Ekonomik büyümenin gerçek yüzü ve dalgalı kur

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Uğurcan Özses - Maliye Bakanlığı Eski Baş Hesap Uzmanı

Günlük ekonomik sohbetlerde kullanıldığı biçimiyle “büyüme” bir ülkede belli bir dönemde gayri safi yurt içi hasılada, yani mal ve hizmet üretiminde önceki döneme göre meydana gelen artıştır. Bu çerçevede büyüme kavramının bir ülkede belli bir dönemde önceki döneme göre “refah” seviyesindeki artışı ifade ettiği açıktır.

Büyümenin hesaplanmasında “üretim miktarı”, “gelir seviyesi” veya “harcama tutarları”nı esas alan yöntemler “kapalı ekonomi modelleri” için gerçekçi sonuçlara ulaşabilmekte ve büyük ölçüde doğruluk payı taşımaktadır.

Oysa, ihracat ve ithalat işlemleri bulunmayan, globalleşmenin getirdiği sermaye hareketlerinin söz konusu olmadığı, Keynesyen para teorisinin dahi ana varsayımlarından birisini oluşturan “kapalı ekonomi modeli’’ zamanımızda geçerliliğini tamamen yitirmiştir. Bu durum yukarıda sayılan yöntemler ile büyüme oranının saptanmasını fevkalade karmaşık uygulaması zor bir hale getirmiştir.

Bu yöntemlerin içinde en başta geleni, “üretim miktarı”nın esasa alındığı büyüme modelidir. Bu model de tamamen yurtiçi üretim unsurları (emek, doğa, girişim, sermaye) kullanılarak gerçekleşen üretim miktarlarının hesaplanması söz konusu olacaktır.

Yukarıda yapılan varsayım gereği yurt içi üretim sürecine, yurt dışı üretim unsurları ile üretilen ürünler yani ithal ara mallar dahil edilmediği için, büyüme konusunda elde edilecek hesaplamalar en doğru sonuçları verecektir.

Buna karşılık dışa açık bir ekonomide, üretim sürecinin her aşamasına yurt dışı üretim unsurlarıyla gerçekleşen yani ithal edilen ara mallar da girebilecektir. Bu durumda her ne kadar nihai ürün yurt içi üretim gibi görünse dahi bünyesinde enerjiden hammaddeye, yüksek teknoloji içeren makinaların amortismanından, royalitiye kadar her türlü yurt dışı üretim unsurlarının katkısı bulunabilecektir. Üstelik bu katkılar ağaç dalları gibi kendi içlerinde birleşerek gövdeye yani nihai malın üretim sürecine katıldıkları için gözlenebilmeleri her bir ara malın üretim sürecinin ayrıntılı bir biçimde analizi ile mümkündür.

Konunun iyice anlaşılabilmesi için klasik hale gelen ekmek üretimini örnek olarak vermek mümkündür. Bir ülkede, sadece buğday yetiştirildiğini, üretim süreçlerinin fırında ekmek yapılmasıyla son bulduğunu ve bu ülkenin de dışa kapalı olduğunu varsayalım;

Bu durumda, başta nihai ürün niteliğindeki ekmek olmak üzere üretim sürecinde kısmen nihai ürün olan un ve buğday miktarlarının ağırlıklı ortalamalarında, önceki döneme göre bir artış olması halinde, bir büyüme den bahsetmenin mümkün olabileceği açıktır.

Ancak, bu kapalı ekonominin dışa açılması halinde ekmeğin üretim süreci sırasında yurt içi üretim unsurları kullanılarak üretilen ara mallarla birlikte yurt dışından ithal edilen un, buğday, katkı malzemeleri, enerji vb. gibi ara malları da kullanılacaktır.

Eğer yurt dışından giren bu ara malların bedeli, yurt içinde üretimi yapılan ürünlerin ihracı ile karşılanıyorsa yani ülkede cari açık yoksa dolayısıyla ödemeler dengesi (0) ise, yukarıda anlatılan “kapalı ekonomi” koşulları bu örnek için de geçerlidir.

Sorun “dış ödemeler dengesi” açığının bulunması halinde ortaya çıkar. Bu durumda açık verilen miktar kadar yurtdışına borçlanılmış olunacak ve yurt içi üretim unsurlarıyla yapılan üretimlerin yarattığı mevcut refah seviyesi üzerine, borçla karşılanan ithal ara mallarının tüketilmesi nedeniyle göreceli bir refah seviyesi eklenecektir.

Yurtdışı kaynaklı bu ürünlerin “nihai mal” yani doğrudan tüketiciye ulaşan ürünler olması halinde yurt içinde üretilmedikleri için ekonomik büyümenin tanımı gereği, büyüme hesaplarına girmesi beklenemez.

Ancak sorun, nihai mal niteliğinde olmayan ve üretim sürecine çeşitli aşamalarında katılan “ara malı” niteliğindeki ithal ürünlerden doğmaktadır. Bu durum nihai malların üretim miktarlarını esas alan “büyüme” modelini son derece karmaşık karmaşık bir hale getirmektedir.

Konunun iyi anlaşılabilmesi, üretim süreçlerinin doğru bir şekilde analiz edilerek, muhasebe tekniği yardımıyla açıklanmasını gerektirmektedir.

Üretim süreçleri ilke olarak doğanın kullanımı ile başlar. Gerek yer altı gerekse yer üstü kaynakların değeri diğer üretim unsurları devreye girene kadar (0)dır. Başta emek olmak üzere sermaye ve girişiminin de işin içine girmesiyle üretim süreci başlar.

Bu süreç, yer altından maden çıkarmak ya da toprağı işleme, doğal yetişen bazı ürünleri toplama vb. faaliyetleriyle başlar. Bu durumda sürecin her aşaması yeni girdiler yani ara mallarla aşama aşama nihai ürüne katılır. Ekmek üretimi için arazi işlenir, buğday ekilir, toplanır, sapları ayırmak için ezilir ve savrulur sonra değirmene taşınır ve öğütülür. Bu aşamada çuvallanıp fırınlara ulaştırılan un katkı maddeleri ile bileştirilip gerekli enerji sağlanarak pişirilir ve ekmek olarak tüketime sunulur.

Doğadan başlayan üretim süreci bu işlemleri içeren aşamalardan geçerken yukarıda açıklandığı gibi dışa açık ekonomilerde yurt dışı kaynaklı ara mallar da sürece girebilecektir.

İşte cari açığı olan bir ülkede nihai ürün niteliğindeki ekmek yurt içinde üretilmiş gibi görünmesine karşın, ekmeğin bünyesine yurt dışında üretilen ürünlerde dahil olacaktır.

Bu durumun üretim yöntemiyle büyüme hesapları üzerindeki etkisini görebilmek için muhasebe tekniğinden yararlanabiliriz. Burada bilançonun aktifinde yani ‘’varlıklar’’ kısmında, bir yılda yurt içinde üretilen nihai ürünler yer alırken, pasifte yani ‘’kaynaklar’’ tarafında bu nihai ürünler için kullanılan yabancı kaynaklar yani cari açığı oluşturan ve yurtdışı üretim unsurlarını ihtiva eden ithal ara mallar ve yurt içi üretim unsurlarının ürettiği ara mallar yani özkaynak yer alır.

Bilançonun pasif hesaplardaki kaynaklar kısmı nazara alınmadan sadece varlıklar kısmına bakılarak bir önceki yıl ile yapılacak mukayesede, bir artış bulunsa dahi tıpkı işletme bilançolarında olduğu gibi bu durum ülkenin büyümesi anlamına gelmeyecektir.

Büyümenin olup olmadığının gerçek ölçüsü yurt içi üretim unsurlarının ekonomide yarattıkları katma değerin artıp artmadığının hesabına bağlıdır. Buda mevcut aktif değerler toplamından yurt dışı üretim unsurları tarafından yaratılan değerleri yani yabancı kaynakları çıkararak bulunur.

Bu durumda gerçek büyüme cari açıkla elde edilen yurt dışı üretim unsurlarının etkisinden arındırılmış, sadece ülke içi üretim unsurlarının yarattığı katma değerlerin toplamıdır.

Oysa ekonomideki bu çok karmaşık üretim süreçlerinde mecburen nihai üretimi esas alan ve yurt dışı üretim unsurlarının yani ithalatın katma değerlerini de içeren nihai ürün miktarları dönemsel kıyaslamalara konu edilmektedir. Böylece cari açık nedeniyle oluşan borçla yapılan ara malları ithalatıyla ortaya çıkan ilave refah seviyesi büyüme olarak kayıtlara geçmektedir.

Nitekim ülkemizin geçmiş dönem verilerine göz atılması halinde cari açığın arttığı yıllarda büyümenin de hızlandığı görülecektir. Söz gelimi 2011 yılında büyüme %11,1 ile rekor kırar iken cari açıta 75 milyar dolar ile rekor kırmıştır. Yine 2013 yılında cari açık 65 milyar doları bulurken büyüme %8,5 gibi yüksek bir oranda gerçekleşmiştir. Yıllar itibariyle cari açıkla büyüme arasındaki ilişkiye bakıldığında sene sonu itibariyle stok devirlerinin etkisi de göz önüne alınırsa büyüme ve car açık ilişkisi paralel biçimde gitmektedir.

Ayrıca yurtdışından ithal edilen ve yurtiçindeki üretim sürecine girmeyen nihai mallar da söz konusu cari açığın içinde yer almaktadır.

Kısaca hesaplamada bilançonun mevcutlar içinde gizlenen ithal yurt dışı ara malların katkısı da, büyümenin hesabına girmektedir.

Bu durumda ortaya çıkan büyümenin gerçeği ifade etmekten çok uzak olduğu açıktır. Özellikle Ülke’ de döviz fiyatlarının düşük yani yerli para biriminin değerli olduğu hallerde nihai ürünün icabında %99 oranındaki kısmi yurt dışından gelmesine rağmen sırf bitim işleri (parçaların toplanıp vidalarının sıkılması gibi) yurt içinde yapıldığı için yurtiçi üretim olarak hesaplara geçer.

Gerçekte cari açık veren bir ülkede bu durum başta emek olmak üzere yurtiçi üretim unsurlarının kullanıldığı ürünlerin yerine borçlanarak yurtdışı üretim unsurlarının gerçekleştirdiği ara malları kullanmak ülkenin refah seviyesinin geçici artırarak, kıt kaynaklarını yabancı ülke üretim unsurlarına aktarmak demektedir. Bu durum her ne kadar bazı görüşlerce “borç ile büyüme” olarak niteleniyorsa da yukarıda yaptığımız açıklamalar çerçevesinde sorunun sürekli hale gelmesi ve gittikçe daha çok borca ihtiyaç duyulması safhasında artık bir borçla büyümeden bahsedilemeyeceği açıktır.

Aynı iş hayatında olduğu gibi öz kaynakları artırarak büyümek, yani “kar” etmek yerine, devamlı kredi kullanarak varlığını sürdürmeye çalışan işletmeler nasıl gittikçe ağırlaşan faiz yükü ve temini güçleşen kredi imkanlarıyla karşılaşırlarsa aynı durum bu stratejiyi uygulayan ülkeler için de geçerlidir. 2000 li yılların başında 115 milyar dolar olan dış borcu 430 milyar dolarlara getiren Ülkemizde sınırları zorlamaktadır.

Gerçekte işletmelerde olduğu gibi doğru borçlanarak bu tutarı bir kaldıraç olarak kullanmak tabi ki savulmayacak bir husus değildir. Bunun için borcun kendisi değil olumlu etkisinin özkaynağa yani gerçek büyümeye yansıması gerekir. Üretimin arttırılması için enerji, yol vb. büyüme için gerekli alt yapı yatırımlarında kullanılması halinde bu olumlu etkiden bahsedilebilir. Ancak büyüme adı altında iç tüketimi borç alarak sürdürmeyi politika haline getirmek sonu çıkmaz olan sokakta ilerlemeğe çalışmaktır. Bu çabalar belli süre sonunda önce adına, “orta gelir tuzağı” gibi isimler verilerek mevcut durumu korumaya dönüşecek ve eğer gerekli önlemler zamanında alınmaz ve sürdürülebilir makul bir büyüme gerçekleştirilmezse Ülke hızla kredibilite kaybedecek yabancılar da doğrudan yatırımlarını gittikçe azalabilecekleri gibi başta kısa vadeli yabancı sermaye yüksek faizlerle dahi yetinmeyerek borsa, tahvil ve bono yatırımları dahil Ülkeden ayrılmanın yollarını arayabilecektir.

Üretim miktarını esas alan büyüme modeli yanında gelir ve harcama yöntemleri kullanılarak yapılan büyüme hesapları globalleşme ile birlikte daha da karmaşık hale gelmiştir.

Gerek gelir gerekse harcamalar bütçe uygulamaları, para politikaları ile devamlı değişmekte bankalar sendikasyon kredileri kullanarak ve kaydi para yaratarak hükümet de dış borçlanma yoluyla ve proje kredileriyle devamlı harcama ve gelir yöntemlerinin esasına yönelik müdahaleler yapmaktadır.

Her ne kadar harcama yönteminde ülkenin ihracat ve ithalat yöntemi göz önüne alınsa dahi dalgalı kur sisteminin bulunduğu enflasyon oranının çok yüksek olduğu ülkelerde günü birlik değişebilecek temel veriler gerçeği yansıtmaktan uzak olacaktır.

Bu durum devam ettirilirse faiz oranlarının arttığı ve bu artış nedeniyle gayri safi yurt içi hasılanın her geçen gün daha büyük bölümünün yurt dışına transfer olduğu bir ortam ülkeyi beklemektedir.

Unutulmaması gerekir ki “dalgalı kur” uygulamasında cazip seviyede faizleri arttırarak yurtiçine çekilecek sıcak para sahiplerinin oluşturduğu döviz artışları, bu aşamayı takiben gerek faiz indirimi ve artan kredilerle her zaman olduğu gibi iç piyasada tüketimi körüklerse artan cari açığa kaynak sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Mevcut senaryo şimdiye kadar olduğu gibi yeniden uygulamaya konulacak “işte istediğiniz faiz verin dövizi yiyelim”, “ işte istediğiniz faiz verin dövizi sizlerin ekonomisi için harcayalım” olarak basitleştirilebilecek bu uygulamaya devam edilmiş olunacaktır. Meydana gelecek ekonomik canlanma kısa bir müddet sonra eldeki döviz miktarının azalmasına ve faiz hadlerinin cazibesinin kaybolması dolayısıyla yabancı sermayenin tekrar kısa vadeli kaynaklardan çıkmasına uzun vadeli sermayenin de gittikçe istikrarsızlaşan ortamdan dolayı ülkeye yatırım yapmaktan kaçınmasına neden olacak ve tekrar aynı faiz arttırma senaryosuna geri dönülecektir. Dalgalı kur rejimi bu olmakla birlikte döngünün gittikçe kısalması ve yüklenilen toplam borç tutarının artması sıcak para sahipleri için riskin yükselmesi manasına gelecek ve istenilen reel faiz tutarı katlanamaz seviyelere ulaşabilecektir.

Bu ülkelerde gündem gerçek büyümenin nasıl sağlanacağını tartışmak yerine daha çok borçlanmanın nasıl sağlanacağı ne kadar faiz verilirse dünya koşulları nasıl olursa ne kadar borç alınabileceği gibi konuların tartışmalarına ayrılmaktadır. Gerçek büyüme stratejileri günlük ekonomik tartışmaların çok az bir kısmını kapsadığı ülkemizde olduğu gibi yaşanan ekonomik sıkıntıların nedenini geçmiş dönemlerdeki yüksek borçlanma ve büyüme olarak kayıtlara geçen tüketim seviyelerinin oluşturduğunu unutmamak gerekir. Üstelik turizmdeki hizmet üretimi nedeniyle mukayeseli üstünlük avantajına da sahip olan ülkemiz, cari açık vermek yerine fazla vermeyi hedeflemelidir. Bu nedenle geçmişteki bu sürdürülemez alışkanlık ve beklentileri kontrol altına alarak, makul şekilde telafi eden ve tasarrufları ön plana çıkaran orta ve uzun vadeli politikalar izlenmeli rekabetçi kur politikası da yerine oturtularak cari açığı ortadan kaldıracak önlemler sıkılaştırılmalıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sağırlar diyaloğu 04 Kasım 2024