Ekonomide gidişat
Zafer Özcivan
Ekonomist-Yazar
Yerel seçimlere sayılı günler kala tüm halkımız ekonomi konusunda bazı gelişmeleri daha yakından takip etmeye başladı. Bazı kesimlere göre her seçim döneminde olduğu gibi seçim ertesinde zam yağmuru gelecek; bazı kesimlere göre ise bu sadece spekülasyondan öte bir konu değil, yani bir değişiklik olmayacak.
Geçtiğimiz günlerde Hazine Ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek ve Cumhurbaşkanı yardımcımız Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarını dinledikten sonra bu konulara yapılacak yorumlar şekillendi ve birtakım sonuçların belirginleştiğini hep birlikte izledik.
Öncelikle Yılmaz’a seçim sonrası yaşanacak olumsuzluklar hakkında soru yöneltildiğinde bu konunun kesinlikle yanlış olduğunu yani seçim ekonomisinin uygulanmadığını vurguladı ve seçimden sonra her şeyin normal seyredeceğini, vatandaşın tedirgin olmaması gerektiğini belirterek öncelikle emeklilerin yaşam seviyelerinin temmuz ayında yapılacak düzenleme ile refah düzeyine ulaşacağını, temel hedeflerinin vatandaşlarımızı enflasyona ezdirmemek olduğunu beyan etti.
Mehmet Şimşek ise yeni vergi artışlarının söz konusu olmadığını, kurumlar vergisi ve KDV oranlarının değişmeyeceğini belirterek cari açığın 56 milyar dolardan 30 milyar dolara gerilediğini ve bunun anlamının ülkemizin döviz ihtiyacının azalması olduğunu ifade etti. Bu bağlamda yapılan açıklama gerçekçidir ve cari açık azaldıkça iktisat kuralları gereği döviz ihtiyacı da azalmış demektir.
Ancak ekonomide genel verilere bakılınca döviz açığımızın olduğu, hazinenin yeni gelir kaynaklarına ihtiyacı olduğu aşikârdır. Çünkü ödenecek faiz gideriniz 1,25 trilyon TL, dış borcumuz ise 460 milyar dolar civarındadır. Yani para ihtiyacımız kaçınılmazdır. Peki, bu kaynak nereden bulunacak ve cari açık nasıl kapanacak. Öncelikle ülkede üretim kaynakların doğru yönlendirilmesi, sanayicinin ucuz kredi ile desteklenerek üretime teşvik edilmesi ve bunun sonunda ihracatın arttırılarak ülkeye döviz girdisinin sağlanması, işsizliğin azaltılması, halkın refah düzeyinin arttırılması ile mümkün olacaktır. Fakat üretim yaparken ince bir detayı gözden kaçırmamak gerekir. Bu da yapılan üretimin ithalata bağımlı olmaması gereğidir. Ülkemizde şu anda yapılan üretimin yaklaşık yüzde elliden fazlası hammadde ve ara mal olarak yurt dışından ithalat yoluyla tedarik edilmektedir. Hal böyle olunca tedarik ettiğimiz hammadde ve ara mallara döviz ödemek zorunda kalıyoruz ve kurlar yükseldikçe girdi maliyetleri arttığından doğal olarak üretim maliyetleri de yükseliyor ve bu da enflasyon olarak karşımıza çıkıyor. Yani enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için kendi üretimimiz için gerekli olan hammadde ve ara malı da kendimiz üretmek zorundayız. Aksi durumda enflasyonun kontrol altına alınması son drece zorlaşacaktır.
Günümüzde politika faizleri son seçimlerden sonra iş başına gelen ekonomi yönetimi tarafından sürekli yükseltilerek %45 seviyelerine gelmesi sonucu tüketici ve sanayi kredileri de doğal olarak artmıştır. Geçtiğimiz günlerde bire bir konuştuğum bir devlet katılım bankası üst düzey yetkilisinin verdiği bilgilere göre sanayi kredilerinin %55-60 seviyelerinde olduğu ifade edilmiştir ve kredilerin vadelerinin kısaldığı belirtilmiştir. İşte bu kredi maliyetlerinin yüksekliği de sanayinin gelişmesinde olumsuzluklara yol açabilir ve üretimin gerilemesine bunun sonucu olarak da işsizliğin yükselmesine sebep olabilir. Ancak düşük faizden dönülmesi son derece doğru bir karardır.
Kaynak ihtiyacının sağlanması konusuna gelecek olursak; devlet sıkılaştırılmış para politikası ile iç talebi daraltmayı, fiyatlama davranışlarının dengeye getirilerek olmayan ihtiyaçların talep azalmasını, spekülatif fiyat artışlarının önlenmesini amaçlamaktadır ve doğru bir karardır. Çünkü en basit tabiriyle nasıl olsa zam gelecek endişesiyle 3 tane ihtiyaç varken 5 tane alarak talep enflasyonu nu yükseltmekteyiz ve bu algının önüne geçilmesi için piyasadaki para miktarının kontrol altına alınması gerekir.
Hazine Bakanımız Mehmet Şimşek’in vergilerin arttırılmayacağı sözüne dönelim. Devletin gelir kaynağı zam ve KİTlerin gelirleri olduğuna göre parasal ihtiyaç bu iki kalemden sağlanacaktır. Mevcut vergi oranları arttırılmayacağına göre şu anda %1- 2 oranında olan KDV ye tabi ürünlerin grubu değiştirilerek %20 lik gruba dahil edilebilir ve gelir artışı sağlanabilir. Yani bir sanayi kurumunun fiyatının değiştirmeden ıskontoyu azaltarak satışa sunması gibi girdilerin arttırılması sağlanabilir. Sayrıca adil bir vergi sistemi getirilebilir. Yani az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınması gerekir. Bir başka deyişle vergi tabana değil tavana yayılmalıdır. Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması ise en elzem çözümdür. Çünkü ekonomide en önemli sorun kayıt dışı faaliyetlerdir. Bunların kontrol altına alınmasıyla önemli bir gelir elde edilecektir.
Diğer taraftan döviz kurlarının yükselişi devam ediyor ve devletin kontrol altına almaya gayret ettiği, yani diğer bankalar aracılığıyla döviz satarak yükselişi önlemeye çalıştığı yazılı ve görsel basında görülüyor. Ülkemizde maalesef döviz kurları ile enflasyon paralel yürüdüğünden enflasyonda yukarı yönlü seyretmeye devam ediyor. Bu şekilde gidersek hedeflenen yılsonu enflasyon oranı da zor gibi gözüküyor.
Bir başka konu da emeklilere verilen maaşların her dönem olduğu gibi bu dönemde de hayal kırıklığı ile sonuçlanmasıdır. Yapılan üç defa düzenlemeye rağmen en düşük emekli maaşı 10000 TL de kalmaktadır ve bu ne hesap ne de mantığa uygun bir durumdur. Emekli ikramiyelerinde de durum farksızdır. TÜİK’e göre %65, ENAG a göre %128 olan enflasyon oranına rağmen ikramiyelere verilen zam oranı %50 de kalmıştır ve adaletli olduğunu söylemek mümkün değildir. Yarım kilo kıymayı ucuza alabilmek için gecenin 3’ünde beşinde soğuk demeden sıra bekleyen, ucuz ekmek kuyruklarına giren, pazarda çürük sebze meyve arayan, bir kahveye girip çay içemeyen emeklilerimizin durumu düşündürücüdür ve bunları yetkililerin görmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla bütçeye getireceği yükün başka yerlerden tasarruf edilerek karşılanması gerekir. Çünkü emeklinin de yaşam hakkı vardır ve bu koşullarda lüks değil normal yaşamını idame ettirmek zorundadır.
Sonuç olarak her seçim döneminde olduğu gibi bu defa da seçim ekonomisi uygulandığı aşikardır. Çünkü T.C. Merkez Bankası’nda döviz rezervlerimiz swap hariç -52 milyar dolar seviyelerindedir. Yani ek vergiler veya mevcut vergilerde yapılacak düzenlemeler ve yeniz zamlar kaçınılmazdır. Orta vadeli planda da devletin vergi gelirlerinin artırılacağı yönünde ifade mevcuttur. Dolayısıyla seçimden sonra kemer sıkmaya devam edeceğiz.