Ekonomimizin geleceği güvencede mi?

Osman ULAGAY
Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Türkiye ekonomisinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güdümünde sürdürülen seçime odaklı keyfi politikalarla 5 yıl kaybettikten sonra Sayın Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında “rasyonel” (akılcı) politikalara yönelmesi 2024 yılı için daha iyimser tahminler yapılmasına olanak verdi. Akılcı politikalara geri dönme vaadiyle bu görevi kabul eden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dış dünyada mekik dokuyarak Türkiye’nin nihayet doğru yola girdiğini piyasalara anlatması da Türkiye’nin dış kaynak ihtiyacını karşılama yolunda olumlu adımlar atmasını sağladı.

Şimdi gelinen noktada gündemde yeni bir seçim de olmadığına göre, Türkiye’nin bu yolu izlemeye devam ederek kabul edilebilir bir ekonomik büyüme temposu yakalaması da beklenebilir. Ancak bu gelişmelere bakarak ülkenin ve ekonominin temel sorunlarının çözüldüğünü ve geleceğin parlak olduğunu düşünmemek gerekiyor.

Parası para olmaktan çıkan ülke

Ekonomideki göreceli iyileşmenin Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını çözdüğünü söylemek olanaksız.

Türkiye halen dünyanın en yüksek enflasyona sahip üçüncü ülkesi ve yıllık enflasyon oranını 1970’lerden beri yalnızca 2002-2007 döneminde tek haneli rakamlara indirilebilmiş bir ülke. Bu oranın son yıllarda yeniden üç haneli rakamlara yaklaştığını da unutmamak gerekiyor.

Bu süreç Türk Lirası’nın paranın tüm işlevlerini yerine getiren bir para olmaktan çıkmasına yol açtı. Türk lirası bugün paranın dört temel işlevinden yalnızca birini, “mübadele aracı” olma işlevini sürdürmektedir. Ancak TL, paranın diğer işlevlerini gereğince yerine getiremediği için TL karşılığı yapılan işlemler, alım satımlar satıcı ile alıcı arasında bir pazarlığa dönüşmektedir. Bu ortamda 5 lira ve 10 liralık banknotlardan sonra 50 liralık banknot da ancak bahşiş parası olarak kabul görmektedir. Bunu önlemeden enflasyonu istenen düzeye indirmek olanaksızdır.

Fiyatı pazarlık belirliyor

Bir ülke parasının sahip olması gereken ikinci temel özellik, genel kabul gören bir “değer ölçüsü” olarak kullanılmasıdır. Türk lirasının ABD doları ve Euro gibi paralar karşısında en fazla değer kaybeden paralardan biri olması, bu işlevini yerine getirmesini de zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin dünyada nüfus başına en çok döviz bürosu bulunan ülkelerden biri olduğunu ve yerel nüfusun döviz kullanma alışkanlığının rekor düzeyde olduğunu da biliyoruz. Türkiye’nin hane halkının talebinin de katkısıyla altın ithalatının son yıllarda rekorlar kırdığını da unutmamak gerekiyor.

Hukuksuzluğun kol gezdiği ülke

Türkiye’nin hukuk sistemine duyulan güvenin dip noktada bulunduğu da ne yazık ki bütün dünyanın bildiği bir gerçek. Bu temel sorun aşılmadan Türkiye ekonomisinin rekor düzeyde yatırım sermayesi çekmesinin ve rekabet gücünün artmasının olanaksız olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.

Bütün bunların yanı sıra dünyadaki tehditkâr gelişmelerin Türkiye’ye yapabileceği yansımaları da unutmamak gerekiyor.

Dünyadan yansıyan riskler

Dünyada yaşanmakta olan jeopolitik gelişmelerin kazandığı yeni boyutların dünya ekonomisini çok boyutlu olarak etkilemesi de kaçınılmaz görünüyor. Dünya iş çevrelerinin yakından izlediği Financial Times ve The Economist gibi yayın organları, İsrail’in Ortadoğu’daki azgınlığının yaratacağı sorunların ötesinde, Çin ile ABD arasında yaşanabilecek çok boyutlu bir hesaplaşmanın çok daha vahim gelişmelere yol açabileceğini yazıp duruyor son zamanlarda.

Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin “ekonomi rayına oturdu, her şey yolunda” havasına girmesinin ciddiye alınamayacağını gösteriyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar