Ekonomimiz doğru yolda mı?
Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, bir grup ekonomi gazetecisinin katıldığı bir toplantıda Türkiye ekonomisinin bugün gelinen noktadaki durumunu değerlendiren bir konuşma yapmış. Bu toplantıda bulunan gazetemizin Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ, herhalde kayda değer bulduğu bu konuşmanın ayrıntılı haberini yazdı Pazartesi günkü Dünya’da.
Adnan Bali yaptığı konuşmada her hangi bir ülkede ekonominin temel sermayesinin “güven” olduğunu vurguladıktan sonra Türkiye ekonomisinin temel sorununu şöyle özetlemiş: “Türkiye, petrol gibi doğal kaynağı, yeterli sermayesi, tasarruf fazlası olmayan bir ülke olduğu için dış kaynak kullanmak zorunda. Dış kaynak kullanabilmek için de güven duyulan bir ülke olunması gerekiyor. Güven sarsıldığında ise problem çıkıyor. Güvenin kaynağı da basit aslında: serbest piyasaya ve hukuka bağlılık.”
Adnan Bali, kasım ayındaki görev değişikliğinden sonra Türkiye ekonomisinin yönetimini devralan Naci Ağbal ve Lütfi Elvan’ın özel sektörle ve akademik çevrelerle yaptığı yoğun temasların olumlu etkilerini vurguluyor ve şimdi izlenmekte olan çizginin sürdürülmesi halinde Türkiye’de işlerin düzelebileceği umudunu dile getiriyor. Ancak şu önemli notu eklemek gereğini de duyuyor: “Piyasa şu anda bu gelişmeleri olumlu alıyor ama iskontolu olumlu alıyor çünkü ne kadar tatbik kabiliyeti olabilir, onu görmek istiyor.”
Üç yılı nasıl harcadık?
Adnan Bali ihtiyatlı konuşma ihtiyacını duyarken şu önemli saptamayı da yapıyor: “Serbest piyasanın ilkelerine ve dinamiğine sonuna kadar bağlı kalmak önemli. Kısa dönemde arzu ettiğiniz sonuçları hemen vermiyor diye biraz meşakkatli olabilecek bu yoldan vazgeçmenin farklı sonuçları olur. Bazen farklı uygulamaların kısa sürede sonuç verebilir olması ilk bakışta pratik gelebilir ama bu kalıcı olamaz. Daha kötüsü tahrip edicidir.”
Bu önemli bir saptama çünkü Türkiye ekonomisi üç yıldır işte bu tür farklı uygulamaların yarattığı tahribatın sonuçlarını yaşıyor. 2017 yılının kasım ayında, o tarihte Ekonomi Bakanı olan Nihat Zeybek bir konuşma yapmış ve Türkiye ekonomisinin dünyada en hızlı büyüyen ekonomi olacağı müjdesini vermişti. Ben de 15 Kasım 2017’de bu köşede yer alan yazımda, dış kaynak bulmadan böyle bir hedefe odaklanmanın ve bayram etmenin doğru olmadığını belirtmiştim.
Sonra yaşananları unutmuş değiliz. Kamu bankalarının başını çektiği kredi bombardımanıyla ekonomiyi canlandırma çabalarını, faizleri düşürerek enflasyonu düşüreceğini iddia eden sayın büyüğümüzün Londra’da finans çevrelerine kendi faiz teorisini anlatmasını, TC Merkez Bankası’nın ve Türkiye’nin bu çevrelerdeki itibarı yerlerde sürünürken Türk lirasının da aynı akibete uğradığını hatırlıyoruz. Evet Türkiye 2017 yılında en hızlı büyüyen ekonomilerden biri oldu ama 2018’de ve 2019’da bunun bedelini ağır ödedi.
Berat Bey ve sonrası
2018 yılında kurtarıcı olarak geniş yetkilerle ekonominin yönetimine getirilen Berat Albayrak döneminde de temelde aynı anlayışla yola devam edildi. Her şeyin yolunda olduğu algısı yaratıldı. OECD’nin son açıkladığı veriler, Türkiye’nin pandemi yılı olan 2020’nin ilk üç çeyreğinde 2019’un aynı dönemine göre en yüksek büyüme hızına erişen G-20 ülkesi olduğunu, Çin’i bile geride bıraktığını gösteriyor. Ancak OECD bunun kalıcı olamayacağını vurgulayarak Türkiye’de geçen ay işbaşına gelen yeni ekonomi yönetiminin ekonomide istikrarı sağlayacak adımları atarak iş dünyasının ve uluslararası finans çevrelerinin güvenini kazanabileceğini ve kalıcı büyümeyi sağlayabileceğini belirtiyor.