Ekonomide yeni dönem belirsizliği
Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor. Kolay olmayacak, zorlu geçecek bir dönem. Ekonomide çözüm bekleyen önemli sorunlar var. Bunlara ek olarak depremde yıkılan bir bölgenin yeniden inşaası gerekiyor.
Oluşacak yeni yönetimi de zor bir dönem bekliyor. İster Cumhur İttifakı olsun ister Millet İttifakı olsun fark etmez, cumhurbaşkanlığını kazanacak yeni yönetim kendisine miras kalan aşağıda sıralanmış sorunları kucağında bulacak.
- Bozulmuş bir dış ticaret dengesi
- Hızla genişleyen bir cari işlemler açığı
- Çift hanede ısrar eden bir işsizlik ve yüzde 25 dolayında seyreden genç işsizlik sorunu
- Yavaşlayan bir sanayi üretimi
- Ulusal ve küresel ortalamalara göre çok yüksek sınıfına giren bir enflasyon
- Seçim öncesi dönemde bozulmuş bir kamu maliyesi
- Yabancı sermayenin Türk varlıklarına yatırım konusunda isteksizliği
- Ülkede Türk lirasından güçlü bir kaçış eğilimi
Bu sorunların bir kısmı dış faktörlerden ve küresel gelişmelerden kaynaklanıyor ama önemli bir kısmı son yıllarda uygulanan ekonomi politikalarının ve tercihlerinin sonucudur. Dolayısıyla 14 Mayıs öncesinin “ortodoks olmayan” politikalarının bu sorunları kalıcı olarak çözmesi zor; “güçlü bir Türkiye ekonomisi” için çare yeni bir politika setinin uygulanmasında yatıyor.
Fakat bir de 14 Mayıs seçimlerinin önümüze koyduğu bir tablo var. Eğer yapılan itirazlarla çok fazla değişmezse milletvekili seçimlerinde ortaya çıkan tablo ekonomideki ağır sorunların seçmen tercihine etkisinin sınırlı kaldığını gösteriyor. Yeni bir durum mu bu? Değil. Geçmişteki bazı seçimler de benzer durumlar yaşandı. Bundan dolayıdır ki; hükümetler üzerinde çözüm yönünde güçlü bir halk baskısı yok. Yüksek enflasyon oylara olması gerektiği ya da beklenildiği gibi yansımıyor. Yani yüksek enflasyon nedeniyle yüklü oy kaymaları yaşanmıyor. Oysa ekonomi literatüründe enflasyonun halkın bir numaralı düşmanı olduğu yazılıp çizilir. Demek ki; bizde bu ilişki yani enflasyon ve seçmenin siyasi tercih ilişkisi çok güçlü yaşanmıyor.
Bu koşullar altında yeni hükümet kapsamlı ve disipline dayanan bir politika seti uygulasa bile halkın programa desteğini alması beklenmemelidir. Halkın desteğinden yoksun bir programın başarı şansı ise düşük olur. Bu durumda kolaya yönelmek mümkündür. Yani yeni hükümet işleri yine “olağan politikalarla” gittiği yere kadar idare etmeye çalışabilir. Ama balom patladığında hastayı kurtarmak için devreye sokulacak reçete daha maliyetli ve acı olmak durumundadır. Ya da daha düşük bir gayrisafi yurtiçi hasıla, daha düşük bir kişi başı gelir ve daha kapalı ve sermaye kontrolleri ile süslü bir ekonomiye yöneleceğiz. Kısacası; belirsizliğin yüksek olduğu önümüzdeki dönem için en kötü senaryo 2001 krizinde olduğu gibi duvara çarpmadan güçlü bir aksiyon alınmadığı senaryodur.