinin, birilerinin adeta otopark bekçiliğini yapmaktan çok daha önemli görevleri olduğunu herhalde kimse tartışamaz...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar